7 Haziran seçimlerinde iki kazanan (HDP-MHP) ve iki kaybeden (AKP-CHP) oldu. Bugünden itibaren bir kaç yazıda, bu dört partiyi yakın dönemde bekleyen gelecekle ilgili bazı analizler yapacağız.
AKP'yle başlayalım. Oyu dokuz puan düştü ve en büyük kaybeden oldu. Ona rağmen %40,9 ciddi bir oy yüzdesini ifade ediyor. En yakın rakibinden %16 ilerde. Hâlâ kayda değer bir hayatiyet taşıyor.
İlaveten, muhalefet partilerinin Meclis başkanlığı seçiminde gösterdiği beceriksizlik, AKP için haklı bir moral doping oldu. Şimdi devletin en yüksek üç görevi de tekrar AKP'de: Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı ve Başbakan.
Ama AKP'nin, Tayyip Erdoğan'dan kaynaklanan iki büyük sorunu var. Bu sorunların düzelmesi mümkün görünmüyor.
Uzaktan kumandalı yönetim olmaz
Erdoğan partinin kurucu lideri. Şu anda Cumhurbaşkanı olarak parti üyesi bile değil. Ama ipler hâlâ tamamen onun elinde. AKP'de istediği her şeyi yaptırma gücüne sahip.
O güce dayanarak, hükümeti ve partiyi uzaktan kumanda ile yönetiyor. Sorun da zaten tam bu noktada başlıyor.
Uzaktan kumanda ile yönetilen bir partinin veya hükümetin başarılı olması mümkün değil. Siyasetin ve yönetimin doğası gereği böyle. Bunun tersine bir örnek bulunmuyor.
Erdoğan'ın, siyasetin bu çelik yasasını bükebilme şansı yok.
Uzaktan kumandayla yönetimin yarattığı problemleri telafi etmek için kendisi doğrudan rol almaya başladığında ve sahaya indiğinde, iki başlılık sorunu ortaya çıkıyor. İki başlı siyasi parti olmaz. İki başlı hükümet olmaz. Bunu son örneğini 7 Haziran seçimlerinde gördük.
Aslında Erdoğan çok tecrübeli bir siyasetçi. Hatta bence, özellikle particilik anlamında, son 50 yılın en tecrübeli genel başkanı. Anlayamadığım şey, bunu nasıl göremediği.
Belki hiç gerçekçi olmayan bir şekilde, başkanlık sistemini getiririm diye düşündü. Bu riskli bir adımdı. Nitekim olmadı. Başkanlık sistemi rüyası bitti.
Hukuk yoksa, kalkınma da yok
AKP'nin, yine Erdoğan'dan kaynaklanan bir büyük sorunu daha var. 17-25 Aralık'ta, Türkiye tarihinde görülen en büyük yolsuzluk skandalı patladı. O tarihten beri Erdoğan, kendisinden ve yakınlarından hukuk hesap soracak diye büyük bir endişe içine girdi.
Çıkış yolu olarak, yargıyı ve mahkemeleri kendine bağlamak, medyayı ve muhalifleri susturmak, kısaca demokratik hukuk devletini rafa kaldırmak yolunu seçti. Bu da Erdoğan'ın ikinci büyük yanlışı.
Bu projenin de yürümesi mümkün değil. Başarı şansı sıfır. Çünkü Türkiye'nin sahip olduğu toplumsal, ekonomik ve siyasal gelişmişlik düzeyi buna asla izin vermez.
Türkiye 10 000 dolar gelir seviyesinde bir ülke. AB'ye aday. NATO üyesi. Batı topluluğunun bir parçası. Kırgızistan veya Azerbaycan değil.
Hukuk devletinin ve düşünce özgürlüğünün olmadığı bir Türkiye projesi, sürdürülebilir bir iş değil. Her şeyden önce ekonomi büyümez, refah artmaz. Hiç bir iktidar bu durumda ayakta kalmaya devam edemez.
Erdoğan kendinden önceki cumhurbaşkanlarının yaptığı gibi, dönüp partisine " cumhurbaşkanı olarak artık arkama bakmam, yolunuz açık olsun, sadece başarınız için duacı olurum" dese, AKP'nin önü açılacak.
Erdoğan asla bırakmaz
Ama belli ki Erdoğan bunu söylemeyecek. AKP içinde ve dışında bazı iyi niyetli çevreler, partiyi bu açmazdan kurtarmak için çözüm arıyor. Parti ve ülke zor durumda diye Erdoğan'ı ikna edebileceklerini sanıyorlar.
Bu arayışları hiç gerçekçi bulmuyorum. Erdoğan'ın düşünce tarzı farklı. Partiyi başkasına bırakırsam, en çok iki üç yıl içinde elimden kayar gider diye hesap yapıyor.
Gerçekten çok zor duruma düştüğünü ve köşeye sıkıştığını görse dahi, başkasına bırakmaz. Çünkü bu işi benden daha iyi kimse yapamaz diye düşünüyor. O noktada Cumhurbaşkanlığını bırakır, partinin başına tekrar kendisi geçer. Bu da Erdoğan'ın elindeki son silahtır.
Ama bu arada Erdoğan'ın, yukarıda sözünü ettiğim iyi niyetli çevreleri olabildiğince idare etmesi gerekiyor. Partiden kopup başına iş açmamaları için, onlara umut vermeye devam etmesi gerekiyor. Tabii diğer taraftan bildiğini okumaya devam edecek.
Yukarıda değindiğim Erdoğan'ın iki büyük yanlışı, AKP'nin sonunu getirecek. Bu iki büyük yanlışa rağmen başarı mümkün değil. Yani, Erbakan'ın kendi partisini bitirmesi gibi, Erdoğan da AKP'yi bitirecek.
Bu arada AKP'nin büyük bir avantajı var. Mevcut muhalefet partileri zayıf. Ciddi bir iktidar alternatifi olamıyorlar. Bu durum AKP'ye bol bol uzatmaları oynama imkanı sağlıyor.
Güçlü bir rakip çıksa, AKP hızla iktidardan düşer. İktidardan düşen bir AKP, herhalde altı ayda dağılır.
Bu arada yeni ve başarılı bir rakip çıkmazsa dahi, kendi yaptığı vahim politika yanlışları da AKP'nin ayağını kaydırabilir. Mesela AKP, hem Kürt sorununu, hem Suriye krizini olağanüstü kötü yönetiyor. Üstelik bu iki konu iç içe geçmiş durumda. Bu iki konudaki ağır yanlışlarla yola devam edebilmek çok zor.
Siyasi kriz
Gelecek hafta CHP'yi ele alacağız. CHP'de umut ışığı yok. Tabii farklı nedenlerle.
Ama AKP ve CHP'nin ortak bir yanı var. Yukarıda kısaca özetlediğimiz nedenlerle, AKP son yıllarda Türkiye'yi yönetme yeteneğini kaybetti. CHP ise öyle bir yeteneğe uzun süredir sahip değil. Bunu gelecek hafta göreceğiz.
Bu durum Türkiye için ciddi bir kriz anlamına geliyor. Toplamda her üç seçmenden ikisinin oyunu alan iki büyük parti, ülkeyi iyi yönetebilecek durumda değil.
Bunun adı siyasi kriz. Şu sırada yaşadığımız şey tam da bu. Türkiye iyi yönetilmiyor. Ne zaman biteceği belli olmayan, korkarım ki uzun sürecek bir kriz.
">
7 Haziran seçimlerinde iki kazanan (HDP-MHP) ve iki kaybeden (AKP-CHP) oldu. Bugünden itibaren bir kaç yazıda, bu dört partiyi yakın dönemde bekleyen gelecekle ilgili bazı analizler yapacağız.
AKP'yle başlayalım. Oyu dokuz puan düştü ve en büyük kaybeden oldu. Ona rağmen %40,9 ciddi bir oy yüzdesini ifade ediyor. En yakın rakibinden %16 ilerde. Hâlâ kayda değer bir hayatiyet taşıyor.
İlaveten, muhalefet partilerinin Meclis başkanlığı seçiminde gösterdiği beceriksizlik, AKP için haklı bir moral doping oldu. Şimdi devletin en yüksek üç görevi de tekrar AKP'de: Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı ve Başbakan.
Ama AKP'nin, Tayyip Erdoğan'dan kaynaklanan iki büyük sorunu var. Bu sorunların düzelmesi mümkün görünmüyor.
Uzaktan kumandalı yönetim olmaz
Erdoğan partinin kurucu lideri. Şu anda Cumhurbaşkanı olarak parti üyesi bile değil. Ama ipler hâlâ tamamen onun elinde. AKP'de istediği her şeyi yaptırma gücüne sahip.
O güce dayanarak, hükümeti ve partiyi uzaktan kumanda ile yönetiyor. Sorun da zaten tam bu noktada başlıyor.
Uzaktan kumanda ile yönetilen bir partinin veya hükümetin başarılı olması mümkün değil. Siyasetin ve yönetimin doğası gereği böyle. Bunun tersine bir örnek bulunmuyor.
Erdoğan'ın, siyasetin bu çelik yasasını bükebilme şansı yok.
Uzaktan kumandayla yönetimin yarattığı problemleri telafi etmek için kendisi doğrudan rol almaya başladığında ve sahaya indiğinde, iki başlılık sorunu ortaya çıkıyor. İki başlı siyasi parti olmaz. İki başlı hükümet olmaz. Bunu son örneğini 7 Haziran seçimlerinde gördük.
Aslında Erdoğan çok tecrübeli bir siyasetçi. Hatta bence, özellikle particilik anlamında, son 50 yılın en tecrübeli genel başkanı. Anlayamadığım şey, bunu nasıl göremediği.
Belki hiç gerçekçi olmayan bir şekilde, başkanlık sistemini getiririm diye düşündü. Bu riskli bir adımdı. Nitekim olmadı. Başkanlık sistemi rüyası bitti.
Hukuk yoksa, kalkınma da yok
AKP'nin, yine Erdoğan'dan kaynaklanan bir büyük sorunu daha var. 17-25 Aralık'ta, Türkiye tarihinde görülen en büyük yolsuzluk skandalı patladı. O tarihten beri Erdoğan, kendisinden ve yakınlarından hukuk hesap soracak diye büyük bir endişe içine girdi.
Çıkış yolu olarak, yargıyı ve mahkemeleri kendine bağlamak, medyayı ve muhalifleri susturmak, kısaca demokratik hukuk devletini rafa kaldırmak yolunu seçti. Bu da Erdoğan'ın ikinci büyük yanlışı.
Bu projenin de yürümesi mümkün değil. Başarı şansı sıfır. Çünkü Türkiye'nin sahip olduğu toplumsal, ekonomik ve siyasal gelişmişlik düzeyi buna asla izin vermez.
Türkiye 10 000 dolar gelir seviyesinde bir ülke. AB'ye aday. NATO üyesi. Batı topluluğunun bir parçası. Kırgızistan veya Azerbaycan değil.
Hukuk devletinin ve düşünce özgürlüğünün olmadığı bir Türkiye projesi, sürdürülebilir bir iş değil. Her şeyden önce ekonomi büyümez, refah artmaz. Hiç bir iktidar bu durumda ayakta kalmaya devam edemez.
Erdoğan kendinden önceki cumhurbaşkanlarının yaptığı gibi, dönüp partisine " cumhurbaşkanı olarak artık arkama bakmam, yolunuz açık olsun, sadece başarınız için duacı olurum" dese, AKP'nin önü açılacak.
Erdoğan asla bırakmaz
Ama belli ki Erdoğan bunu söylemeyecek. AKP içinde ve dışında bazı iyi niyetli çevreler, partiyi bu açmazdan kurtarmak için çözüm arıyor. Parti ve ülke zor durumda diye Erdoğan'ı ikna edebileceklerini sanıyorlar.
Bu arayışları hiç gerçekçi bulmuyorum. Erdoğan'ın düşünce tarzı farklı. Partiyi başkasına bırakırsam, en çok iki üç yıl içinde elimden kayar gider diye hesap yapıyor.
Gerçekten çok zor duruma düştüğünü ve köşeye sıkıştığını görse dahi, başkasına bırakmaz. Çünkü bu işi benden daha iyi kimse yapamaz diye düşünüyor. O noktada Cumhurbaşkanlığını bırakır, partinin başına tekrar kendisi geçer. Bu da Erdoğan'ın elindeki son silahtır.
Ama bu arada Erdoğan'ın, yukarıda sözünü ettiğim iyi niyetli çevreleri olabildiğince idare etmesi gerekiyor. Partiden kopup başına iş açmamaları için, onlara umut vermeye devam etmesi gerekiyor. Tabii diğer taraftan bildiğini okumaya devam edecek.
Yukarıda değindiğim Erdoğan'ın iki büyük yanlışı, AKP'nin sonunu getirecek. Bu iki büyük yanlışa rağmen başarı mümkün değil. Yani, Erbakan'ın kendi partisini bitirmesi gibi, Erdoğan da AKP'yi bitirecek.
Bu arada AKP'nin büyük bir avantajı var. Mevcut muhalefet partileri zayıf. Ciddi bir iktidar alternatifi olamıyorlar. Bu durum AKP'ye bol bol uzatmaları oynama imkanı sağlıyor.
Güçlü bir rakip çıksa, AKP hızla iktidardan düşer. İktidardan düşen bir AKP, herhalde altı ayda dağılır.
Bu arada yeni ve başarılı bir rakip çıkmazsa dahi, kendi yaptığı vahim politika yanlışları da AKP'nin ayağını kaydırabilir. Mesela AKP, hem Kürt sorununu, hem Suriye krizini olağanüstü kötü yönetiyor. Üstelik bu iki konu iç içe geçmiş durumda. Bu iki konudaki ağır yanlışlarla yola devam edebilmek çok zor.
Siyasi kriz
Gelecek hafta CHP'yi ele alacağız. CHP'de umut ışığı yok. Tabii farklı nedenlerle.
Ama AKP ve CHP'nin ortak bir yanı var. Yukarıda kısaca özetlediğimiz nedenlerle, AKP son yıllarda Türkiye'yi yönetme yeteneğini kaybetti. CHP ise öyle bir yeteneğe uzun süredir sahip değil. Bunu gelecek hafta göreceğiz.
Bu durum Türkiye için ciddi bir kriz anlamına geliyor. Toplamda her üç seçmenden ikisinin oyunu alan iki büyük parti, ülkeyi iyi yönetebilecek durumda değil.
Bunun adı siyasi kriz. Şu sırada yaşadığımız şey tam da bu. Türkiye iyi yönetilmiyor. Ne zaman biteceği belli olmayan, korkarım ki uzun sürecek bir kriz.