Türkiye ilginç bir yerel seçim geçirdi. 20 küsur senedir iktidarda olan AK Parti, Türkiye genelinde ilk defa ikinci parti durumuna düştü ve buna karşılık 20 küsur yıldır yüzde 20’lerde patinaj yapan CHP de birinci parti konumuna geldi.
Bu yazımda asıl ele almak istediğim konu, tarihsel açıdan yaklaşmak istediğim İstanbul seçimleri.
Malum, bazen “numeroloji” rakamların dili olarak ilginç tesadüflere yol açabiliyor. Biz buna zaman zaman “kader” de diyebiliyoruz.
Yeni kurulan Cumhuriyet, kendi vatandaşlarını yetiştirirken kendi milli eğitimini yine kendi felsefesine göre tasarlamıştı. Normaldir!
‘Kültür Devrimi’ örnekleri, tarihin tozlu ve karanlık köşelerinde üst üste depolanmış olarak duruyor.
Bu bağlamda, Türkiye tarihindeki önemli olayların da milli eğitimin kendi tasarımına göre ambalajlandığını söyleyebiliriz.
Türkiye'de pek fazla konuşulmayan/ irdelenmeyen önemli tarihi olaylardan birisi de “31 Mart Vakası”dır.
Yıl 1909. Cumhuriyet’in kurulmasına henüz 14 sene var. İttihat Terakki, yönetimi elinde tutuyor. Anayasal Meşrûtiyet yürürlükte! Abdülhamit, Yıldız Sarayı’nda….
Halk, İstanbul’daki keyfi idareden son derece rahatsız ve bazı askerler arasında da huzursuzluk var.
İstanbul’da hava gergin! Bunun üzerine Selanik’ten 3. Ordu İstanbul’a hareket ediyor. Ordunun başında Hüseyin Paşa var, orduda çok daha önemli bir subay daha var. Ordunun Kurmay Başkanı da Kolağası (Yüzbaşı) Mustafa Kemal Paşa (Atatürk).
Burada bir paragraf açmak istiyorum: Selanik şehri o dönemde çok kritik bir rol üstlenmiş durumda. Adeta kaynayan bir kazan… İttihat ve Terakki’nin entelektüel tabanında yer almakla birlikte Türkçülük ve Türklük kavramlarını oluşturan okumuşların tamamı Selanik Musevisi ya da Sebataycı.
Çocukluk ve gençliği Selanik’te geçmiş Mustafa Kemal’in de kozmopolit yaşam tarzını dibine kadar yaşayan Selanik burjuvasından etkilendiği aşikar.
O formasyonun yapılanmasının yıllar sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün Ankara’da bir sera bahçıvanı titizliğinde cumhuriyet balolarında yansıttığını görüyoruz.
Selanik kentinin hinterlandı ayrı bir hikâye…
Bağımsızlık peşinde olan her türlü millet, her türlü ırk, onlara bağlı çete ve derebeyleri silahlı adamlarıyla etrafta cirit atıyor.
Özetle, İstanbul’a yürüyen ordunun Diyarbakır’dan, Erzurum’dan, Konya’dan değil, Selanik’ten gelmesi bir rastlantı değil. Nedenleri var. İklim Selanik’te müsait...
Selanik’ten gelen ordunun kompozisyonu da bize ip uçları vermekte.
20 bin kişilik düzenli bir ordunun yanı sıra bir o kadar da gönüllüler ordusu katılıyor.
Gönüllüler ordusu içinde Arnavutluk Bağımsız Harekâtı, Ermenistan Bağımsızlık Harekâtı, Daşnaklar, Makedonlar ve Rumlar da var.
Daha da ilginci, sonradan İsrail’in birinci ve ikinci cumhurbaşkanı olacak olan İstanbul Hukuk Fakültesi öğrencileri iki beyefendi de gönüllüler ordusuna katılmaya karar veriyor fakat parasızlıktan kararlarından vazgeçiyorlar.
Ordu, İstanbul Yeşilköy’e varıyor ve orada Edirne’den gelen orduyla birleşiyor. Ordunun başına da Mahmut Şevket Paşa geçiyor.
Mahmut Şevket Paşa, Yeşilköy Yat Kulübünde bir konuşma yapıyor. O konuşma tarihimizde ilk kaydedilen konuşmadır ve konuşmasında “O baykuşu tahtından indireceğiz” diyor.
"Baykuş" dediği Padişah ve kendisi de Osmanlı Paşası. Yani o koalisyon ordusunun içinde bir darbe DNA’sı mevcut.
Sözlü tarihte çekirdek Kemalistlerin “Kızıl Sultan” yaftasıyla Abdülhamit’i anmaları ya da TSK Genelkurmay başkanlarının “Nasıl olsa Suyun öteki tarafından” şeklinde nitelemeleri tesadüf değil.
O konuşmanın ardından Hareket Ordusu İstanbul’a giriyor ve şiddetli çatışmalar oluyor. İttihat ve Terakki’ye karşı olanlardan yaklaşık 300 kişi, gelen ordudan da 50'ye yakın insan ölüyor.
Ardından sıkı yönetim, idamlar, sürgünler, (Abdülhamit Selanik’e), 1. Dünya Savaşı, Yunan İşgali ve 14 sene sonra bozkırda kurulan yeni bir cumhuriyet.
Şimdil bakıyorum da 31 Mart seçimlerinde İstanbul’da bir koalisyon oluşturulmuş.
DEM Parti’nin İstanbul’daki oy oranı yüzde 2 civarında!
Sanırım çoğunluğu marjinallerden.
DEM Parti'nin CHP ve İmamoğlu’nu desteklediği aşikar.
Tepki oyları ve seçime katılmayarak yapılan protestolarla birlikte CHP İstanbul’da yüzde 51 oy almış. Büyük başarıdır! Ama yanıltmasın ki nihayetinde bu bir koalisyondur.
Batı’da liberal sol medya Erdoğan’ı sevmez.
Erdoğan Müslümandır, anti LBQTG’dir, anti İsrail’dir ve tehdit kabul edilir.
Bunun içindir ki “Sultan at Bosphorus” şeklinde yaftalanır.
Türkiye’de, Batı medyasındaki abilerini hayranlıkla takip ve tasdik eden yerli ama milli olmayan medya taifesi de aynı ruh halini paylaşır.
Sonuç olarak, önemli bir tarihi olay olarak kompozisyonu koalisyon olan Hareket Ordusu’nun Selanik’ten gelerek Padişah Abdülhamit’i tahttan indirmesi ve yine koalisyon olarak İmamoğlu’nun CHP platformu üzerinden İstanbul’u alması ve her iki tarihin de 31 Mart’a denk gelmesi beni bu satırları yazmaya zorladı.
Birinci 31 Mart Vakası Mısaki Milli sınırlarının çizilmesiyle biten 14 yıllık bir süreci başlattı.
Bakalım “ikinci 31 Mart Vakası” 14 yıl içinde nelere yol açacak.
ENGİN CİVAN
">
Türkiye ilginç bir yerel seçim geçirdi. 20 küsur senedir iktidarda olan AK Parti, Türkiye genelinde ilk defa ikinci parti durumuna düştü ve buna karşılık 20 küsur yıldır yüzde 20’lerde patinaj yapan CHP de birinci parti konumuna geldi.
Bu yazımda asıl ele almak istediğim konu, tarihsel açıdan yaklaşmak istediğim İstanbul seçimleri.
Malum, bazen “numeroloji” rakamların dili olarak ilginç tesadüflere yol açabiliyor. Biz buna zaman zaman “kader” de diyebiliyoruz.
Yeni kurulan Cumhuriyet, kendi vatandaşlarını yetiştirirken kendi milli eğitimini yine kendi felsefesine göre tasarlamıştı. Normaldir!
‘Kültür Devrimi’ örnekleri, tarihin tozlu ve karanlık köşelerinde üst üste depolanmış olarak duruyor.
Bu bağlamda, Türkiye tarihindeki önemli olayların da milli eğitimin kendi tasarımına göre ambalajlandığını söyleyebiliriz.
Türkiye'de pek fazla konuşulmayan/ irdelenmeyen önemli tarihi olaylardan birisi de “31 Mart Vakası”dır.
Yıl 1909. Cumhuriyet’in kurulmasına henüz 14 sene var. İttihat Terakki, yönetimi elinde tutuyor. Anayasal Meşrûtiyet yürürlükte! Abdülhamit, Yıldız Sarayı’nda….
Halk, İstanbul’daki keyfi idareden son derece rahatsız ve bazı askerler arasında da huzursuzluk var.
İstanbul’da hava gergin! Bunun üzerine Selanik’ten 3. Ordu İstanbul’a hareket ediyor. Ordunun başında Hüseyin Paşa var, orduda çok daha önemli bir subay daha var. Ordunun Kurmay Başkanı da Kolağası (Yüzbaşı) Mustafa Kemal Paşa (Atatürk).
Burada bir paragraf açmak istiyorum: Selanik şehri o dönemde çok kritik bir rol üstlenmiş durumda. Adeta kaynayan bir kazan… İttihat ve Terakki’nin entelektüel tabanında yer almakla birlikte Türkçülük ve Türklük kavramlarını oluşturan okumuşların tamamı Selanik Musevisi ya da Sebataycı.
Çocukluk ve gençliği Selanik’te geçmiş Mustafa Kemal’in de kozmopolit yaşam tarzını dibine kadar yaşayan Selanik burjuvasından etkilendiği aşikar.
O formasyonun yapılanmasının yıllar sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün Ankara’da bir sera bahçıvanı titizliğinde cumhuriyet balolarında yansıttığını görüyoruz.
Selanik kentinin hinterlandı ayrı bir hikâye…
Bağımsızlık peşinde olan her türlü millet, her türlü ırk, onlara bağlı çete ve derebeyleri silahlı adamlarıyla etrafta cirit atıyor.
Özetle, İstanbul’a yürüyen ordunun Diyarbakır’dan, Erzurum’dan, Konya’dan değil, Selanik’ten gelmesi bir rastlantı değil. Nedenleri var. İklim Selanik’te müsait...
Selanik’ten gelen ordunun kompozisyonu da bize ip uçları vermekte.
20 bin kişilik düzenli bir ordunun yanı sıra bir o kadar da gönüllüler ordusu katılıyor.
Gönüllüler ordusu içinde Arnavutluk Bağımsız Harekâtı, Ermenistan Bağımsızlık Harekâtı, Daşnaklar, Makedonlar ve Rumlar da var.
Daha da ilginci, sonradan İsrail’in birinci ve ikinci cumhurbaşkanı olacak olan İstanbul Hukuk Fakültesi öğrencileri iki beyefendi de gönüllüler ordusuna katılmaya karar veriyor fakat parasızlıktan kararlarından vazgeçiyorlar.
Ordu, İstanbul Yeşilköy’e varıyor ve orada Edirne’den gelen orduyla birleşiyor. Ordunun başına da Mahmut Şevket Paşa geçiyor.
Mahmut Şevket Paşa, Yeşilköy Yat Kulübünde bir konuşma yapıyor. O konuşma tarihimizde ilk kaydedilen konuşmadır ve konuşmasında “O baykuşu tahtından indireceğiz” diyor.
"Baykuş" dediği Padişah ve kendisi de Osmanlı Paşası. Yani o koalisyon ordusunun içinde bir darbe DNA’sı mevcut.
Sözlü tarihte çekirdek Kemalistlerin “Kızıl Sultan” yaftasıyla Abdülhamit’i anmaları ya da TSK Genelkurmay başkanlarının “Nasıl olsa Suyun öteki tarafından” şeklinde nitelemeleri tesadüf değil.
O konuşmanın ardından Hareket Ordusu İstanbul’a giriyor ve şiddetli çatışmalar oluyor. İttihat ve Terakki’ye karşı olanlardan yaklaşık 300 kişi, gelen ordudan da 50'ye yakın insan ölüyor.
Ardından sıkı yönetim, idamlar, sürgünler, (Abdülhamit Selanik’e), 1. Dünya Savaşı, Yunan İşgali ve 14 sene sonra bozkırda kurulan yeni bir cumhuriyet.
Şimdil bakıyorum da 31 Mart seçimlerinde İstanbul’da bir koalisyon oluşturulmuş.
DEM Parti’nin İstanbul’daki oy oranı yüzde 2 civarında!
Sanırım çoğunluğu marjinallerden.
DEM Parti'nin CHP ve İmamoğlu’nu desteklediği aşikar.
Tepki oyları ve seçime katılmayarak yapılan protestolarla birlikte CHP İstanbul’da yüzde 51 oy almış. Büyük başarıdır! Ama yanıltmasın ki nihayetinde bu bir koalisyondur.
Batı’da liberal sol medya Erdoğan’ı sevmez.
Erdoğan Müslümandır, anti LBQTG’dir, anti İsrail’dir ve tehdit kabul edilir.
Bunun içindir ki “Sultan at Bosphorus” şeklinde yaftalanır.
Türkiye’de, Batı medyasındaki abilerini hayranlıkla takip ve tasdik eden yerli ama milli olmayan medya taifesi de aynı ruh halini paylaşır.
Sonuç olarak, önemli bir tarihi olay olarak kompozisyonu koalisyon olan Hareket Ordusu’nun Selanik’ten gelerek Padişah Abdülhamit’i tahttan indirmesi ve yine koalisyon olarak İmamoğlu’nun CHP platformu üzerinden İstanbul’u alması ve her iki tarihin de 31 Mart’a denk gelmesi beni bu satırları yazmaya zorladı.
Birinci 31 Mart Vakası Mısaki Milli sınırlarının çizilmesiyle biten 14 yıllık bir süreci başlattı.
Bakalım “ikinci 31 Mart Vakası” 14 yıl içinde nelere yol açacak.
ENGİN CİVAN