Sıra dışı isimli benim de içerik anlamında daha önceleri ve şimdi de beğenerek izlediğim programı seyrediyorum. Konuk Mehmet Altan, Konu; Açılım, kapanım. İki İleri Bir Geri..(Program alt yazısı)
Sunucu, sanıyorum, mailleri okuyor, bir Kürt vatandaşımız şikayetini dile getiriyor. Diyor ki, arabamla falanca yerdeyim, Kürt’ çe konuştum, o arada polis beni çevirdi ve kimlik sordu.
Mehmet Altan yorum yapıyor; ‘Bu tabii çok kötü bir durum, onur kırıcı, o taraftan görebilmek lazım.’ Aydın kişi olarak Kürt kardeşimiz adına empati yapıyor.
Bir diğer yorumu, sabahları andımızı okuyan okul öğrencilerimiz için yapıyor ; ‘Bu durum ancak Kore’ de falan olur. Böyle şeyler Avrupa Birliği’ ne girmek isteyen bir ülkede olmaz, çünkü oralarda böyle şeyler olmaz. Biz militarist bir ülkeyiz.’
Sonra çok kolay söylenebilen ve bakıldığında çok da adilmiş gibi gözüken bir şey söylüyor..’Hepimiz mağduruz, özgürlük, demokrasi hepimizin ihtiyacı, türbanlının da onun da, bunun da…’
Bir diğer okur sorusu şu, askerler bir açıklama yapmış, son terörist de silahını bırakana kadar, görevimiz sürecektir demiş, vatandaş soruyor, bu söylem barış açılımıyla uyuyor mu?
Yine Mehmet Altan cevaplıyor; ‘Asker, sosyolojik olarak, maddi olarak olayları değerlendirmiyor, oysa insanları teröre iten sebepler nedir, olayların arka planıyla ilgilenmiyor..’
Neden bu sorular ve program üzerine yoğunlaştığıma gelince; yoğunlaştım çünkü şu anda var olan durumumuzu ve bazı 'aydın' gazetecilerimizin halini o kadar güzel anlatıyor ki.
Şimdi gelin birlikte yukarıdan aşağı inerek, konu başlıklarını bir de farklı bir bakışla inceleyelim.
Önce polis Kürtçe konuşan vatandaşımıza kimlik soramaz mı? Kanunen böyle bir hakkı yok mu?
Cevap veriyorum tabii ki var. Peki diyelim ki, bu çok onur kırıcı bir durum. Bu durumun sorumlusu kim?
Kürt kökenli insanları bu hale getiren Pkk denen terör örgütü ve yaptıkları kanlı eylemler.
İkinci madde, sabahları andımızı okumak, ancak Kore gibi baskıcı ve komünist bir ülkede olurmuş küçümsemesi…
Biz ve çocuklarımız okullarımızda her sabah andımızı okuyarak, güne ve haftaya başladık, bu durumdan da hiçbir zaman yüksünmedik.
Bilakis gurur ve onur duyduk, çünkü milliyetçiliğin, geçmişinle gurur duymanın, Atatürk’ ün yolunda gitmek olduğu öğretildi bizlere, hem de önemli bir değer olarak.
Avrupa Birliği masalına gelince, hangi ülke Avrupa Birliği üyeliği için 45-50 yıl beklemiş ve hala daha kabul edilmemiş?
Enteresan olarak, andımızı okumayı baskıcı zihnin bir ürünü olarak gören şahsiyetler, nasıl oluyor da, Avrupa Birliği’ ne başvurup , yıllarca kabul edilmemeyi kendi milleti adına onur kırıcı bir durum olarak algılamıyor. Hala Avrupa Birliği’ ne girmeyi savunuyor.
Hem de, Avrupa Birliği’ ne zaten alınmayacağımızı gayet iyi bildiği halde..
Sonra konu demagojik bir hale geliyor, özgürlük herkese lazım, hepimize lazım falan filan..
Programda dikkatimi çeken en son soruya baktığımızda ise, askerin yaptığı açıklamanın, barış açılımıyla uymadığını, terörü durdurmak adına, askerin olayların sosyolojik boyutlarıyla ilgilenmediğini iddia ediyor.
Bu nasıl bir hedef şaşırtmadır, askerin görevi, milli bütünlüğü, bağımsızlığı, beraberliği, ülkenin içte ve dışta düşmanlarına karşı savunmaktır. Cumhuriyet kurulduğundan beri de, bu görev bu şekilde devam etmiştir. Askerin görevi sosyolojik inceleme yapmak değildir.
Eğer varsa, sosyolojik anlamda düzeltilmesi gereken şeyler, onlar hükümetin görevidir. Türk vatandaşlarının hakları, neyse, okulsa okul, yolsa yol, seçim hakkıysa, seçim hakkı.
Yani bizler, hangi haklardan yararlanıyorsak, Kürt kardeşlerimizin ve tabii ki diğer azınlık milliyetlerin, aynı millet çatısı altında onlardan faydalanmasıdır. Bunlar demokratik anlamda, konuşulacak konulardır, zaten kimsenin de böyle bir açılıma itirazı olmaz ama açılım dedikleri şeyin açılımı, terör örgütüyle, devletin masaya oturması olarak algılanırsa, bu kabul edilir bir durum değildir.
Aydın görüş, her zaman, her koşulda, önüne gelen her tavizi vermek, sonra da bu yaptığını, çok insani ve şirin göstermek değil, gerektiği anda, sert durmasını da bilmek, milliyetçiliği demode bir kavram olarak görmemek, toplumun dinamiklerini de göz önünde bulundurarak, saygınlığını korumaktan geçer..
Keza kendi sahip olduğu değerleri aşağılayan, sahip çıkmayan insanlarda , özendikleri, benzemeye çalıştıkları insanlar tarafından hiçbir zaman saygı göremez..
">
Sıra dışı isimli benim de içerik anlamında daha önceleri ve şimdi de beğenerek izlediğim programı seyrediyorum. Konuk Mehmet Altan, Konu; Açılım, kapanım. İki İleri Bir Geri..(Program alt yazısı)
Sunucu, sanıyorum, mailleri okuyor, bir Kürt vatandaşımız şikayetini dile getiriyor. Diyor ki, arabamla falanca yerdeyim, Kürt’ çe konuştum, o arada polis beni çevirdi ve kimlik sordu.
Mehmet Altan yorum yapıyor; ‘Bu tabii çok kötü bir durum, onur kırıcı, o taraftan görebilmek lazım.’ Aydın kişi olarak Kürt kardeşimiz adına empati yapıyor.
Bir diğer yorumu, sabahları andımızı okuyan okul öğrencilerimiz için yapıyor ; ‘Bu durum ancak Kore’ de falan olur. Böyle şeyler Avrupa Birliği’ ne girmek isteyen bir ülkede olmaz, çünkü oralarda böyle şeyler olmaz. Biz militarist bir ülkeyiz.’
Sonra çok kolay söylenebilen ve bakıldığında çok da adilmiş gibi gözüken bir şey söylüyor..’Hepimiz mağduruz, özgürlük, demokrasi hepimizin ihtiyacı, türbanlının da onun da, bunun da…’
Bir diğer okur sorusu şu, askerler bir açıklama yapmış, son terörist de silahını bırakana kadar, görevimiz sürecektir demiş, vatandaş soruyor, bu söylem barış açılımıyla uyuyor mu?
Yine Mehmet Altan cevaplıyor; ‘Asker, sosyolojik olarak, maddi olarak olayları değerlendirmiyor, oysa insanları teröre iten sebepler nedir, olayların arka planıyla ilgilenmiyor..’
Neden bu sorular ve program üzerine yoğunlaştığıma gelince; yoğunlaştım çünkü şu anda var olan durumumuzu ve bazı 'aydın' gazetecilerimizin halini o kadar güzel anlatıyor ki.
Şimdi gelin birlikte yukarıdan aşağı inerek, konu başlıklarını bir de farklı bir bakışla inceleyelim.
Önce polis Kürtçe konuşan vatandaşımıza kimlik soramaz mı? Kanunen böyle bir hakkı yok mu?
Cevap veriyorum tabii ki var. Peki diyelim ki, bu çok onur kırıcı bir durum. Bu durumun sorumlusu kim?
Kürt kökenli insanları bu hale getiren Pkk denen terör örgütü ve yaptıkları kanlı eylemler.
İkinci madde, sabahları andımızı okumak, ancak Kore gibi baskıcı ve komünist bir ülkede olurmuş küçümsemesi…
Biz ve çocuklarımız okullarımızda her sabah andımızı okuyarak, güne ve haftaya başladık, bu durumdan da hiçbir zaman yüksünmedik.
Bilakis gurur ve onur duyduk, çünkü milliyetçiliğin, geçmişinle gurur duymanın, Atatürk’ ün yolunda gitmek olduğu öğretildi bizlere, hem de önemli bir değer olarak.
Avrupa Birliği masalına gelince, hangi ülke Avrupa Birliği üyeliği için 45-50 yıl beklemiş ve hala daha kabul edilmemiş?
Enteresan olarak, andımızı okumayı baskıcı zihnin bir ürünü olarak gören şahsiyetler, nasıl oluyor da, Avrupa Birliği’ ne başvurup , yıllarca kabul edilmemeyi kendi milleti adına onur kırıcı bir durum olarak algılamıyor. Hala Avrupa Birliği’ ne girmeyi savunuyor.
Hem de, Avrupa Birliği’ ne zaten alınmayacağımızı gayet iyi bildiği halde..
Sonra konu demagojik bir hale geliyor, özgürlük herkese lazım, hepimize lazım falan filan..
Programda dikkatimi çeken en son soruya baktığımızda ise, askerin yaptığı açıklamanın, barış açılımıyla uymadığını, terörü durdurmak adına, askerin olayların sosyolojik boyutlarıyla ilgilenmediğini iddia ediyor.
Bu nasıl bir hedef şaşırtmadır, askerin görevi, milli bütünlüğü, bağımsızlığı, beraberliği, ülkenin içte ve dışta düşmanlarına karşı savunmaktır. Cumhuriyet kurulduğundan beri de, bu görev bu şekilde devam etmiştir. Askerin görevi sosyolojik inceleme yapmak değildir.
Eğer varsa, sosyolojik anlamda düzeltilmesi gereken şeyler, onlar hükümetin görevidir. Türk vatandaşlarının hakları, neyse, okulsa okul, yolsa yol, seçim hakkıysa, seçim hakkı.
Yani bizler, hangi haklardan yararlanıyorsak, Kürt kardeşlerimizin ve tabii ki diğer azınlık milliyetlerin, aynı millet çatısı altında onlardan faydalanmasıdır. Bunlar demokratik anlamda, konuşulacak konulardır, zaten kimsenin de böyle bir açılıma itirazı olmaz ama açılım dedikleri şeyin açılımı, terör örgütüyle, devletin masaya oturması olarak algılanırsa, bu kabul edilir bir durum değildir.
Aydın görüş, her zaman, her koşulda, önüne gelen her tavizi vermek, sonra da bu yaptığını, çok insani ve şirin göstermek değil, gerektiği anda, sert durmasını da bilmek, milliyetçiliği demode bir kavram olarak görmemek, toplumun dinamiklerini de göz önünde bulundurarak, saygınlığını korumaktan geçer..
Keza kendi sahip olduğu değerleri aşağılayan, sahip çıkmayan insanlarda , özendikleri, benzemeye çalıştıkları insanlar tarafından hiçbir zaman saygı göremez..