Afrika’da kanlı korsan, Lizbon’da şanlı bezirgan

Haber3.com yazarı R. Bülend Kırmacı yazdı: Afrika’da kanlı korsan, Lizbon’da şanlı bezirgan

R. Bülend Kırmacı r.b.kirmaci@gmail.com

Nazım’ın yazıma başlığını veren bu ünlü dizeleri emperyalist güçleri yargılar.

Büyük ozan, kendi evlatları üzerindeki sömürüyü kanlı bir soygun olarak “geri kalmış” halklara aktaran Batı’yı sorgular…

Üstelik “demokrasi, hukuk, uygarlık” kılıfına bürünmüştür bu sömürü ve soygun ve tam da insanoğlunun “iki yüzlüğüne” karşılık gelir.

 Benzer bir “iki yüzlülük” Türkiye siyaseti için de geçerlidir…

Vizyondaki Partilerin vaatleri ile iktidar erkini elde ettiklerindeki uygulamaları çoğunlukla birbirini tutmaz… Mebus veya belediye başkanı adaylarının yaşayışları, eğitimleri, değer yargıları, aday gösterildikleri Partinin ideolojisi, programı, uygulama standartlarıyla pek bağdaşmaz…

 Neden?..

 Çünkü halkın yoksulluğu ve hafızasının zayıflığı üzerine “oyunu kurarlar”.

Sonra da etkin oldukları medya, anket, araştırma şirketleri vasıtasıyla kitlelerin “oyunu/reyini” isterler ve maalesef bu ezberin tekrarında da “başarılı” olurlar…

 Neredeyse her Partinin ve adaylarının sırtını sıvazlayan “iş insanları”, “kanaat önderleri(!)”, popüler kişiler vardır; sonuçta “sandık demokrasisihalkın geneli için bir solukluk saltanat, halkı sömürenler için yeni fırsatlar ve imkanlar demektir…

 Bu ezberin bozulması, bu denklemim değişmesi, eğitim ve ekonomik bağımsızlıkla olanaklıdır… Eğitim ve ekonomi yaşamı belirleyen temel dinamiklerdir. Dolayısıyla, çağdaş bir eğitim alan ve kurallı istihdamda yer bulan bireyler ile geliri, geçimi, tasarruf olanakları iyileştirilen ailelerin sayısı ve oranı, demokrasi için en değerli kazanım olacaktır.

 Öyle olacaktır, çünkü, bilinçli kitleleri, sağın ve solun simyacıları kolaydan kandıramaz…

Yapılacak her seçime “hangi ittifak, hangi Parti kazanır?” diye değil, Türkiye’de halk ne kazanır? veya bu aşamada “neleri kaybetmekten” korunur, diye bakmak esas olmalıdır…

 Evet, bizde de Afrika’da kanlı korsan, Lizbon’da şanlı bezirgan rolü zaten çok iyi oynanmaktadır. “İki yüzlülük” iktidarıyla muhalefetiyle ve en sırıtkan haliyle, kadınlı erkekli zübükler tarafından 7/24 icra edilmektedir…

 Düşünelim: Emekli maaşlarına refah payı konusunda (bütçe yetersiz) diyenler, kendi maaşlarını geometrik dizilerle artırmaktadırlar…

 Savunma sanayindeki “millileşme” olgusu ve vurgusuna karşılık iki de bir ABD’nden uçak alamadık diye hayıflanılmaktadır…

 “Dindar” geçinenlerden kimileri, üstelik kamu görevlisi oldukları halde, “kul hakkının yenilmesinden veya çocukların istismar edilmesinden rahatsızlık duygularını bile ifade etmemektedirler.

 Basın bayramlarında gazetecileri kutlayanlar, özgürce haber yapanlara hayatın zindan edilmesinden habersiz görünmektedirler!

 364 gün kapitalistler gibi “yaşayanlar”, zengin sofralarına eteklenenler, 1 Mayıslarda işçi tulumu giyip, poz vermekte, ahkam kesmektedirler.

 Ülkede “demokrasiyi” savunanlar, Partilerini bir-iki ne idüğü belirsiz grubum idaresine bırakıp, “koltuk demokrasisi” oynamaktadırlar…

 Bu örnekleri çoğaltabiliriz değerli okurlarım… Ancak bu düzeni bugünden yarına değiştiremeyiz…

 Her birimiz mesleklerini en iyi yaparak, iyi birer aile bireyi ve yurttaş olma konusundaki irademizi koruyarak gerçekten güzel günlere inanmaya ve dayanışmaya mecburuz…

 Ve günün sahnesinde olanlara gelecek adına geçmişten şöyle seslenmek durumundayız:

 “Ya olduğunuz gibi görünün / Ya göründüğünüz gibi olun!” …

">

Nazım’ın yazıma başlığını veren bu ünlü dizeleri emperyalist güçleri yargılar.

Büyük ozan, kendi evlatları üzerindeki sömürüyü kanlı bir soygun olarak “geri kalmış” halklara aktaran Batı’yı sorgular…

Üstelik “demokrasi, hukuk, uygarlık” kılıfına bürünmüştür bu sömürü ve soygun ve tam da insanoğlunun “iki yüzlüğüne” karşılık gelir.

 Benzer bir “iki yüzlülük” Türkiye siyaseti için de geçerlidir…

Vizyondaki Partilerin vaatleri ile iktidar erkini elde ettiklerindeki uygulamaları çoğunlukla birbirini tutmaz… Mebus veya belediye başkanı adaylarının yaşayışları, eğitimleri, değer yargıları, aday gösterildikleri Partinin ideolojisi, programı, uygulama standartlarıyla pek bağdaşmaz…

 Neden?..

 Çünkü halkın yoksulluğu ve hafızasının zayıflığı üzerine “oyunu kurarlar”.

Sonra da etkin oldukları medya, anket, araştırma şirketleri vasıtasıyla kitlelerin “oyunu/reyini” isterler ve maalesef bu ezberin tekrarında da “başarılı” olurlar…

 Neredeyse her Partinin ve adaylarının sırtını sıvazlayan “iş insanları”, “kanaat önderleri(!)”, popüler kişiler vardır; sonuçta “sandık demokrasisihalkın geneli için bir solukluk saltanat, halkı sömürenler için yeni fırsatlar ve imkanlar demektir…

 Bu ezberin bozulması, bu denklemim değişmesi, eğitim ve ekonomik bağımsızlıkla olanaklıdır… Eğitim ve ekonomi yaşamı belirleyen temel dinamiklerdir. Dolayısıyla, çağdaş bir eğitim alan ve kurallı istihdamda yer bulan bireyler ile geliri, geçimi, tasarruf olanakları iyileştirilen ailelerin sayısı ve oranı, demokrasi için en değerli kazanım olacaktır.

 Öyle olacaktır, çünkü, bilinçli kitleleri, sağın ve solun simyacıları kolaydan kandıramaz…

Yapılacak her seçime “hangi ittifak, hangi Parti kazanır?” diye değil, Türkiye’de halk ne kazanır? veya bu aşamada “neleri kaybetmekten” korunur, diye bakmak esas olmalıdır…

 Evet, bizde de Afrika’da kanlı korsan, Lizbon’da şanlı bezirgan rolü zaten çok iyi oynanmaktadır. “İki yüzlülük” iktidarıyla muhalefetiyle ve en sırıtkan haliyle, kadınlı erkekli zübükler tarafından 7/24 icra edilmektedir…

 Düşünelim: Emekli maaşlarına refah payı konusunda (bütçe yetersiz) diyenler, kendi maaşlarını geometrik dizilerle artırmaktadırlar…

 Savunma sanayindeki “millileşme” olgusu ve vurgusuna karşılık iki de bir ABD’nden uçak alamadık diye hayıflanılmaktadır…

 “Dindar” geçinenlerden kimileri, üstelik kamu görevlisi oldukları halde, “kul hakkının yenilmesinden veya çocukların istismar edilmesinden rahatsızlık duygularını bile ifade etmemektedirler.

 Basın bayramlarında gazetecileri kutlayanlar, özgürce haber yapanlara hayatın zindan edilmesinden habersiz görünmektedirler!

 364 gün kapitalistler gibi “yaşayanlar”, zengin sofralarına eteklenenler, 1 Mayıslarda işçi tulumu giyip, poz vermekte, ahkam kesmektedirler.

 Ülkede “demokrasiyi” savunanlar, Partilerini bir-iki ne idüğü belirsiz grubum idaresine bırakıp, “koltuk demokrasisi” oynamaktadırlar…

 Bu örnekleri çoğaltabiliriz değerli okurlarım… Ancak bu düzeni bugünden yarına değiştiremeyiz…

 Her birimiz mesleklerini en iyi yaparak, iyi birer aile bireyi ve yurttaş olma konusundaki irademizi koruyarak gerçekten güzel günlere inanmaya ve dayanışmaya mecburuz…

 Ve günün sahnesinde olanlara gelecek adına geçmişten şöyle seslenmek durumundayız:

 “Ya olduğunuz gibi görünün / Ya göründüğünüz gibi olun!” …

Tüm yazılarını göster