Aşk ya da Gurur hangisi daha önemli? Aşkı tarif etmek neden bu kadar kolay ama aynı zamanda da çok zor? Neden hep aynı şekilde olmuyor, duygular kişiler arası aşk yolculuğunda şekil değiştiriyor?
Neden her aşk bizi biraz daha kendimize yakınlaştırıp, yaşam denen romanda elimizden tutuyor?
Bazen yaşamı daha renkli algılıyoruz aşık olunca, etrafta gördüğümüz her şey bize sevgiliyi anlatan bir aşk mektubuna dönüşüyor. Satır arası keyifler yaşatıyor. Onu en beğendiğimiz haliyle hatırlıyor, yola devam ediyoruz, hayali ile beraber…
Hep yanımızda oluyor aslında. Aynı şehirde olmak bile yetiyor. Buralardan geçmiş midir diyoruz. Belki de onunla karşılaşma hayalleri kuruyoruz. Defalarca o hayallerde buluşuyoruz.
Özlemek bazen soluksuz bırakıyor. Uyumak istiyoruz, yokluğuna alışabilmek adına. Ama her sefer uyandığımızda yanımızda olacağını hayal ederek…
Sonra bir bakıyoruz yok orada. Ama hayal kurmaya devam ediyoruz. Çünkü bir tek hayallerde ona kavuşabiliyoruz bazen de rüyalarda.
Belki bir kırmızı şarabın keskin renginde, gözü açık hayallere dalıyoruz. Sevgilinin yüzü geliyor gözümüze. İşte yine onunla beraber, şarabın keskin, buruk tadında döne döne kayboluyoruz.
Yeniden kendi filmimizi çekiyoruz, hep birlikte olduğumuz sahnelerde, sıcak bir aile sahnesi kuruyoruz. Şöminenin önünde duran sallanan tahta koltukta, beyaz saçlarıyla, geçmişi konuşan, ellleri birbirine sıkıca kenetlenmiş iki yaşlı insan olarak hayal ediyoruz kendimizi.Hiç gerçek olmayacağını bilerek…
Gülümsüyoruz, o mutluluğu yaşıyoruz hayallerde, iki damla yaş süzülüyor gözümüzden.
Bu sefer içe değil, dışa doğru akıyor yaşlar. İçimiz ısınıyor bu defa. Yaşanmamış duygular değil bunlar gerçeğin ta kendisi diyoruz. Aşk illa ki sevgiliyle beraber yaşanmıyor, yalnız da olabiliyor.
Ona teşekkür ediyoruz yüreğimizden. İyi ki var olduğu için, bize bu duyguyu yaşattığı için.
İçimiz kanasa da acısa da bir anlık mutluluk bile eşsiz değerdedir yaşanmışlık adına diyoruz.
Sonra kaderi suçlu ilan edip yola devam ediyoruz. Aslında gurur olduğunu biliyoruz, kaderin elini kolunu bağlayan şeyin…
En büyük düşmanımız olduğunu da ama ondan da vazgeçemiyoruz. Aşkı kaybetmek de olsa ucunda. Hangisinin daha gerçek olduğunu bilmeden yaşama devam ediyoruz. Çünkü aşk ve gurur aynı anda var olamıyor. Biz gururu seçip devam ediyoruz, yalnız, kırgın, üzgün yola…
Sonra buna kader diyoruz. Öyle mi acaba?
Bu yazı bana ilham perisi olan adı Sevgi’ yi anlatan canım arkadaşıma ithafen yazılmıştır. Adınca yaşaman dileği ile…
">
Aşk ya da Gurur hangisi daha önemli? Aşkı tarif etmek neden bu kadar kolay ama aynı zamanda da çok zor? Neden hep aynı şekilde olmuyor, duygular kişiler arası aşk yolculuğunda şekil değiştiriyor?
Neden her aşk bizi biraz daha kendimize yakınlaştırıp, yaşam denen romanda elimizden tutuyor?
Bazen yaşamı daha renkli algılıyoruz aşık olunca, etrafta gördüğümüz her şey bize sevgiliyi anlatan bir aşk mektubuna dönüşüyor. Satır arası keyifler yaşatıyor. Onu en beğendiğimiz haliyle hatırlıyor, yola devam ediyoruz, hayali ile beraber…
Hep yanımızda oluyor aslında. Aynı şehirde olmak bile yetiyor. Buralardan geçmiş midir diyoruz. Belki de onunla karşılaşma hayalleri kuruyoruz. Defalarca o hayallerde buluşuyoruz.
Özlemek bazen soluksuz bırakıyor. Uyumak istiyoruz, yokluğuna alışabilmek adına. Ama her sefer uyandığımızda yanımızda olacağını hayal ederek…
Sonra bir bakıyoruz yok orada. Ama hayal kurmaya devam ediyoruz. Çünkü bir tek hayallerde ona kavuşabiliyoruz bazen de rüyalarda.
Belki bir kırmızı şarabın keskin renginde, gözü açık hayallere dalıyoruz. Sevgilinin yüzü geliyor gözümüze. İşte yine onunla beraber, şarabın keskin, buruk tadında döne döne kayboluyoruz.
Yeniden kendi filmimizi çekiyoruz, hep birlikte olduğumuz sahnelerde, sıcak bir aile sahnesi kuruyoruz. Şöminenin önünde duran sallanan tahta koltukta, beyaz saçlarıyla, geçmişi konuşan, ellleri birbirine sıkıca kenetlenmiş iki yaşlı insan olarak hayal ediyoruz kendimizi.Hiç gerçek olmayacağını bilerek…
Gülümsüyoruz, o mutluluğu yaşıyoruz hayallerde, iki damla yaş süzülüyor gözümüzden.
Bu sefer içe değil, dışa doğru akıyor yaşlar. İçimiz ısınıyor bu defa. Yaşanmamış duygular değil bunlar gerçeğin ta kendisi diyoruz. Aşk illa ki sevgiliyle beraber yaşanmıyor, yalnız da olabiliyor.
Ona teşekkür ediyoruz yüreğimizden. İyi ki var olduğu için, bize bu duyguyu yaşattığı için.
İçimiz kanasa da acısa da bir anlık mutluluk bile eşsiz değerdedir yaşanmışlık adına diyoruz.
Sonra kaderi suçlu ilan edip yola devam ediyoruz. Aslında gurur olduğunu biliyoruz, kaderin elini kolunu bağlayan şeyin…
En büyük düşmanımız olduğunu da ama ondan da vazgeçemiyoruz. Aşkı kaybetmek de olsa ucunda. Hangisinin daha gerçek olduğunu bilmeden yaşama devam ediyoruz. Çünkü aşk ve gurur aynı anda var olamıyor. Biz gururu seçip devam ediyoruz, yalnız, kırgın, üzgün yola…
Sonra buna kader diyoruz. Öyle mi acaba?
Bu yazı bana ilham perisi olan adı Sevgi’ yi anlatan canım arkadaşıma ithafen yazılmıştır. Adınca yaşaman dileği ile…