AKP iktidarının basit hesap ve analizleri beceremeyen dış politikası Türkiye’nin güvenliği açısından sık sık yeni riskler yaratıyor.
Ayaküstü kararlarla yürütülen siyaset kaçınılmaz zigzaglar doğuruyor ve uluslararası ilişkilerde büyük önem taşıyan güven duygusunu zedeliyor.
Son örneklerden biri, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine gösterilen veto kartı.
İsveç’in en büyük gazetelerinden Dagens Nyheter hafta başında, kamuoyu araştırması sonuçlarını şu başlıkla açıkladı: “Seçmen Türkiye’ye karşı sert İsveç siyaseti görmek istiyor.”
Öncelikle, şu ara İsveçlilerin çoğunun NATO üyeliğini desteklediğini kaydedelim (%60).
Ankete katılanlara yöneltilen iki soru ve cevaplar şöyle:
“Türkiye İsveç’in NATO üyeliğini onaylamak için koşullar ileri sürüyor. Aşağıdaki iki seçenekten hangisi sizin anlayışınıza daha yakın:
İsveç, NATO üyeliğimizi geciktirse bile, Türkiye’ye karşı İsveç yasaları ve hukuk devleti ilkelerimizin arkasında dik durmalıdır… % 79
İsveç, Türkiye’nin koşullarının karşılanması İsveç yasaları ve hukuk devleti ilkelerinden ödün vermek anlamına gelse bile, mümkün olduğu kadar çabuk NATO üyesi olmaya çalışmalıdır… %10
Kararsız veya bilmiyor… %11”
Sonuçlar net ve kesin. Demokrasilerde halkın %80 görüş birliği ettiği konulara sık rastlanmaz.
İsveç’te NATO’ya katılma kararı sosyal demokratların liderliğindeki koalisyon döneminde alındı. Eylül seçimlerinden sonra, NATO üyeliğine her zaman daha sıcak bakmış muhafazakarlar liderliğinde yeni bir koalisyon hükümeti kuruldu.
Ama hiçbir İsveç hükümeti böylesine kesin kamuoyu tercihini göz ardı edemez. Özetle, AKP iktidarının karşılanması zor taleplerinin akıbeti belli oldu diyebiliriz.
* * *
İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğinin aslında Türkiye’nin çıkarlarıyla bağdaşmayan hiçbir yönü yok. Öyleyse, Yunanistan Başbakanı Miçotakis’i herhalde çok sevindiren veto kartı niçin gösterilir?
Sorun AKP’nin şark pazarlığı alışkanlığı. Sık yaptıkları gibi, siyasi parti ilçe kongrelerindeki delege pazarlığı ile uluslararası ilişkileri karıştırıyorlar.
Başlıca talepler: Bazı kişilerin iadesi, PYD-YPG’ye verilen desteğin kesilmesi, değişik silah ambargolarının kaldırılması ve muhtemelen ABD’den F-16 uçaklarını alabilmek için İsveç ve Finlandiya’ya yeşil ışık yakmayı pazarlık kozu olarak kullanma arayışı.
Washington’un kararına bağlı F-16 satışı hariç, en iyi ihtimalle taleplerin hepsi karşılansa dahi Türkiye’nin çıkarları açısından kritik bir kazanım söz konusu değil.
Mesela İsveç ve Finlandiya PYD-YPG’ye destek vermekten tamamen vazgeçse dahi, ki öyle yapacaklarını açıkladılar, Suriye’nin kuzeyindeki karmaşık sorunun çözümü açısından büyük bir ilerleme söz konusu olmayacak.
Buna karşılık Rusya, PYD-YPG’yi İsveç ve Finlandiya’dan daha çok ve açıktan destekliyor, çok daha etkili. Ama AKP iktidarı Rusya’dan talep etmediğini iki Kuzey Avrupa ülkesine koşul diye dayatıyor.
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!
Sonuçta veto pazarlığı şimdi daha çok bazı isimlerin iadesine indirgendi.
Ama yukarıdaki kamuoyu araştırması, İsveç’in kendi hukuk sistemine bağlı kalacağı ve büyük ölçüde bugüne kadar izlenen siyasete devam edeceğinin işareti. Stockholm’de hangi hükümet işbaşında olursa olsun, AKP’nin özel beklentilerinin karşılanması zor.
AKP’nin taleplerinin hiçbiri hiçbir önem taşımıyor denemez.
Ama ferasetli bir yönetim, o taleplerin büyük kısmını, hatta belki daha fazlasını veto tehdidine başvurmadan kolaylıkla elde edebilir, şimdi uğradığı zararlardan kaçınmış olurdu.
Tabii sorun AKP’nin pek beceremediği diplomatik ferasetten ibaret değil. Türkiye’nin elinin dışarda istisnasız her coğrafyada güçlenmesinin ilk adımı, içerde AKP’nin yıkıntıya çevirdiği hukuk devletinin ayağa kaldırılmasından geçiyor. Öylece, mesela şimdi pazarlık konusu yapılan sorunların büyük kısmı zaten gündemden kalkmış olacaktı.
Sonuçta, bir zamanlar AB adaylığımızı güçlü şekilde destekleyen iki kuzey ülkesinde şimdi Türkiye’ye nasıl bakıldığını yukarıdaki gazete başlığı anlatıyor.
AKP; kolayca veto seçeneğine başvuran, sorun çıkaran, uluslararası platformlarda uyumsuz bir yönetim olduğunu dünyaya gösteriyor. Ama fatura maalesef Türkiye’ye çıkıyor.
Finlandiya Cumhurbaşkanı, veto kararından kısa süre önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın NATO üyeliklerini desteklediğini kendisine söylediğini biraz şaşırarak açıkladı. Böylece Ankara’nın umursamadan zikzak yapar, sabahtan akşama çizgi değiştirir imajı biraz daha güçlendi.
AKP, NATO vetosu üzerinden F-16 talebini daha kolay elde edebileceğini düşünüyorsa yine yanılıyor.
İsveç ve Finlandiya’nın NATO başvurusu sadece bu iki ülkenin tercihi değil. Aynı zamanda NATO’nun patronu ABD’nin güçlü telkinleri ve yönlendirmesi altında gerçekleşti.
Bizzat Başkan Joe Biden konunun takipçisi oldu, iki ülke liderleriyle yoğun görüşmeler yürüttü ve NATO üyeliklerini hararetle teşvik etti.
Biden yönetimi iki İskandinav ülkesinin NATO’da, Baltık Denizi’nden daha kuzeydeki Barents Denizi’ne kadar olan geniş coğrafyada ABD’nin Rusya’yı kuşatma siyasetine ciddi katkı sağlayacağını hesaplıyor.
Bunları daha önce ayrıntılı yazdım. Ancak AKP aniden veto silahını çekerken, iki ülkenin NATO hikayesini ve Biden’ın yaklaşımını belli ki hesaplarında hemen hiç dikkate almadı. O doğrultuda hiçbir analiz görülmedi.
Kimi iktidar sözcüleri, Makedonya’nın NATO üyeliğini Yunanistan’ın yıllarca bloke ettiğini söylüyor. Ama o söylem sadece kendi analiz yeteneklerini gösteriyor.
Makedonya ile İsveç-Finlandiya’nın ağırlığını kıyaslamak abes. İkinci olarak, şimdi konu Avrupa’da çöken güvenlik sistemiyle yakından bağlantılı.
Hem Biden’la sıcak ilişki kurmak istiyor, randevu peşinde koşuyor hem onun en sıcak izlediği konulardan birine çomak sokuyorlar. Üstelik ortada hayati bir gerekçe yok.
Kasım ayında Endonezya’daki G-20 Zirvesi sırasında Polonya’ya düşen füze nedeniyle yapılan NATO kriz toplantısına, oradaki tüm NATO ülkeleri hatta Japonya lideri katıldı. Ama Biden sadece Türkiye Cumhurbaşkanı’nı çağırmadı.
Türkiye’nin 70 yıllık üyeliği boyunca NATO muhtevasında daha ağır muameleye maruz kaldığını hatırlamıyorum. Ama AKP’li sözcüler tavır koyamadı; olayı küçümseyip geçiştirmeye çalıştılar.
Türkiye elbet Amerika’nın her istediğini yapmak zorunda değil. Zaten Soğuk Savaş yıllarında bile öyle yapmadı.
Ama ülke çıkarlarının esas olması, güçlü gerekçelerin bulunması ve nihayet diplomasiye uygun özenli bir üslup gerekiyor.
Erdoğan’ın başka ülkelerin parlamentosuna seçilmiş milletvekillerini suçlaması veya Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun İsveçli meslektaşına medya önünde tuhaf ifadelerle bağırması (“bıktık sizin feminist dış politikanızdan”) Türkiye’nin çıkarlarına hizmet etmiyor.
Cumhuriyet tarihinin en büyük savunma tedariği başarısızlığı, F-35 programından çıkarılmak oldu. Ülke büyük maddi zarara uğradı, daha önemlisi ciddi güvenlik riskleri doğdu.
Onun nedeni de AKP’nin yine kötü hesaplanmış kararla Rusya’dan S-400 alması. Erdoğan “inşallah hem F-35 hem S-400’leri alacağız” diyordu. Ama hesap tutmadı.
Türkiye şimdi o nedenle doğan güvenlik açığını kapatmak için F-16’ları istiyor.
Ancak NATO vetosu devam ederken Washington’dan olumlu F-16 kararı çıkması veya Biden yönetiminin ‘NATO onayına karşılık F-16’lar’ gibi bir pazarlığın kapağını dahi açması zayıf olasılık.
Bu arada Ankara vetoyu kaldırıp iki ülkenin NATO üyeliği yolunu açsa dahi, Biden yönetimi kritik F-16 kararını seçimlerin sonrasına erteleyebilir. Seçimi kimin kazandığı ve seçimlerin ne kadar dürüst veya hileli yapıldığı nihai F-16 kararını etkileyebilir.
Ayaküstü kararla başlatılan AKP’nin veto macerası nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, Türkiye’nin kayıpları elde edilebilecek sınırlı kazançlardan daha fazla olacak.
Ne yazık ki kifayetsiz ve muhteris AKP iktidarının bu hesapsız adımından da zararla çıkacağız.
">AKP iktidarının basit hesap ve analizleri beceremeyen dış politikası Türkiye’nin güvenliği açısından sık sık yeni riskler yaratıyor.
Ayaküstü kararlarla yürütülen siyaset kaçınılmaz zigzaglar doğuruyor ve uluslararası ilişkilerde büyük önem taşıyan güven duygusunu zedeliyor.
Son örneklerden biri, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine gösterilen veto kartı.
İsveç’in en büyük gazetelerinden Dagens Nyheter hafta başında, kamuoyu araştırması sonuçlarını şu başlıkla açıkladı: “Seçmen Türkiye’ye karşı sert İsveç siyaseti görmek istiyor.”
Öncelikle, şu ara İsveçlilerin çoğunun NATO üyeliğini desteklediğini kaydedelim (%60).
Ankete katılanlara yöneltilen iki soru ve cevaplar şöyle:
“Türkiye İsveç’in NATO üyeliğini onaylamak için koşullar ileri sürüyor. Aşağıdaki iki seçenekten hangisi sizin anlayışınıza daha yakın:
İsveç, NATO üyeliğimizi geciktirse bile, Türkiye’ye karşı İsveç yasaları ve hukuk devleti ilkelerimizin arkasında dik durmalıdır… % 79
İsveç, Türkiye’nin koşullarının karşılanması İsveç yasaları ve hukuk devleti ilkelerinden ödün vermek anlamına gelse bile, mümkün olduğu kadar çabuk NATO üyesi olmaya çalışmalıdır… %10
Kararsız veya bilmiyor… %11”
Sonuçlar net ve kesin. Demokrasilerde halkın %80 görüş birliği ettiği konulara sık rastlanmaz.
İsveç’te NATO’ya katılma kararı sosyal demokratların liderliğindeki koalisyon döneminde alındı. Eylül seçimlerinden sonra, NATO üyeliğine her zaman daha sıcak bakmış muhafazakarlar liderliğinde yeni bir koalisyon hükümeti kuruldu.
Ama hiçbir İsveç hükümeti böylesine kesin kamuoyu tercihini göz ardı edemez. Özetle, AKP iktidarının karşılanması zor taleplerinin akıbeti belli oldu diyebiliriz.
* * *
İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğinin aslında Türkiye’nin çıkarlarıyla bağdaşmayan hiçbir yönü yok. Öyleyse, Yunanistan Başbakanı Miçotakis’i herhalde çok sevindiren veto kartı niçin gösterilir?
Sorun AKP’nin şark pazarlığı alışkanlığı. Sık yaptıkları gibi, siyasi parti ilçe kongrelerindeki delege pazarlığı ile uluslararası ilişkileri karıştırıyorlar.
Başlıca talepler: Bazı kişilerin iadesi, PYD-YPG’ye verilen desteğin kesilmesi, değişik silah ambargolarının kaldırılması ve muhtemelen ABD’den F-16 uçaklarını alabilmek için İsveç ve Finlandiya’ya yeşil ışık yakmayı pazarlık kozu olarak kullanma arayışı.
Washington’un kararına bağlı F-16 satışı hariç, en iyi ihtimalle taleplerin hepsi karşılansa dahi Türkiye’nin çıkarları açısından kritik bir kazanım söz konusu değil.
Mesela İsveç ve Finlandiya PYD-YPG’ye destek vermekten tamamen vazgeçse dahi, ki öyle yapacaklarını açıkladılar, Suriye’nin kuzeyindeki karmaşık sorunun çözümü açısından büyük bir ilerleme söz konusu olmayacak.
Buna karşılık Rusya, PYD-YPG’yi İsveç ve Finlandiya’dan daha çok ve açıktan destekliyor, çok daha etkili. Ama AKP iktidarı Rusya’dan talep etmediğini iki Kuzey Avrupa ülkesine koşul diye dayatıyor.
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!
Sonuçta veto pazarlığı şimdi daha çok bazı isimlerin iadesine indirgendi.
Ama yukarıdaki kamuoyu araştırması, İsveç’in kendi hukuk sistemine bağlı kalacağı ve büyük ölçüde bugüne kadar izlenen siyasete devam edeceğinin işareti. Stockholm’de hangi hükümet işbaşında olursa olsun, AKP’nin özel beklentilerinin karşılanması zor.
AKP’nin taleplerinin hiçbiri hiçbir önem taşımıyor denemez.
Ama ferasetli bir yönetim, o taleplerin büyük kısmını, hatta belki daha fazlasını veto tehdidine başvurmadan kolaylıkla elde edebilir, şimdi uğradığı zararlardan kaçınmış olurdu.
Tabii sorun AKP’nin pek beceremediği diplomatik ferasetten ibaret değil. Türkiye’nin elinin dışarda istisnasız her coğrafyada güçlenmesinin ilk adımı, içerde AKP’nin yıkıntıya çevirdiği hukuk devletinin ayağa kaldırılmasından geçiyor. Öylece, mesela şimdi pazarlık konusu yapılan sorunların büyük kısmı zaten gündemden kalkmış olacaktı.
Sonuçta, bir zamanlar AB adaylığımızı güçlü şekilde destekleyen iki kuzey ülkesinde şimdi Türkiye’ye nasıl bakıldığını yukarıdaki gazete başlığı anlatıyor.
AKP; kolayca veto seçeneğine başvuran, sorun çıkaran, uluslararası platformlarda uyumsuz bir yönetim olduğunu dünyaya gösteriyor. Ama fatura maalesef Türkiye’ye çıkıyor.
Finlandiya Cumhurbaşkanı, veto kararından kısa süre önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın NATO üyeliklerini desteklediğini kendisine söylediğini biraz şaşırarak açıkladı. Böylece Ankara’nın umursamadan zikzak yapar, sabahtan akşama çizgi değiştirir imajı biraz daha güçlendi.
AKP, NATO vetosu üzerinden F-16 talebini daha kolay elde edebileceğini düşünüyorsa yine yanılıyor.
İsveç ve Finlandiya’nın NATO başvurusu sadece bu iki ülkenin tercihi değil. Aynı zamanda NATO’nun patronu ABD’nin güçlü telkinleri ve yönlendirmesi altında gerçekleşti.
Bizzat Başkan Joe Biden konunun takipçisi oldu, iki ülke liderleriyle yoğun görüşmeler yürüttü ve NATO üyeliklerini hararetle teşvik etti.
Biden yönetimi iki İskandinav ülkesinin NATO’da, Baltık Denizi’nden daha kuzeydeki Barents Denizi’ne kadar olan geniş coğrafyada ABD’nin Rusya’yı kuşatma siyasetine ciddi katkı sağlayacağını hesaplıyor.
Bunları daha önce ayrıntılı yazdım. Ancak AKP aniden veto silahını çekerken, iki ülkenin NATO hikayesini ve Biden’ın yaklaşımını belli ki hesaplarında hemen hiç dikkate almadı. O doğrultuda hiçbir analiz görülmedi.
Kimi iktidar sözcüleri, Makedonya’nın NATO üyeliğini Yunanistan’ın yıllarca bloke ettiğini söylüyor. Ama o söylem sadece kendi analiz yeteneklerini gösteriyor.
Makedonya ile İsveç-Finlandiya’nın ağırlığını kıyaslamak abes. İkinci olarak, şimdi konu Avrupa’da çöken güvenlik sistemiyle yakından bağlantılı.
Hem Biden’la sıcak ilişki kurmak istiyor, randevu peşinde koşuyor hem onun en sıcak izlediği konulardan birine çomak sokuyorlar. Üstelik ortada hayati bir gerekçe yok.
Kasım ayında Endonezya’daki G-20 Zirvesi sırasında Polonya’ya düşen füze nedeniyle yapılan NATO kriz toplantısına, oradaki tüm NATO ülkeleri hatta Japonya lideri katıldı. Ama Biden sadece Türkiye Cumhurbaşkanı’nı çağırmadı.
Türkiye’nin 70 yıllık üyeliği boyunca NATO muhtevasında daha ağır muameleye maruz kaldığını hatırlamıyorum. Ama AKP’li sözcüler tavır koyamadı; olayı küçümseyip geçiştirmeye çalıştılar.
Türkiye elbet Amerika’nın her istediğini yapmak zorunda değil. Zaten Soğuk Savaş yıllarında bile öyle yapmadı.
Ama ülke çıkarlarının esas olması, güçlü gerekçelerin bulunması ve nihayet diplomasiye uygun özenli bir üslup gerekiyor.
Erdoğan’ın başka ülkelerin parlamentosuna seçilmiş milletvekillerini suçlaması veya Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun İsveçli meslektaşına medya önünde tuhaf ifadelerle bağırması (“bıktık sizin feminist dış politikanızdan”) Türkiye’nin çıkarlarına hizmet etmiyor.
Cumhuriyet tarihinin en büyük savunma tedariği başarısızlığı, F-35 programından çıkarılmak oldu. Ülke büyük maddi zarara uğradı, daha önemlisi ciddi güvenlik riskleri doğdu.
Onun nedeni de AKP’nin yine kötü hesaplanmış kararla Rusya’dan S-400 alması. Erdoğan “inşallah hem F-35 hem S-400’leri alacağız” diyordu. Ama hesap tutmadı.
Türkiye şimdi o nedenle doğan güvenlik açığını kapatmak için F-16’ları istiyor.
Ancak NATO vetosu devam ederken Washington’dan olumlu F-16 kararı çıkması veya Biden yönetiminin ‘NATO onayına karşılık F-16’lar’ gibi bir pazarlığın kapağını dahi açması zayıf olasılık.
Bu arada Ankara vetoyu kaldırıp iki ülkenin NATO üyeliği yolunu açsa dahi, Biden yönetimi kritik F-16 kararını seçimlerin sonrasına erteleyebilir. Seçimi kimin kazandığı ve seçimlerin ne kadar dürüst veya hileli yapıldığı nihai F-16 kararını etkileyebilir.
Ayaküstü kararla başlatılan AKP’nin veto macerası nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, Türkiye’nin kayıpları elde edilebilecek sınırlı kazançlardan daha fazla olacak.
Ne yazık ki kifayetsiz ve muhteris AKP iktidarının bu hesapsız adımından da zararla çıkacağız.