AİHM kararı, Cemevi ve Aleviler

“AİHM kararından sonra umarım artık Cemevi ibadet yeri kabul edilir.”Avrupa İnan Hakları Mahkemesi...

Haluk Özdalga haluk.ozdalga@haber3.com

“AİHM kararından sonra umarım artık Cemevi ibadet yeri kabul edilir.”

Avrupa İnan Hakları Mahkemesi (AİHM) önemli bir karar açıkladı. Özetle, devletin Cemevi’ni ibadet yeri kabul etmemesi, Alevilerin inanç özgürlüğünün çiğnenmesidir hükmüne vardı.

Kararda belirtildiği gibi, Cemevi’nin ibadet yeri kabul edilmemesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 9. maddesine aykırı. Bu madde çok açık; 'herkes din ve vicdan özgürlüğüne sahiptir ve bu hak ibadet özgürlüğünü de içerir' diyor.

AİHM’de davayı Cem Vakfı Başkanı İzettin Doğan ve arkadaşları açtı. Kendilerini kutluyorum. Türkiye’de din ve vicdan özgürlüğü önündeki engellerin aşılması yolunda önemli bir hizmet yapmış oldular.

Doğan ve arkadaşlarının açtığı davanın bu şekilde sonuçlanacağına emindim. Daha önce, Cemevi’nin ibadet yeri kabul edilmemesi AİHS’nin 9. maddesine aykırıdır diye yazmıştım (Alevinin hakkı, 6.3.2013, Milliyet).

O tavır sadece Avrupa hukukuna değil, bizim Anayasamıza da, mesela 24. maddesine de aykırı. Ama Anayasa’nın açık hükmüne rağmen AKP, Cemevi’ni ibadet yeri olarak kabul etmemekte ısrar etti.

Cemevi’nin ibadet yeri kabul edilmesi için bugüne kadar sadece yazılar yazıp açıklama yapmakla kalmadım. AKP milletvekili olarak görev yaptığım günlerde, belki ikna edebilirim diye, üst düzey yetkililerle defalarca konuştum.

O zaman AKP Genel Başkanı ve Başbakan olan Tayyip Erdoğan’la görüştüm. Hükümette konuyla ilgilenen Bakanlarla, Grup Başkan Vekilleriyle, Genel Merkez yöneticileriyle, Diyanetle konuştum.

Bu çabalarım o günlerde kısmen medyaya da yansıdı. Ama ne yazık ki, katı görüşlerle karşılaştım ve netice alamadım.

Demokratik devlet ve evrensel hukuk açısından sorunun çözümü açıktır. Nasıl ibadet edileceğine ve neyin ibadet olduğuna, sadece ve sadece o inancın mensupları karar verebilir.

Demokratik devlet bütün inançlara eşit mesafede durmalı ve hepsine aynı hakları tanımalıdır. Farklı inanç sahiplerinin hepsinin inancına ve ibadet şekline saygı göstermek zorundadır. İşte AİHM kararı da tam bunları söylüyor.

Bu arada hemen işaret edelim ki, laiklik tartışması nedeniyle şu günlerde devlet bütün inançlara eşit mesafededir diyenler, Cemevi konusunda bu görüşü uygulamadı.

Cemevi’nin ibadet yeri olamayacağını iddia eden iktidar sözcülerinin başlıca iki gerekçesi vardı: 1925 tarihli tekke ve zaviyelerin kapatılması hakkındaki kanun ile her dinde tek bir ibadet yeri olabilir iddiası.

Tabii bu iki iddia da geçerli değil. Geçersiz olduğunu gerekçeleriyle birlikte anlattım ama yine netice alamadım.

Yasaların yorumlanmasında başlıca iki yol vardır. Birincisi lafzi (sözel) yorumdur. Kanun metninde yer alan sözcüklerle ne ifade edildiğine bakılır.

İkincisi amaçsal yorumdur. Kanun koyucunun hangi amacı taşıdığına bakılır.

1925 tarihli kanunun ne lafzi ne de amaçsal yorumundan Cemevi’nin ibadet yeri olmadığı hükmünü çıkartmak mümkün. O kanun, tekke ve zaviyelerin kapatılmasını, cami ve mescitlerin devam etmesini hükme bağlar.

Ama nerelerin ibadet yeri olduğu veya olmadığı hakkında bir düzenleme getirmez. Tekke veya zaviye ile Cemevi arasında hukuki bir özdeşlik de kurulamaz.

O kanunun, hangi mekanların ibadet yeri olup olmadığını belirlemek gibi bir amacının olmadığı da, müzakere tutanaklarından açıkça görülür.

Tekke ve zaviyelerle ilgili bu kanun, dine olumlu gözle bakmayan o dönem zihniyetinin bir ürünüydü. Amacı dini kontrol altına almaktı.

Dine kuşkuyla bakan zihniyete ait bir kanunun, şimdi dindar olduğunu söyleyenler tarafından benzer amaçlar için kullanılması herhalde tarihin acı bir cilvesidir.

Tek ibadet yeri?

Cemevi'ni ibadet yeri kabul etmeyenlerin daha önemli gerekçesi, her dinde sadece tek bir ibadet yeri olur iddiasıdır, ama o da geçerli değildir. Dayanağı belli olmayan bu iddia, İslam tarihine aykırıdır.

Hele bu iddianın “her dinde” diye bütün dinleri kapsayacak şekilde yapılması, hiç ciddiye alınamaz. Muğlak bir görüştür, çünkü tam olarak ne söylenmek istendiği belli değildir.

Tek olduğu iddia edilen şey nedir? İbadet yerinin ismi mi, iç veya dış mimarisi mi, yoksa ibadet şekli mi?

Mimari ve ibadet şekillerinin büyük değişiklik gösterdiği bilindiği için, genellikle isimin tek olduğu ima ediliyor. Halbuki Hıristiyanlıkta çok farklı isimler altında ibadet yerleri vardır.

Bizim için daha önemli olan Sünni ve Şia İslam’ında da öyledir. Hz. Muhammed zamanında Arabistan’da musalla, Osmanlı’da namazgâh, bazı Şiilerin özellikle Lübnan bölgesindeki ibadet yeri halavat, 10. yüzyıldan itibaren İran ve daha doğuda Allah’a ibadet için kullanılan hanaka örneklerden sadece birkaçıdır.

İslam tarihinde neyin ibadet olduğu tartışılmış bir konudur. Mesela Zikir ibadet midir?

Katı ve dar yorumlarıyla tanınan din alimi İbn Teymiyye’ye (1263-1328) göre dahi, eşdeğerde olmasa bile, zikir ibadettir. Eğer zikir ibadet kabul edilirse, İslam’da ibadet yerleri çok daha büyük bir çeşitlilik ve zenginlik kazanacaktır.

Mesela Mağrip İslam’ında ve özellikle Libya bölgesinde, zaviye’nin ibadet yeri olmadığı herhalde tasavvur dahi edilemez.

AKP’nin savunduğu her dinde (veya İslam’da) tek ibadet yeri vardır görüşü İslam tarihinden çok, erken Cumhuriyet döneminin tek tipçi ideolojisinin etkisi altında şekillenmiş temelsiz bir varsayımdır.

Kimse dışlanmasın

Aleviler bugün, mesela 10-15 sene öncesine kıyasla kendilerini çok daha dışlanmış ve ötekileştirilmiş hissediyor. O nedenle öfke ve nefret duygusu içindeler.

Alevilerin son dönemdeki dışlanma ve aşağılanma sürecinde, başlangıçta büyük umutlar doğuran Alevi Açılımı’nın fiyaskoyla son bulması önemli bir rol oynadı. Tabii bugün gelinen durumun tek nedeni elbette bundan ibaret değil.

2009’un ilk aylarında AKP hükümeti bir Alevi açılımı başlatacağını ilan etti. Haziran 2009-Ocak 2010 arasında yedi Çalıştay düzenlendi.

Bu çalışmalar başlangıçta olumlu bir hava ve umut doğurdu. Kamuoyu somut adımlar içeren bir reform paketini beklemeye başladı. Çalışmanın sonuçları ve reform önerileri, bir Nihai Rapor ile kamuoyuna duyurulacaktı.

Beklenen Nihai Rapor sekiz ay süren Çalıştaylar tamamlandıktan 14 ay sonra, Mart 2011’nin son günlerinde açıklanabildi. Rapor kısa bir metinden ibaretti ve Alevilerin eşit vatandaşlık taleplerine dönük hiç bir reform önerisi içermiyordu!

Açılımın içinin boş olduğu ortaya çıktıktan sonra, Madımak Oteli’nin Bilim ve Kültür Merkezi yapılması gibi kozmetik düzenlemeler dışında, aradan uzun yıllar geçti ama Alevilerin haklı taleplerini karşılamaya dönük tek bir adım atılmadı.

İktidar sözcülerinin sık dile getirdikleri ve Rapor’da da yer alan bir görüşe göre, tek başına Çalıştayların yapılmış olması dahi önemli bir adım anlamına geliyordu. Çünkü Aleviler ilk kez devletin resmi makamları tarafından muhatap alınmıştı!

Bu dilin ne kadar aşağılayıcı olduğu açıktır. Aleviler, adam yerine koyulup devlet tarafından görüşleri dinlendiği için -bu görüşler hiç dikkate alınmasa da- mutlu olmalıydı!

Tabii Alevilerin ilk kez devlet tarafından muhatap alındığı iddiası da doğru değil. Bugüne kadar, AKP’den hemen önceki 57. hükümet dahil, pek çok iktidar Alevi temsilcileriyle görüştü ve onları dinledi.

Ama daha önce hiç kimse Alevileri, bakın lütfettim sizi muhatap kabul ettim, öyleyse buna sevinin diye aşağılamadı.

Rapor’un Cemevi önerisi aynen şöyledir: “cem evlerine ‘ibadethane’ denmeksizin, dernek ve vakıflarına imkan tanımak ve kamu düzenini bozmadıkları sürece bu kurumlara, ilgili yönetimlerin yardımcı olmasıdır” (s.175).

Raporun rahatsız edici dili ve fikri perişanlığı çarpıcıdır. Kamu düzenini bozanlara karşı yasaların öngördüğü uygulamanın herkese yapılacağı tabiidir.

Ama hiç gerek olmadığı halde, hele bir diyalog ortamı yaratma çabası içindeyken Alevilere bu hatırlatmanın yapılması, elbette onu yapanların taşıdığı önyargıları açığa vurmaktan daha fazla bir anlam taşımaz.

Nihai Rapor’un en rahatsız edici yönü Cemevleri konusunda yukarıda özetlenen sakat yaklaşım değil. Daha vahim olan, Rapor’a geniş bir şekilde sinmiş ve Alevilere tepeden bakan, tahkir edici zihniyet.

Rapor’un belki de en önemli katkısı, sözde entelektüel bir üslup arkasında kendisini saklamaya çalışan bu sağlıksız zihniyeti bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermesi oldu.

Rapor’a göre Aleviler kendi inançlarını açıklama yetisine sahip değil ve örgütsel yapıların ürettiği tuhaf düşüncelere teslim olmuş durumdalar. Şimdi aceleci bir tavır içinde çözüm arayışındalar ama bunu başarmaları zordur.

Alviler etkili bir söyleme sahip değildir ve kısır tartışmalar içine gömülüp kalmıştır. Alevilerin temel hak ve özgürlüklerine sahip çıkmaya çalışması “talepkârlıktır”, yani hak etmedikleri şeyleri istemeleridir, vs…

Önyargılardan ve cehaletten fışkıran bu zihniyetin daha iyi anlaşılabilmesi için biraz geniş bir alıntıyı aşağıda veriyorum:

“Aleviler kendilerini açıklama konusunda yeterli hiç bir çabaya da sahip değildirler. Görünen manzara, kendilerini açıklama konusunda genellikle ‘lâ yüs’el’ (sorumsuz) olduklarıdır…

Aleviler, dar örgütsel yapıların ürettiği radikal, mitik ve romantik çıkışların cenderesini kırmak zorundadırlar… oldukça aceleci bir şekilde Aleviliğin yeniden biçimlendirilmesine yönelik olarak formüle edilen taleplerin ne gelenekle ne modernlikle ne de dünyanın gidişatıyla sağlıklı bir yüzleşme ve hesaplaşma olanağına yol açtığı düşünülebilir.

Aceleci çözüm arayışları duygusal açıdan pekâlâ anlamlı sayılabilir… (ama) bu telaş, laikleşme, bireyselleşme ve özgürleşme isteğiyle hiç bir şekilde uyuşmamaktadır…

 Alevi talepkârlığının sınırlarının, muhkem bir retorik etrafında şekillendiğini söylemek de bir hayli güçtür… Parçalı örgütlenme yapıları, Alevi’nin kendini hangi referans dünyasında konumlandıracağı konusunda çoğu verimsiz sayılabilecek tartışmalara yol açmaktadır...

(Alevilerin) tartışma dili genellikle siyasidir, bununla birlikte genel akademik ya da entelektüel bir yeterliliğe sahip analizlere pek ihtiyaç duymayan çıkışlarıyla bile güçlü bir kamuoyu oluşturmayı başarmışlardır” (s.73-83).

Çok partili döneme geçtiğimizden bu yana hiç bir resmi belgede, Alevilerin alenen ve bu denli geniş bir şekilde aşağılandığını, küçük düşürüldüğünü ve istihzaya uğradığını hatırlamıyorum.

Bu yersiz ve yakışıksız sözlerin üstünde fazla durmak istemiyorum. Sadece bir hususa işaret edeceğim. Rapor’u kaleme alanlar, Alevi taleplerinin esas itibariyle siyasi talepler olduğunun dahi farkında değil.

Aleviler eşit vatandaş olmak istiyor. Hak ve özgürlük istiyor. Bu taleplerin muhatabı devlet. Bunların hepsi siyasi talep.

Rapor ise, haklarını talep eden Alevileri teolojik değil siyasi dil kullandığı için eleştiriyor! Öyle görünüyor ki raporu hazırlayanlar bu işi, devlet denilen siyasi teşkilatlanma adına yaptıklarının dahi farkında değil!

Konu her şeyden önce bir inanç ve ibadet özgürlüğü sorunudur. Temel siyasal haklarla ilgilidir. Demokratik hukuk devleti açısından kabul edilebilir çözümü bellidir.

Bir inanç grubu nereyi ibadet kabul ediyorsa ve nasıl ibadet etmeyi uygun buluyorsa, devletin de bu tercihlere saygı göstermesi ve diğer inanç gruplarına sağladığı imkanları eşit bir şekilde sağlaması gerekir. İnanç özgürlüğü denen temel siyasi hakkın olmazsa olmaz şartı budur.

AİHM kararından sonra umarım artık Cemevi ibadet yeri kabul edilir.

Milyonlarca Alevinin ibadetini yok sayan ve onu küçük düşüren bir ülke 21. yüzyılda başarılı olabilir mi?

">

“AİHM kararından sonra umarım artık Cemevi ibadet yeri kabul edilir.”

Avrupa İnan Hakları Mahkemesi (AİHM) önemli bir karar açıkladı. Özetle, devletin Cemevi’ni ibadet yeri kabul etmemesi, Alevilerin inanç özgürlüğünün çiğnenmesidir hükmüne vardı.

Kararda belirtildiği gibi, Cemevi’nin ibadet yeri kabul edilmemesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 9. maddesine aykırı. Bu madde çok açık; 'herkes din ve vicdan özgürlüğüne sahiptir ve bu hak ibadet özgürlüğünü de içerir' diyor.

AİHM’de davayı Cem Vakfı Başkanı İzettin Doğan ve arkadaşları açtı. Kendilerini kutluyorum. Türkiye’de din ve vicdan özgürlüğü önündeki engellerin aşılması yolunda önemli bir hizmet yapmış oldular.

Doğan ve arkadaşlarının açtığı davanın bu şekilde sonuçlanacağına emindim. Daha önce, Cemevi’nin ibadet yeri kabul edilmemesi AİHS’nin 9. maddesine aykırıdır diye yazmıştım (Alevinin hakkı, 6.3.2013, Milliyet).

O tavır sadece Avrupa hukukuna değil, bizim Anayasamıza da, mesela 24. maddesine de aykırı. Ama Anayasa’nın açık hükmüne rağmen AKP, Cemevi’ni ibadet yeri olarak kabul etmemekte ısrar etti.

Cemevi’nin ibadet yeri kabul edilmesi için bugüne kadar sadece yazılar yazıp açıklama yapmakla kalmadım. AKP milletvekili olarak görev yaptığım günlerde, belki ikna edebilirim diye, üst düzey yetkililerle defalarca konuştum.

O zaman AKP Genel Başkanı ve Başbakan olan Tayyip Erdoğan’la görüştüm. Hükümette konuyla ilgilenen Bakanlarla, Grup Başkan Vekilleriyle, Genel Merkez yöneticileriyle, Diyanetle konuştum.

Bu çabalarım o günlerde kısmen medyaya da yansıdı. Ama ne yazık ki, katı görüşlerle karşılaştım ve netice alamadım.

Demokratik devlet ve evrensel hukuk açısından sorunun çözümü açıktır. Nasıl ibadet edileceğine ve neyin ibadet olduğuna, sadece ve sadece o inancın mensupları karar verebilir.

Demokratik devlet bütün inançlara eşit mesafede durmalı ve hepsine aynı hakları tanımalıdır. Farklı inanç sahiplerinin hepsinin inancına ve ibadet şekline saygı göstermek zorundadır. İşte AİHM kararı da tam bunları söylüyor.

Bu arada hemen işaret edelim ki, laiklik tartışması nedeniyle şu günlerde devlet bütün inançlara eşit mesafededir diyenler, Cemevi konusunda bu görüşü uygulamadı.

Cemevi’nin ibadet yeri olamayacağını iddia eden iktidar sözcülerinin başlıca iki gerekçesi vardı: 1925 tarihli tekke ve zaviyelerin kapatılması hakkındaki kanun ile her dinde tek bir ibadet yeri olabilir iddiası.

Tabii bu iki iddia da geçerli değil. Geçersiz olduğunu gerekçeleriyle birlikte anlattım ama yine netice alamadım.

Yasaların yorumlanmasında başlıca iki yol vardır. Birincisi lafzi (sözel) yorumdur. Kanun metninde yer alan sözcüklerle ne ifade edildiğine bakılır.

İkincisi amaçsal yorumdur. Kanun koyucunun hangi amacı taşıdığına bakılır.

1925 tarihli kanunun ne lafzi ne de amaçsal yorumundan Cemevi’nin ibadet yeri olmadığı hükmünü çıkartmak mümkün. O kanun, tekke ve zaviyelerin kapatılmasını, cami ve mescitlerin devam etmesini hükme bağlar.

Ama nerelerin ibadet yeri olduğu veya olmadığı hakkında bir düzenleme getirmez. Tekke veya zaviye ile Cemevi arasında hukuki bir özdeşlik de kurulamaz.

O kanunun, hangi mekanların ibadet yeri olup olmadığını belirlemek gibi bir amacının olmadığı da, müzakere tutanaklarından açıkça görülür.

Tekke ve zaviyelerle ilgili bu kanun, dine olumlu gözle bakmayan o dönem zihniyetinin bir ürünüydü. Amacı dini kontrol altına almaktı.

Dine kuşkuyla bakan zihniyete ait bir kanunun, şimdi dindar olduğunu söyleyenler tarafından benzer amaçlar için kullanılması herhalde tarihin acı bir cilvesidir.

Tek ibadet yeri?

Cemevi'ni ibadet yeri kabul etmeyenlerin daha önemli gerekçesi, her dinde sadece tek bir ibadet yeri olur iddiasıdır, ama o da geçerli değildir. Dayanağı belli olmayan bu iddia, İslam tarihine aykırıdır.

Hele bu iddianın “her dinde” diye bütün dinleri kapsayacak şekilde yapılması, hiç ciddiye alınamaz. Muğlak bir görüştür, çünkü tam olarak ne söylenmek istendiği belli değildir.

Tek olduğu iddia edilen şey nedir? İbadet yerinin ismi mi, iç veya dış mimarisi mi, yoksa ibadet şekli mi?

Mimari ve ibadet şekillerinin büyük değişiklik gösterdiği bilindiği için, genellikle isimin tek olduğu ima ediliyor. Halbuki Hıristiyanlıkta çok farklı isimler altında ibadet yerleri vardır.

Bizim için daha önemli olan Sünni ve Şia İslam’ında da öyledir. Hz. Muhammed zamanında Arabistan’da musalla, Osmanlı’da namazgâh, bazı Şiilerin özellikle Lübnan bölgesindeki ibadet yeri halavat, 10. yüzyıldan itibaren İran ve daha doğuda Allah’a ibadet için kullanılan hanaka örneklerden sadece birkaçıdır.

İslam tarihinde neyin ibadet olduğu tartışılmış bir konudur. Mesela Zikir ibadet midir?

Katı ve dar yorumlarıyla tanınan din alimi İbn Teymiyye’ye (1263-1328) göre dahi, eşdeğerde olmasa bile, zikir ibadettir. Eğer zikir ibadet kabul edilirse, İslam’da ibadet yerleri çok daha büyük bir çeşitlilik ve zenginlik kazanacaktır.

Mesela Mağrip İslam’ında ve özellikle Libya bölgesinde, zaviye’nin ibadet yeri olmadığı herhalde tasavvur dahi edilemez.

AKP’nin savunduğu her dinde (veya İslam’da) tek ibadet yeri vardır görüşü İslam tarihinden çok, erken Cumhuriyet döneminin tek tipçi ideolojisinin etkisi altında şekillenmiş temelsiz bir varsayımdır.

Kimse dışlanmasın

Aleviler bugün, mesela 10-15 sene öncesine kıyasla kendilerini çok daha dışlanmış ve ötekileştirilmiş hissediyor. O nedenle öfke ve nefret duygusu içindeler.

Alevilerin son dönemdeki dışlanma ve aşağılanma sürecinde, başlangıçta büyük umutlar doğuran Alevi Açılımı’nın fiyaskoyla son bulması önemli bir rol oynadı. Tabii bugün gelinen durumun tek nedeni elbette bundan ibaret değil.

2009’un ilk aylarında AKP hükümeti bir Alevi açılımı başlatacağını ilan etti. Haziran 2009-Ocak 2010 arasında yedi Çalıştay düzenlendi.

Bu çalışmalar başlangıçta olumlu bir hava ve umut doğurdu. Kamuoyu somut adımlar içeren bir reform paketini beklemeye başladı. Çalışmanın sonuçları ve reform önerileri, bir Nihai Rapor ile kamuoyuna duyurulacaktı.

Beklenen Nihai Rapor sekiz ay süren Çalıştaylar tamamlandıktan 14 ay sonra, Mart 2011’nin son günlerinde açıklanabildi. Rapor kısa bir metinden ibaretti ve Alevilerin eşit vatandaşlık taleplerine dönük hiç bir reform önerisi içermiyordu!

Açılımın içinin boş olduğu ortaya çıktıktan sonra, Madımak Oteli’nin Bilim ve Kültür Merkezi yapılması gibi kozmetik düzenlemeler dışında, aradan uzun yıllar geçti ama Alevilerin haklı taleplerini karşılamaya dönük tek bir adım atılmadı.

İktidar sözcülerinin sık dile getirdikleri ve Rapor’da da yer alan bir görüşe göre, tek başına Çalıştayların yapılmış olması dahi önemli bir adım anlamına geliyordu. Çünkü Aleviler ilk kez devletin resmi makamları tarafından muhatap alınmıştı!

Bu dilin ne kadar aşağılayıcı olduğu açıktır. Aleviler, adam yerine koyulup devlet tarafından görüşleri dinlendiği için -bu görüşler hiç dikkate alınmasa da- mutlu olmalıydı!

Tabii Alevilerin ilk kez devlet tarafından muhatap alındığı iddiası da doğru değil. Bugüne kadar, AKP’den hemen önceki 57. hükümet dahil, pek çok iktidar Alevi temsilcileriyle görüştü ve onları dinledi.

Ama daha önce hiç kimse Alevileri, bakın lütfettim sizi muhatap kabul ettim, öyleyse buna sevinin diye aşağılamadı.

Rapor’un Cemevi önerisi aynen şöyledir: “cem evlerine ‘ibadethane’ denmeksizin, dernek ve vakıflarına imkan tanımak ve kamu düzenini bozmadıkları sürece bu kurumlara, ilgili yönetimlerin yardımcı olmasıdır” (s.175).

Raporun rahatsız edici dili ve fikri perişanlığı çarpıcıdır. Kamu düzenini bozanlara karşı yasaların öngördüğü uygulamanın herkese yapılacağı tabiidir.

Ama hiç gerek olmadığı halde, hele bir diyalog ortamı yaratma çabası içindeyken Alevilere bu hatırlatmanın yapılması, elbette onu yapanların taşıdığı önyargıları açığa vurmaktan daha fazla bir anlam taşımaz.

Nihai Rapor’un en rahatsız edici yönü Cemevleri konusunda yukarıda özetlenen sakat yaklaşım değil. Daha vahim olan, Rapor’a geniş bir şekilde sinmiş ve Alevilere tepeden bakan, tahkir edici zihniyet.

Rapor’un belki de en önemli katkısı, sözde entelektüel bir üslup arkasında kendisini saklamaya çalışan bu sağlıksız zihniyeti bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermesi oldu.

Rapor’a göre Aleviler kendi inançlarını açıklama yetisine sahip değil ve örgütsel yapıların ürettiği tuhaf düşüncelere teslim olmuş durumdalar. Şimdi aceleci bir tavır içinde çözüm arayışındalar ama bunu başarmaları zordur.

Alviler etkili bir söyleme sahip değildir ve kısır tartışmalar içine gömülüp kalmıştır. Alevilerin temel hak ve özgürlüklerine sahip çıkmaya çalışması “talepkârlıktır”, yani hak etmedikleri şeyleri istemeleridir, vs…

Önyargılardan ve cehaletten fışkıran bu zihniyetin daha iyi anlaşılabilmesi için biraz geniş bir alıntıyı aşağıda veriyorum:

“Aleviler kendilerini açıklama konusunda yeterli hiç bir çabaya da sahip değildirler. Görünen manzara, kendilerini açıklama konusunda genellikle ‘lâ yüs’el’ (sorumsuz) olduklarıdır…

Aleviler, dar örgütsel yapıların ürettiği radikal, mitik ve romantik çıkışların cenderesini kırmak zorundadırlar… oldukça aceleci bir şekilde Aleviliğin yeniden biçimlendirilmesine yönelik olarak formüle edilen taleplerin ne gelenekle ne modernlikle ne de dünyanın gidişatıyla sağlıklı bir yüzleşme ve hesaplaşma olanağına yol açtığı düşünülebilir.

Aceleci çözüm arayışları duygusal açıdan pekâlâ anlamlı sayılabilir… (ama) bu telaş, laikleşme, bireyselleşme ve özgürleşme isteğiyle hiç bir şekilde uyuşmamaktadır…

 Alevi talepkârlığının sınırlarının, muhkem bir retorik etrafında şekillendiğini söylemek de bir hayli güçtür… Parçalı örgütlenme yapıları, Alevi’nin kendini hangi referans dünyasında konumlandıracağı konusunda çoğu verimsiz sayılabilecek tartışmalara yol açmaktadır...

(Alevilerin) tartışma dili genellikle siyasidir, bununla birlikte genel akademik ya da entelektüel bir yeterliliğe sahip analizlere pek ihtiyaç duymayan çıkışlarıyla bile güçlü bir kamuoyu oluşturmayı başarmışlardır” (s.73-83).

Çok partili döneme geçtiğimizden bu yana hiç bir resmi belgede, Alevilerin alenen ve bu denli geniş bir şekilde aşağılandığını, küçük düşürüldüğünü ve istihzaya uğradığını hatırlamıyorum.

Bu yersiz ve yakışıksız sözlerin üstünde fazla durmak istemiyorum. Sadece bir hususa işaret edeceğim. Rapor’u kaleme alanlar, Alevi taleplerinin esas itibariyle siyasi talepler olduğunun dahi farkında değil.

Aleviler eşit vatandaş olmak istiyor. Hak ve özgürlük istiyor. Bu taleplerin muhatabı devlet. Bunların hepsi siyasi talep.

Rapor ise, haklarını talep eden Alevileri teolojik değil siyasi dil kullandığı için eleştiriyor! Öyle görünüyor ki raporu hazırlayanlar bu işi, devlet denilen siyasi teşkilatlanma adına yaptıklarının dahi farkında değil!

Konu her şeyden önce bir inanç ve ibadet özgürlüğü sorunudur. Temel siyasal haklarla ilgilidir. Demokratik hukuk devleti açısından kabul edilebilir çözümü bellidir.

Bir inanç grubu nereyi ibadet kabul ediyorsa ve nasıl ibadet etmeyi uygun buluyorsa, devletin de bu tercihlere saygı göstermesi ve diğer inanç gruplarına sağladığı imkanları eşit bir şekilde sağlaması gerekir. İnanç özgürlüğü denen temel siyasi hakkın olmazsa olmaz şartı budur.

AİHM kararından sonra umarım artık Cemevi ibadet yeri kabul edilir.

Milyonlarca Alevinin ibadetini yok sayan ve onu küçük düşüren bir ülke 21. yüzyılda başarılı olabilir mi?

Tüm yazılarını göster