İsrail amok cinneti geçiriyor, önüne çıkana saldırıyor, katlediyor.
Kendini kaybetmiş şekilde yürüttüğü Gazze savaşı üç ayı doldurdu, her gün ortalama 250 insan katletti. Ama hedeflerine ulaşamadı. Şimdi daha zor durumda ve çok yönlü baskı altında. Çıkış yolu olarak bölgede büyük savaşa koşuyor.
* * *
Amok, hiddetle saldırganlık davranışı gösteren, karşılaştığı herkesi rastgele öldürüp kitlesel katliam yapanların cinnet durumu için Güneydoğu Asya’da, özellikle Malezya ve Endonezya’da kullanılan bir sözcük. Malay dilinden geliyor (amuk).
Amok, genellikle bardağı taşıran son damla niteliğindeki bir olayın ardından patlak verir. Cinnet geçiren kişi, kötülüğe uğradığına veya zor duruma düşeceğine inanır, sonuçlarını mantıklı şekilde hesaplayamadan ayırımsız şiddet kullanmaya başlar.
Tipik örnek, saldırganın eline geçirdiği silahla kalabalıkların arasına dalıp kadın, erkek, çocuk gözetmeden her önüne geleni katletmesi, ağır şekilde yaralamasıdır. Amok cinneti geçirenin sonu genellikle intihar veya çevredekiler tarafından öldürülmesi olur.
Malezya ve Endonezya kültürlerinde, amok cinnetinin derin dinsel inançlardan beslendiği kabul edilir. Katilin ruhunun habis bir kaplan tarafından esir alındığı, ona haince cinayetler işlettiği düşünülür.
Amok önceleri Güneydoğu Asya kültürüne özgü bir sendrom olarak görülüyordu. Ama artık modern toplumda da benzer hallerin görülebileceği genellikle kabul ediliyor. Amerika’da sık meydana gelen, cinnet geçirenin bir mekanı basıp herkesi rastgele katlettiği vakalarda olduğu gibi.
Batı dillerinin çoğunda bu cinneti geçiren kişiler “amok koşucusu” olarak nitelenir.
Kavramın bilinmesine katkı sağlayan bir eser, Viyanalı Yahudi ve büyük yazar Stefan Zweig’in “Amok” adlı kısa romanıdır. Lise yıllarında neredeyse elimden düşürmediğim Zweig’ın hâlâ canlı hatırladığım yapıtlarından biridir.
Zweig’ın baş karakteri, çalıştığı hastanenin parasını suistimal ettiği için Endonezya’ya sürgüne gönderilen Avrupalı bir doktordur. Uzun yıllar ıssız bir köyde, yerli halk arasında ve tek bir beyaz insanla temas kurmadan yaşar. Bir gün zengin bir Avrupalı iş adamının beyaz eşi gelir. Kürtaj yaptırmak istediğini, yüksek bir meblağ ödeyebileceğini ama her şeyin gizli tutulmasını söyler. Doktor karşılık olarak, kadından kendisini ister. Ret edilince kadının peşini bırakmaz, akıl ve mantık dışı davranışlar sergiler, durdurulması mümkün olmayan, amok cinneti geçiren bir deliye dönüşür.
Hitler’in zaferleri üzerine Brezilya’ya kaçan Zweig, Avrupa’nın düştüğü acınası duruma dayanamadı ve 1942’de hayatına son verdi.
* * *
İsrailli yetkililerin açıkladığı üzere Gazze harekâtının iki hedefi vardı: Hamas’ı bitirmek ve tutsakları kurtarmak.
İşlediği tüm savaş suçlarına ve rastgele katliamlarına rağmen İsrail, Hamas’ı bitiremedi. Mesela, İsrail Milli Güvenlik Konseyi eski Başkanı emekli Tümgeneral Giora Eiland net ve kesin:
“Hamas’ın askeri yeteneklerinde herhangi bir çökme işareti göremiyorum. Ne de Gazze’deki siyasi gücünde… Hamas gösterdi ki, öldürülen komutanlarının yerine aynı yeteneklere sahip ve aynı derecede davaya bağlı yenilerini hemen koyabilme kabiliyetine sahip.”
Eski Başbakan Ehud Olmert daha da açık; savaşın başından beri “İsrail’in Hamas’ı tamamen elemine etme şansı sıfır” diyordu.
Tutsakları kurtarma konusunda da şok edici bir başarısızlık söz konusu. İsrail askerleri bugüne dek tek bir tutsağı kurtaramadı. Kurtulanların hepsi, Hamas’la pazarlıklar sonunda serbest kaldı.
Özellikle Washington’un baskısıyla, İsrail en geç bu ayın sonunda askerlerinin büyük kısmını Gazze’den çekecek, savaş yeni bir aşamaya girecek. Gazze savaşının ağırlıklı olarak noktasal saldırılara kayması bekleniyor.
Ama görünen, İsrail’in cinnet hali henüz son bulmadı, muhtemelen yeni cepheler açacak. Netanyahu yönetimi çok yönlü baskı altında, mevcut zihniyet ve psikolojiyle gerçek çıkış yolunu bulabilmesi zor.
Tutsakların kurtarılıp geri getirilmesi için yakınları ve kamuoyu bastırıyor. Ancak bu, Hamas’la tekrar müzakere ve uzlaşma gerektiriyor. Hamas savaşa son verilmesi şartı koşuyor; o da Netanyahu’nun başarısızlığını kabullenmesi demek.
Amerika’da bu yıl seçim var. Gazze savaşı nedeniyle oy kaybeden Biden yönetimi, hiç olmazsa görüntüyü kurtaracak adımlar atılmasını istiyor; mesela İsrail dilediği her türlü sert önlemi uygulasa dahi, Filistin otoritesinin Gazze’nin yönetimini üstlenmesi gibi. Ama Netanyahu’nun ortağı fanatik sağ partilerin o talepleri kabul edebilmesi mümkün değil.
İsrail seçmeni olup bitenlerden öncelikle Netanyahu’yu sorumlu buluyor, desteği %15 civarında dibe vurdu. Ancak Netanyahu’ya muhalefet artarken, son yıllarda sürekli sağa kayan İsrail seçmeni 7 Ekim Hamas saldırısından sonra daha da radikal bir çizgiye geldi. Güvenlik konularında katı ve ödünsüz bir tutum istiyor. İlk seçimlerde muhtemelen aşırı sağın oyu artmaya, sol ve liberal partiler küçülmeye devam edecek.
Netanyahu’nun ortağı fanatik sağ partiler (Gavir’in Yahudi Gücü veya Smotriç’in Dinci Siyonist gibi) Gazze’de yeni Yahudi yerleşimler kurmak, Filistinli nüfusu kuvvet yoluyla en aza indirmek istiyor. Batı Şeria ve Gazze dahil İsrail’in kontrol ettiği her coğrafyada Filistinlilere karşı etnik temizlik ve ırkçılık temel politikaları.
Netanyahu imajını ama özellikle Washington’a karşı görünümünü yumuşatmak amacıyla Savaş Kabinesi’ne Gantz ve Eizenkot gibi nispeten ılımlı politikacıları aldı. Şimdi ılımlılar her an çekilebilir ve Netanyahu’yu fanatik dostlarıyla baş başa bırakabilir.
Savaşı nedeniyle 350 bin yedek silah altına alındı, şirketler ve ekonomi zorda. Yedeklerin bir an önce işlerinin başına dönmesi gerekiyor.
Netanyahu yönetimi şimdi yine yüksek yargının denetiminde. Yargının yetkisini daraltan tasarıyı yoğun tepkilere rağmen meclisten geçirip yasalaştırmıştı. Anayasa Mahkemesi, temel kanunları ve hükümet işlemlerini “makul olma” ilkesine aykırı bularak iptal edemeyecekti. Ama Anayasa Mahkemesi o yasayı iptal etti.
Güney Afrika 29 Aralık’ta Uluslararası Ceza Mahkemesine resmi başvuru yaptı ve İsrail’in soykırım suçuna mahkum edilmesini istedi. Cumhurbaşkanı ve Başbakan dahil en üst düzeyden yapılan açıklamalar, İsrail’in soykırım iradesinin güçlü hukuki kanıtları. Fanatik sağcı Yahudi Gücü partisinden Netanyahu kabinesinde bakan Eliyahu’nun Gazze’ye nükleer bomba atma tehdidi gibi.
Tüm resmi açıklamalara rağmen Türkiye henüz benzer bir başvuru yapmadı.
* * *
Netanyahu iktidarı Gazze’de uğradığı prestij kaybını telafi etmek ve sorunlar yumağının içinden sıyrılmak için büyük savaş hesabı yapıyor. Böylece Netanyahu’nun siyasi ömrü de uzayabilir umudu var.
Gazze’den çekilen tugayların eksiklerini giderme ve yeniden tanzimi için biraz zamana ihtiyaçları var. İsrail cinnetinin muhtemel yeni tezahürü şubat ayında Lübnan saldırısı olabilir.
İsrailli yetkililer Lübnan’a saldıracaklarını açıkça ve defalarca söyledi. Mesela Savaş Kabinesi’nin ‘ılımlı’ bakanı Gantz bile “Hizbullah güçleri Litani Nehri’nin kuzeyine çekilmezse, o işi biz yapacağız” diyor.
Litani Nehri, İsrail-Lübnan sınırının ortalama 40 km. kuzeyinde. Yani İsrail, egemen Lübnan devletine “topraklarının büyük bir bölümünü askersizleştir” ültimatomu veriyor. Ne Beyrut hükümetinin ne Hizbullah’ın ın böyle bir talebi kabul etmesi beklenmemeli.
İsrail bir yandan da şiddetli saldırılarla savaşı tahrik ediyor. Lübnan’ı sürekli bombalıyor, Hizbullah karşılık veriyor. Kısa süre içinde önce Suriye’de İranlı General Seyid Razi Musavi’yi, ardından Beyrut’un güneyinde Hizbullah’ın kalesi olarak bilinen bir mahallede Hamas’ın üst düzey komutanı Salih el-Aruri’yi öldürdü.
Dahası, Washington Post bugün İsrail cinnetinin daha önce bilinmeyen bir boyutunu açıkladı: Amerikan istihbarat bilgilerine göre son üç ay içinde İsrail, Hizbullah değil, Amerika’nın desteklediği ve eğittiği Lübnan Silahlı Kuvvetleri’ni tam 34 kez vurmuş, saldırılarda yasaklanmış beyaz fosfor bombası kullanmış!
ABD Dışişleri Bakanı Blinken’in şu günlerde yaptığı ve Türkiye dahil çok sayıda ülkeyi kapsayan bölge turunun birinci amacı İsrail’in Lübnan’a saldırısını önlemek. Çünkü o savaş Lübnan’la sınırlı kalmaz, büyük olasılıkla önce Suriye, Irak ve Yemen’i, ardından İran’ı içine çekecek.
Böyle bir savaşı ABD istemiyor. Lübnan Hizbullah’ı ve İran istemiyor. İsrail’den başka isteyen yok.
İsrail aslında yıllardır İran’a hava saldırılarıyla darbe vurmayı planlıyor, ama işe Amerika’nın askeri desteğini yanına almadan kalkışamıyordu. Şimdi İran’la sıcak savaşı başlatırsa, Washington’un İsrail’in yanında yer almaya mecbur kalacağını hesaplıyor.
Türkiye elbet savaşın dışında ve tarafsız kalmalı. Ama Ankara önüne birden zor bir karar gelebilir: Malatya’daki Kürecik Radar Üssü’nün kullanılmasına izin verilecek mi?
NATO hava savunma sistemi içinde önemli yere sahip Kürecik’in kritik bir işlevi İran füze saldırılarına karşı erken uyarı sağlamaktı. İran’ın olası hedefleri arasında İsrail’in ilk sırada olduğu biliniyordu. Nitekim Kürecik’in kurulduğu günlerde İran, savaş durumunda “savunma sisteminin İran füzelerinden İsrail’i korumaya hizmet edeceğine” işaret ederek memnuniyetsizlik belirtmişti.
Umut edelim ki bölgede ağır yıkıma yol açacağı muhakkak böyle bir savaş olmasın. Ama olursa ve nasıl biterse bitsin, cinnet içindeki İsrail’in güvenliği artmayacak, İsrail daha güven içinde yaşayan bir ülke olamayacak.
">İsrail amok cinneti geçiriyor, önüne çıkana saldırıyor, katlediyor.
Kendini kaybetmiş şekilde yürüttüğü Gazze savaşı üç ayı doldurdu, her gün ortalama 250 insan katletti. Ama hedeflerine ulaşamadı. Şimdi daha zor durumda ve çok yönlü baskı altında. Çıkış yolu olarak bölgede büyük savaşa koşuyor.
* * *
Amok, hiddetle saldırganlık davranışı gösteren, karşılaştığı herkesi rastgele öldürüp kitlesel katliam yapanların cinnet durumu için Güneydoğu Asya’da, özellikle Malezya ve Endonezya’da kullanılan bir sözcük. Malay dilinden geliyor (amuk).
Amok, genellikle bardağı taşıran son damla niteliğindeki bir olayın ardından patlak verir. Cinnet geçiren kişi, kötülüğe uğradığına veya zor duruma düşeceğine inanır, sonuçlarını mantıklı şekilde hesaplayamadan ayırımsız şiddet kullanmaya başlar.
Tipik örnek, saldırganın eline geçirdiği silahla kalabalıkların arasına dalıp kadın, erkek, çocuk gözetmeden her önüne geleni katletmesi, ağır şekilde yaralamasıdır. Amok cinneti geçirenin sonu genellikle intihar veya çevredekiler tarafından öldürülmesi olur.
Malezya ve Endonezya kültürlerinde, amok cinnetinin derin dinsel inançlardan beslendiği kabul edilir. Katilin ruhunun habis bir kaplan tarafından esir alındığı, ona haince cinayetler işlettiği düşünülür.
Amok önceleri Güneydoğu Asya kültürüne özgü bir sendrom olarak görülüyordu. Ama artık modern toplumda da benzer hallerin görülebileceği genellikle kabul ediliyor. Amerika’da sık meydana gelen, cinnet geçirenin bir mekanı basıp herkesi rastgele katlettiği vakalarda olduğu gibi.
Batı dillerinin çoğunda bu cinneti geçiren kişiler “amok koşucusu” olarak nitelenir.
Kavramın bilinmesine katkı sağlayan bir eser, Viyanalı Yahudi ve büyük yazar Stefan Zweig’in “Amok” adlı kısa romanıdır. Lise yıllarında neredeyse elimden düşürmediğim Zweig’ın hâlâ canlı hatırladığım yapıtlarından biridir.
Zweig’ın baş karakteri, çalıştığı hastanenin parasını suistimal ettiği için Endonezya’ya sürgüne gönderilen Avrupalı bir doktordur. Uzun yıllar ıssız bir köyde, yerli halk arasında ve tek bir beyaz insanla temas kurmadan yaşar. Bir gün zengin bir Avrupalı iş adamının beyaz eşi gelir. Kürtaj yaptırmak istediğini, yüksek bir meblağ ödeyebileceğini ama her şeyin gizli tutulmasını söyler. Doktor karşılık olarak, kadından kendisini ister. Ret edilince kadının peşini bırakmaz, akıl ve mantık dışı davranışlar sergiler, durdurulması mümkün olmayan, amok cinneti geçiren bir deliye dönüşür.
Hitler’in zaferleri üzerine Brezilya’ya kaçan Zweig, Avrupa’nın düştüğü acınası duruma dayanamadı ve 1942’de hayatına son verdi.
* * *
İsrailli yetkililerin açıkladığı üzere Gazze harekâtının iki hedefi vardı: Hamas’ı bitirmek ve tutsakları kurtarmak.
İşlediği tüm savaş suçlarına ve rastgele katliamlarına rağmen İsrail, Hamas’ı bitiremedi. Mesela, İsrail Milli Güvenlik Konseyi eski Başkanı emekli Tümgeneral Giora Eiland net ve kesin:
“Hamas’ın askeri yeteneklerinde herhangi bir çökme işareti göremiyorum. Ne de Gazze’deki siyasi gücünde… Hamas gösterdi ki, öldürülen komutanlarının yerine aynı yeteneklere sahip ve aynı derecede davaya bağlı yenilerini hemen koyabilme kabiliyetine sahip.”
Eski Başbakan Ehud Olmert daha da açık; savaşın başından beri “İsrail’in Hamas’ı tamamen elemine etme şansı sıfır” diyordu.
Tutsakları kurtarma konusunda da şok edici bir başarısızlık söz konusu. İsrail askerleri bugüne dek tek bir tutsağı kurtaramadı. Kurtulanların hepsi, Hamas’la pazarlıklar sonunda serbest kaldı.
Özellikle Washington’un baskısıyla, İsrail en geç bu ayın sonunda askerlerinin büyük kısmını Gazze’den çekecek, savaş yeni bir aşamaya girecek. Gazze savaşının ağırlıklı olarak noktasal saldırılara kayması bekleniyor.
Ama görünen, İsrail’in cinnet hali henüz son bulmadı, muhtemelen yeni cepheler açacak. Netanyahu yönetimi çok yönlü baskı altında, mevcut zihniyet ve psikolojiyle gerçek çıkış yolunu bulabilmesi zor.
Tutsakların kurtarılıp geri getirilmesi için yakınları ve kamuoyu bastırıyor. Ancak bu, Hamas’la tekrar müzakere ve uzlaşma gerektiriyor. Hamas savaşa son verilmesi şartı koşuyor; o da Netanyahu’nun başarısızlığını kabullenmesi demek.
Amerika’da bu yıl seçim var. Gazze savaşı nedeniyle oy kaybeden Biden yönetimi, hiç olmazsa görüntüyü kurtaracak adımlar atılmasını istiyor; mesela İsrail dilediği her türlü sert önlemi uygulasa dahi, Filistin otoritesinin Gazze’nin yönetimini üstlenmesi gibi. Ama Netanyahu’nun ortağı fanatik sağ partilerin o talepleri kabul edebilmesi mümkün değil.
İsrail seçmeni olup bitenlerden öncelikle Netanyahu’yu sorumlu buluyor, desteği %15 civarında dibe vurdu. Ancak Netanyahu’ya muhalefet artarken, son yıllarda sürekli sağa kayan İsrail seçmeni 7 Ekim Hamas saldırısından sonra daha da radikal bir çizgiye geldi. Güvenlik konularında katı ve ödünsüz bir tutum istiyor. İlk seçimlerde muhtemelen aşırı sağın oyu artmaya, sol ve liberal partiler küçülmeye devam edecek.
Netanyahu’nun ortağı fanatik sağ partiler (Gavir’in Yahudi Gücü veya Smotriç’in Dinci Siyonist gibi) Gazze’de yeni Yahudi yerleşimler kurmak, Filistinli nüfusu kuvvet yoluyla en aza indirmek istiyor. Batı Şeria ve Gazze dahil İsrail’in kontrol ettiği her coğrafyada Filistinlilere karşı etnik temizlik ve ırkçılık temel politikaları.
Netanyahu imajını ama özellikle Washington’a karşı görünümünü yumuşatmak amacıyla Savaş Kabinesi’ne Gantz ve Eizenkot gibi nispeten ılımlı politikacıları aldı. Şimdi ılımlılar her an çekilebilir ve Netanyahu’yu fanatik dostlarıyla baş başa bırakabilir.
Savaşı nedeniyle 350 bin yedek silah altına alındı, şirketler ve ekonomi zorda. Yedeklerin bir an önce işlerinin başına dönmesi gerekiyor.
Netanyahu yönetimi şimdi yine yüksek yargının denetiminde. Yargının yetkisini daraltan tasarıyı yoğun tepkilere rağmen meclisten geçirip yasalaştırmıştı. Anayasa Mahkemesi, temel kanunları ve hükümet işlemlerini “makul olma” ilkesine aykırı bularak iptal edemeyecekti. Ama Anayasa Mahkemesi o yasayı iptal etti.
Güney Afrika 29 Aralık’ta Uluslararası Ceza Mahkemesine resmi başvuru yaptı ve İsrail’in soykırım suçuna mahkum edilmesini istedi. Cumhurbaşkanı ve Başbakan dahil en üst düzeyden yapılan açıklamalar, İsrail’in soykırım iradesinin güçlü hukuki kanıtları. Fanatik sağcı Yahudi Gücü partisinden Netanyahu kabinesinde bakan Eliyahu’nun Gazze’ye nükleer bomba atma tehdidi gibi.
Tüm resmi açıklamalara rağmen Türkiye henüz benzer bir başvuru yapmadı.
* * *
Netanyahu iktidarı Gazze’de uğradığı prestij kaybını telafi etmek ve sorunlar yumağının içinden sıyrılmak için büyük savaş hesabı yapıyor. Böylece Netanyahu’nun siyasi ömrü de uzayabilir umudu var.
Gazze’den çekilen tugayların eksiklerini giderme ve yeniden tanzimi için biraz zamana ihtiyaçları var. İsrail cinnetinin muhtemel yeni tezahürü şubat ayında Lübnan saldırısı olabilir.
İsrailli yetkililer Lübnan’a saldıracaklarını açıkça ve defalarca söyledi. Mesela Savaş Kabinesi’nin ‘ılımlı’ bakanı Gantz bile “Hizbullah güçleri Litani Nehri’nin kuzeyine çekilmezse, o işi biz yapacağız” diyor.
Litani Nehri, İsrail-Lübnan sınırının ortalama 40 km. kuzeyinde. Yani İsrail, egemen Lübnan devletine “topraklarının büyük bir bölümünü askersizleştir” ültimatomu veriyor. Ne Beyrut hükümetinin ne Hizbullah’ın ın böyle bir talebi kabul etmesi beklenmemeli.
İsrail bir yandan da şiddetli saldırılarla savaşı tahrik ediyor. Lübnan’ı sürekli bombalıyor, Hizbullah karşılık veriyor. Kısa süre içinde önce Suriye’de İranlı General Seyid Razi Musavi’yi, ardından Beyrut’un güneyinde Hizbullah’ın kalesi olarak bilinen bir mahallede Hamas’ın üst düzey komutanı Salih el-Aruri’yi öldürdü.
Dahası, Washington Post bugün İsrail cinnetinin daha önce bilinmeyen bir boyutunu açıkladı: Amerikan istihbarat bilgilerine göre son üç ay içinde İsrail, Hizbullah değil, Amerika’nın desteklediği ve eğittiği Lübnan Silahlı Kuvvetleri’ni tam 34 kez vurmuş, saldırılarda yasaklanmış beyaz fosfor bombası kullanmış!
ABD Dışişleri Bakanı Blinken’in şu günlerde yaptığı ve Türkiye dahil çok sayıda ülkeyi kapsayan bölge turunun birinci amacı İsrail’in Lübnan’a saldırısını önlemek. Çünkü o savaş Lübnan’la sınırlı kalmaz, büyük olasılıkla önce Suriye, Irak ve Yemen’i, ardından İran’ı içine çekecek.
Böyle bir savaşı ABD istemiyor. Lübnan Hizbullah’ı ve İran istemiyor. İsrail’den başka isteyen yok.
İsrail aslında yıllardır İran’a hava saldırılarıyla darbe vurmayı planlıyor, ama işe Amerika’nın askeri desteğini yanına almadan kalkışamıyordu. Şimdi İran’la sıcak savaşı başlatırsa, Washington’un İsrail’in yanında yer almaya mecbur kalacağını hesaplıyor.
Türkiye elbet savaşın dışında ve tarafsız kalmalı. Ama Ankara önüne birden zor bir karar gelebilir: Malatya’daki Kürecik Radar Üssü’nün kullanılmasına izin verilecek mi?
NATO hava savunma sistemi içinde önemli yere sahip Kürecik’in kritik bir işlevi İran füze saldırılarına karşı erken uyarı sağlamaktı. İran’ın olası hedefleri arasında İsrail’in ilk sırada olduğu biliniyordu. Nitekim Kürecik’in kurulduğu günlerde İran, savaş durumunda “savunma sisteminin İran füzelerinden İsrail’i korumaya hizmet edeceğine” işaret ederek memnuniyetsizlik belirtmişti.
Umut edelim ki bölgede ağır yıkıma yol açacağı muhakkak böyle bir savaş olmasın. Ama olursa ve nasıl biterse bitsin, cinnet içindeki İsrail’in güvenliği artmayacak, İsrail daha güven içinde yaşayan bir ülke olamayacak.