Nereden bakarsak bakalım, 3 Ekim bir çok ‘Şey’ in doğum ve ölüm tarihi oldu. AB ile Türkiye’nin ekonomik çıkarları bir şekilde beraber olmalarını gerektirmekte, çünkü AB’nin yaşaması için taze kan gerekiyor. AB’nin yaşadığı semtte ise aranmakta olan taze kan sadece Türkiye’de var. Bundan sonra yaşanacak süreç, azami kanın en ekonomik şekilde AB’ye transfüzyon sürecidir. Diğer bir anlatımla, bundan sonrası ne kadar ucuz emek, ne kadar çevre kirliliği ve de ne kadar sermaye hareketinin eş zamanlı hokkabazlığıdır. Gerisi laf-i güzaf, siz kulak asmayın. Bu duygusal ‘roller coaster’ ne kadar sürer, bilinmez. Ancak sonuç, (eğer AB siyasi bir birlik olarak hala hayatta ise) Türkiye’nin Batılı ülke olmasının mühürüdür. Bu haftaki analizime ben başka bir açıdan girmek istiyorum. Tarafların koyduğu tavırların, 3 Ekim’e yaklaşırken yaşanan olayların, nasıl bir ‘realite check-up’ gerektirdiğini, ele almak istiyorum Türkiye’nin Dayısı hala ABD ; Tezkere krizi, çuval krizi gibi olaylarla soğuyan ABD-Türkiye ilişkilerine ulusalcıların komplo teorileri eklenince, Amerikan-Türk ilişkileri çıkmaza girmişti. Dünyanın tek süper gücü ve ‘dayısı’ ABD, AB’de ki kuzeni İngiltere’ye bastırınca. Türkiye 3 Ekim’de davet edildi. Çoğu ABD’de eğitim görmüş, yabancı dilleri İngilizce, ABD ile şu veya bu şekilde ilişkide olan bir çok ‘ulusalcı’ için son Amerikan desteği yerinde bir ‘çürük yumurta’ isabeti oldu !!! Son analizde ABD Türkiye’nin müttefikidir. Türkiye’nin kara kaşı/gözü için değil, istikrarlı Türkiye ABD’nin global politikasına uyduğu için. !!!!. Bu anlaşılsın ve ucuz komplo teorileri ile ABD-Türkiye ilişkilerini değerlendirme saplantısından vazgeçilsin. Mustafa Kemal’in Rüyası Gerçek Oldu ; Dünya gündemine kahraman bir Osmanlı albayı olarak Gelibolu’da giren, ‘Milli Mücadeleyi’ Samsun’da Osmalı Paşası olarak başlatan ve Anadolu bozkırında Cumhuriyeti ilan eden Mustafa Kemal, yüzü batıya dönük bir liderdi. Terakkicilerin Saray’a yakın çekirdek grubunun dışında kalacak kadar iktidara uzak, fakat ilk boşlukta Liderliği ele geçirecek kadar iktidara yakın çember içinde duran bir asker. Bir çok arkadaşı gibi, o günkü dünya koşullarında, koskoca İmparatorluğun düştüğü zavallı konumun nedenlerini, “Doğu ve Müslümanlık” ta arayan bir lider. Kurulan Cumhuriyetin laiklik konusunda aşırı hassasiyetini o zamanki değerlendirmede aramak gerekmekte. Güçlü olmak için, çağdaş olmak için, bilim için, ilim için tek ve mecburi istikamet “Batı” ve liderin komutu ‘Son Hedefiniz Avrupa’dan başka bir söylem olamazdı. 3 Ekim günü, zamanında Mustafa Kemal’in yaşadığı olaylar ve gördüğü gerçekler karsısında iç güdüsel olarak düşlediği ‘Avrupalı olma’ rüyasının gerçeğe dönüşmesinin başlangıcıdır. Kemalistler Kaybetti : Her karizmanın ardından gelen bürokrasinin ‘Kraldan çok Kralcı” tutumu politikanın tabiatı gereğidir. Mustafa Kemal’in açtığı yoldan ilerleyen sivil ve uniformalı bürokrasi artık batılı olmak zorundadır. ‘Halka rağmen’, ‘Yassak Hemşerim’, “Önce Mülkiye sonra Türkiye’ gibi deyimlere geçmiş zihniyet yolun sonuna gelmiştir. ‘Mustafa Kemal’ in mirasını zaman zaman ‘kutsal emanet’ yorumu ile özdeşleştiren bürokrasi değişmek zorundadır. Milli eğitim politikası, hukuk uygulaması , polis ve askeri stratejiler değişim sapağına gelmişlerdir. 3 Ekim bugüne kadar ‘kendin pişir kendin ye’ uygulaması ile mevzuat uygulayan burokrasiye son vermiştir. Bu anlamda Kemalistler kaybetmişlerdir. Tayyip Erdoğan Kazanmıştır : Türkiye’nin dünyaya acılma sürecini başlatan Turgut Özal’dan sonra ipi göğüsleme Tayyip Erdoğan’a nasip olmuştur. Özal’ın başlattığı değişim, her ne kadar ‘koltukçu’ Demirel, ‘şuuru bulanık’ Ecevit ve bir dizi siyaset figüranı ile sekteye uğramışsa da, Tayyip Erdoğan cesaretli bir şekilde süreci hızlandırmış ve Türkiye istediğini elde etmiştir. Erdoğan ve AK partinin 3 Ekim’i gerçekleştirmesi tam bir nihai ironidir. Cumhuriyet tarihinin en ‘İslamcı’ ve en ‘Anti-Batıcı’ iktidarı olarak tanımlanan AKP’dir. Yukarıda değindiğim Kemalistler tarafından takiyye yapmakla suçlanan, ‘Atatürk’ düşmanı olarak yaftalanan Başbakan Tayyip Erdoğan’dır. Ancak 3 Ekim’i gerçekleştiren yine Erdoğan’dır. Unutulan bir gerçeği ve Erdoğan’ın başarısının sırrını bir benzetme ile açıklayayım. Turgut Özal, o günkü dünyada esen, serbest piyasa ekonomisi ve küçülen devlet rüzğarını yakalamıştı. Biraz bilinçli ama daha çok içgüdüsel olarak. Tayyip Erdoğan bu günkü dünyada esen başka bir rüzgarı yakaladı ; ‘İnanç’a Dayalı Demokrasi’ Avrupa’nın 19 yüzyılda geliştirdiği ‘devlet-kilise’ ayrımı ve Fransızcası laiklik olan kavram, 21.yüzyılda artık güçlü bir rüzğar değil. Tayyip Erdoğan iktidar otosunun deposunu Çankaya’ya çıkacak siyasi benzini doldurmuştur. Peki Halk Ne Olacak ? Türkiye’de yaşayan insanların yaşamlarında kısa dönemde büyük bir katkı beklemek yanlış olur. İş ve aş konusunda 10 yıla sarkan süre içinde Türkiye’de yaşayanlara pozitif etki kaçınılmazdır. Şimdilik, halkın durumu, meşhur fıkrada keşişin söylediği gibi “ Ne kar ne zarar, gidelim Kudüs’e kadar’ olarak özetlenebilir.
">
Nereden bakarsak bakalım, 3 Ekim bir çok ‘Şey’ in doğum ve ölüm tarihi oldu. AB ile Türkiye’nin ekonomik çıkarları bir şekilde beraber olmalarını gerektirmekte, çünkü AB’nin yaşaması için taze kan gerekiyor. AB’nin yaşadığı semtte ise aranmakta olan taze kan sadece Türkiye’de var. Bundan sonra yaşanacak süreç, azami kanın en ekonomik şekilde AB’ye transfüzyon sürecidir. Diğer bir anlatımla, bundan sonrası ne kadar ucuz emek, ne kadar çevre kirliliği ve de ne kadar sermaye hareketinin eş zamanlı hokkabazlığıdır. Gerisi laf-i güzaf, siz kulak asmayın. Bu duygusal ‘roller coaster’ ne kadar sürer, bilinmez. Ancak sonuç, (eğer AB siyasi bir birlik olarak hala hayatta ise) Türkiye’nin Batılı ülke olmasının mühürüdür. Bu haftaki analizime ben başka bir açıdan girmek istiyorum. Tarafların koyduğu tavırların, 3 Ekim’e yaklaşırken yaşanan olayların, nasıl bir ‘realite check-up’ gerektirdiğini, ele almak istiyorum Türkiye’nin Dayısı hala ABD ; Tezkere krizi, çuval krizi gibi olaylarla soğuyan ABD-Türkiye ilişkilerine ulusalcıların komplo teorileri eklenince, Amerikan-Türk ilişkileri çıkmaza girmişti. Dünyanın tek süper gücü ve ‘dayısı’ ABD, AB’de ki kuzeni İngiltere’ye bastırınca. Türkiye 3 Ekim’de davet edildi. Çoğu ABD’de eğitim görmüş, yabancı dilleri İngilizce, ABD ile şu veya bu şekilde ilişkide olan bir çok ‘ulusalcı’ için son Amerikan desteği yerinde bir ‘çürük yumurta’ isabeti oldu !!! Son analizde ABD Türkiye’nin müttefikidir. Türkiye’nin kara kaşı/gözü için değil, istikrarlı Türkiye ABD’nin global politikasına uyduğu için. !!!!. Bu anlaşılsın ve ucuz komplo teorileri ile ABD-Türkiye ilişkilerini değerlendirme saplantısından vazgeçilsin. Mustafa Kemal’in Rüyası Gerçek Oldu ; Dünya gündemine kahraman bir Osmanlı albayı olarak Gelibolu’da giren, ‘Milli Mücadeleyi’ Samsun’da Osmalı Paşası olarak başlatan ve Anadolu bozkırında Cumhuriyeti ilan eden Mustafa Kemal, yüzü batıya dönük bir liderdi. Terakkicilerin Saray’a yakın çekirdek grubunun dışında kalacak kadar iktidara uzak, fakat ilk boşlukta Liderliği ele geçirecek kadar iktidara yakın çember içinde duran bir asker. Bir çok arkadaşı gibi, o günkü dünya koşullarında, koskoca İmparatorluğun düştüğü zavallı konumun nedenlerini, “Doğu ve Müslümanlık” ta arayan bir lider. Kurulan Cumhuriyetin laiklik konusunda aşırı hassasiyetini o zamanki değerlendirmede aramak gerekmekte. Güçlü olmak için, çağdaş olmak için, bilim için, ilim için tek ve mecburi istikamet “Batı” ve liderin komutu ‘Son Hedefiniz Avrupa’dan başka bir söylem olamazdı. 3 Ekim günü, zamanında Mustafa Kemal’in yaşadığı olaylar ve gördüğü gerçekler karsısında iç güdüsel olarak düşlediği ‘Avrupalı olma’ rüyasının gerçeğe dönüşmesinin başlangıcıdır. Kemalistler Kaybetti : Her karizmanın ardından gelen bürokrasinin ‘Kraldan çok Kralcı” tutumu politikanın tabiatı gereğidir. Mustafa Kemal’in açtığı yoldan ilerleyen sivil ve uniformalı bürokrasi artık batılı olmak zorundadır. ‘Halka rağmen’, ‘Yassak Hemşerim’, “Önce Mülkiye sonra Türkiye’ gibi deyimlere geçmiş zihniyet yolun sonuna gelmiştir. ‘Mustafa Kemal’ in mirasını zaman zaman ‘kutsal emanet’ yorumu ile özdeşleştiren bürokrasi değişmek zorundadır. Milli eğitim politikası, hukuk uygulaması , polis ve askeri stratejiler değişim sapağına gelmişlerdir. 3 Ekim bugüne kadar ‘kendin pişir kendin ye’ uygulaması ile mevzuat uygulayan burokrasiye son vermiştir. Bu anlamda Kemalistler kaybetmişlerdir. Tayyip Erdoğan Kazanmıştır : Türkiye’nin dünyaya acılma sürecini başlatan Turgut Özal’dan sonra ipi göğüsleme Tayyip Erdoğan’a nasip olmuştur. Özal’ın başlattığı değişim, her ne kadar ‘koltukçu’ Demirel, ‘şuuru bulanık’ Ecevit ve bir dizi siyaset figüranı ile sekteye uğramışsa da, Tayyip Erdoğan cesaretli bir şekilde süreci hızlandırmış ve Türkiye istediğini elde etmiştir. Erdoğan ve AK partinin 3 Ekim’i gerçekleştirmesi tam bir nihai ironidir. Cumhuriyet tarihinin en ‘İslamcı’ ve en ‘Anti-Batıcı’ iktidarı olarak tanımlanan AKP’dir. Yukarıda değindiğim Kemalistler tarafından takiyye yapmakla suçlanan, ‘Atatürk’ düşmanı olarak yaftalanan Başbakan Tayyip Erdoğan’dır. Ancak 3 Ekim’i gerçekleştiren yine Erdoğan’dır. Unutulan bir gerçeği ve Erdoğan’ın başarısının sırrını bir benzetme ile açıklayayım. Turgut Özal, o günkü dünyada esen, serbest piyasa ekonomisi ve küçülen devlet rüzğarını yakalamıştı. Biraz bilinçli ama daha çok içgüdüsel olarak. Tayyip Erdoğan bu günkü dünyada esen başka bir rüzgarı yakaladı ; ‘İnanç’a Dayalı Demokrasi’ Avrupa’nın 19 yüzyılda geliştirdiği ‘devlet-kilise’ ayrımı ve Fransızcası laiklik olan kavram, 21.yüzyılda artık güçlü bir rüzğar değil. Tayyip Erdoğan iktidar otosunun deposunu Çankaya’ya çıkacak siyasi benzini doldurmuştur. Peki Halk Ne Olacak ? Türkiye’de yaşayan insanların yaşamlarında kısa dönemde büyük bir katkı beklemek yanlış olur. İş ve aş konusunda 10 yıla sarkan süre içinde Türkiye’de yaşayanlara pozitif etki kaçınılmazdır. Şimdilik, halkın durumu, meşhur fıkrada keşişin söylediği gibi “ Ne kar ne zarar, gidelim Kudüs’e kadar’ olarak özetlenebilir.