Görüntüyü hatırlarsınız. Kilise, ibadet bitmiştir. Önde iki oğlan çocuğu beyaz yakalı önlüklerle ağır ağır yürür ve kutsal sembolleri taşır, arkadan gelen papaz efendi dini mısraları okur. Grup sıraların arasından kortej şeklinde geçerek ibadet son bulur. İşte masumiyeti sembolize eden bu temiz yüzlü oğlan çocuklarına İngilizcede 'Altar Boy' denir. Geçen hafta Washington'dan böyle bir 'Altar Boy' geçti !!! İngiliz Başbakanı Blair.
Son yıllarda kiliseyi zor duruma sokan ve kiliseyi parasal olarak milyonlarca dolar tazminat ödemeye mahkum eden 'peder efendilerin' cinsel taciz rezaletleri malum. Masum kilise oğlanlarının hazin öyküleri medyada sık rastlanan haber kalemi oldu.
Ama çok daha önemlisi, Kilise bir kurum olarak, güven merdiveninde oldukça aşağı basamaklara indi. İngiltere Başbakanı Blair de, korkarım, Irak savaşı sonrası aynı güven merdiveninde hızla aşağı doğru kaymakta. Blair, Washington'da Amerikan Kongresinin
Ortak oturumunda Senatörlere ve Meclis üyelerine hitaben, güzel bir konuşma yaptı.
İngilizlerin 'Anglo-Sakson' geleneğinin gereği, seçilmiş yerinde kelimelerle, tutkulu, kulağa hoş gelen bir konuşma oldu. İngilizcenin en yüksek aksanı ile eski sömürge ülkelerin şimdiki vatandaşlarının kulağına 'müzik' gibi gelen lehçesi ile doğrusu çok etkileyici bir konuşma idi. Ne yazık ki konuşmanın zerafetini bir kenara bırakırsak, içerik olarak boş bir konuşma oldu. Soyut konseptlerle zaman ve mekan belirtmeksizin bir nevi günah çıkardı. O kadar çaresiz kaldı ki, ülkemizde politika esnafının bolca kullandığı 'tarih önünde haklı çıkmak' gibi kavramlara sığındı.
Belki hatırlarsınız, bu satırların yazarı bundan 12 ay önce Irak'ta savaş çıkmayacağını savunmuştu. Irak'ın elinde kitle imha silahlarının ve Saddam'ın nükleer silah kapasitesinin olmadığı biliniyordu. CIA örgütü de bunu biliyordu, Ortadoğunun ciddi gazeteleri de bunu yazıyordu. Yazarınız, bu nedenle ciddi bir askeri harekat beklemiyordu.
Ama İngiliz istihbarat örgütleri, Amerika'ya, 'kasıtlı/kasıtsız', Saddam'ın Afrika'da uranyum peşinde olduğunu bildirdi. Gerisi bugün artık 'tarihsel' hikaye. Koalisyon adı altında, Anglo-Sakson dünyasının iki ahbap çavuşu ABD ve Büyük Britanya, yanlarına çömezleri Avustralya'yı alıp askeri harekatı başlattılar (bakınız Beyaz Koalisyon yazısı). İki buçuk ülkeden müteşekkil koalisyon, despot Saddam'ı devirdi.
Yapılan Tahribat
Önceleri dünya çapında devlet adamı imajı veren Blair, bugün, AB ile Atlantik İttifakı (NATO) arasına fay hattı sokmuş bir politikacı görünümünde. Blair, Amerika Başkanı Bush'un arkasından sadık bir 'junior partner' olarak koşarken kafasından neler geçiriyordu bilinmez. 19.Yüzyıl Büyük Britanyası'nın nostaljisi mi kabarmıştı, yoksa İngiltere'yi bir Avrupa ülkesinden çok bir Atlantik ülkesi olarak mı görüyordu bilinmez.
Bilinen gerçek ise, Blair İngilteresi'nin, Avrupalı ortakları nezdinde ve AB'nin geleceği açısından tamiri zor tahribat yaptığı. Şimdi Fransa ve Almanya eskisi kadar İngiltere'ye gözü kapalı güvenemiyor. Irak savaşı, İngilizlerin 'emperyal' emellerinin yok olmadığını sadece 'uykuya' yatttığını teyit etti. Bundan sonra İngiltere'nin, AB ile eşgüdümlü ekonomi politikası yürütmesi zor.
Şeffaflığı Anlamak
Türkiye gibi sloganlarla düşünen toplumlarda, son zamanların favori deyimi 'şeffaflık' oldu. Canlı yayında yapılan banka özelleştirmesini şeffaflık sayan uzmanlar (!) bankaların içi boşaltılınca bilmiyorum ne kadar akıllandılar. Blair'in Irak konusunda yaptıkları yavaş yavaş aydınlandıkca, İngiltere gibi bir toplumda bile 'şeffaflık' konseptinin nasıl çarpıtılacağı ortaya çıktı. Blair'in BBC ile açık açık çatışması, Uranyum konusunda itirazda bulunan İngiliz bilim adamının şüpheli ölümü, sadece bir kaç örnek.
ABD gibi şeffaflığa aşırı önem veren bir hukuk sistemi, sonunda bu işlerin köküne iner ve gerçekleri bulur.
Bugün Saddam gibi bir diktatör artık iktidarda değil. Bu bir gerçek. Ancak, ne yazık ki acele ile kurulan sanal bir koalisyon gücü ile başlatılan savaş, çamura saplanmış gözükmekte. Savaş kararına gidilen yolda, İngiltere ve ABD'nin istihbarat birimlerinin yayınladığı enformasyonların sağlıklı olmadığı ortaya çıktıkca, liderlere karşı bir güven bunalımı başlayabilir. ABD'de yapılacak başkanlık seçimini çantada keklik gören Bush ilk defa 'kredibilite' sorunu ile karşı karşıya. Blair'e gelince, Anglikan Kilisesinde bol bol duaya ihtiyacı var.
joememt@hotmail.com
21 Temmuz 2003
Washington D.C.
">
Görüntüyü hatırlarsınız. Kilise, ibadet bitmiştir. Önde iki oğlan çocuğu beyaz yakalı önlüklerle ağır ağır yürür ve kutsal sembolleri taşır, arkadan gelen papaz efendi dini mısraları okur. Grup sıraların arasından kortej şeklinde geçerek ibadet son bulur. İşte masumiyeti sembolize eden bu temiz yüzlü oğlan çocuklarına İngilizcede 'Altar Boy' denir. Geçen hafta Washington'dan böyle bir 'Altar Boy' geçti !!! İngiliz Başbakanı Blair.
Son yıllarda kiliseyi zor duruma sokan ve kiliseyi parasal olarak milyonlarca dolar tazminat ödemeye mahkum eden 'peder efendilerin' cinsel taciz rezaletleri malum. Masum kilise oğlanlarının hazin öyküleri medyada sık rastlanan haber kalemi oldu.
Ama çok daha önemlisi, Kilise bir kurum olarak, güven merdiveninde oldukça aşağı basamaklara indi. İngiltere Başbakanı Blair de, korkarım, Irak savaşı sonrası aynı güven merdiveninde hızla aşağı doğru kaymakta. Blair, Washington'da Amerikan Kongresinin
Ortak oturumunda Senatörlere ve Meclis üyelerine hitaben, güzel bir konuşma yaptı.
İngilizlerin 'Anglo-Sakson' geleneğinin gereği, seçilmiş yerinde kelimelerle, tutkulu, kulağa hoş gelen bir konuşma oldu. İngilizcenin en yüksek aksanı ile eski sömürge ülkelerin şimdiki vatandaşlarının kulağına 'müzik' gibi gelen lehçesi ile doğrusu çok etkileyici bir konuşma idi. Ne yazık ki konuşmanın zerafetini bir kenara bırakırsak, içerik olarak boş bir konuşma oldu. Soyut konseptlerle zaman ve mekan belirtmeksizin bir nevi günah çıkardı. O kadar çaresiz kaldı ki, ülkemizde politika esnafının bolca kullandığı 'tarih önünde haklı çıkmak' gibi kavramlara sığındı.
Belki hatırlarsınız, bu satırların yazarı bundan 12 ay önce Irak'ta savaş çıkmayacağını savunmuştu. Irak'ın elinde kitle imha silahlarının ve Saddam'ın nükleer silah kapasitesinin olmadığı biliniyordu. CIA örgütü de bunu biliyordu, Ortadoğunun ciddi gazeteleri de bunu yazıyordu. Yazarınız, bu nedenle ciddi bir askeri harekat beklemiyordu.
Ama İngiliz istihbarat örgütleri, Amerika'ya, 'kasıtlı/kasıtsız', Saddam'ın Afrika'da uranyum peşinde olduğunu bildirdi. Gerisi bugün artık 'tarihsel' hikaye. Koalisyon adı altında, Anglo-Sakson dünyasının iki ahbap çavuşu ABD ve Büyük Britanya, yanlarına çömezleri Avustralya'yı alıp askeri harekatı başlattılar (bakınız Beyaz Koalisyon yazısı). İki buçuk ülkeden müteşekkil koalisyon, despot Saddam'ı devirdi.
Yapılan Tahribat
Önceleri dünya çapında devlet adamı imajı veren Blair, bugün, AB ile Atlantik İttifakı (NATO) arasına fay hattı sokmuş bir politikacı görünümünde. Blair, Amerika Başkanı Bush'un arkasından sadık bir 'junior partner' olarak koşarken kafasından neler geçiriyordu bilinmez. 19.Yüzyıl Büyük Britanyası'nın nostaljisi mi kabarmıştı, yoksa İngiltere'yi bir Avrupa ülkesinden çok bir Atlantik ülkesi olarak mı görüyordu bilinmez.
Bilinen gerçek ise, Blair İngilteresi'nin, Avrupalı ortakları nezdinde ve AB'nin geleceği açısından tamiri zor tahribat yaptığı. Şimdi Fransa ve Almanya eskisi kadar İngiltere'ye gözü kapalı güvenemiyor. Irak savaşı, İngilizlerin 'emperyal' emellerinin yok olmadığını sadece 'uykuya' yatttığını teyit etti. Bundan sonra İngiltere'nin, AB ile eşgüdümlü ekonomi politikası yürütmesi zor.
Şeffaflığı Anlamak
Türkiye gibi sloganlarla düşünen toplumlarda, son zamanların favori deyimi 'şeffaflık' oldu. Canlı yayında yapılan banka özelleştirmesini şeffaflık sayan uzmanlar (!) bankaların içi boşaltılınca bilmiyorum ne kadar akıllandılar. Blair'in Irak konusunda yaptıkları yavaş yavaş aydınlandıkca, İngiltere gibi bir toplumda bile 'şeffaflık' konseptinin nasıl çarpıtılacağı ortaya çıktı. Blair'in BBC ile açık açık çatışması, Uranyum konusunda itirazda bulunan İngiliz bilim adamının şüpheli ölümü, sadece bir kaç örnek.
ABD gibi şeffaflığa aşırı önem veren bir hukuk sistemi, sonunda bu işlerin köküne iner ve gerçekleri bulur.
Bugün Saddam gibi bir diktatör artık iktidarda değil. Bu bir gerçek. Ancak, ne yazık ki acele ile kurulan sanal bir koalisyon gücü ile başlatılan savaş, çamura saplanmış gözükmekte. Savaş kararına gidilen yolda, İngiltere ve ABD'nin istihbarat birimlerinin yayınladığı enformasyonların sağlıklı olmadığı ortaya çıktıkca, liderlere karşı bir güven bunalımı başlayabilir. ABD'de yapılacak başkanlık seçimini çantada keklik gören Bush ilk defa 'kredibilite' sorunu ile karşı karşıya. Blair'e gelince, Anglikan Kilisesinde bol bol duaya ihtiyacı var.
joememt@hotmail.com
21 Temmuz 2003
Washington D.C.