Türkiye resmi verilere göre 4 milyon 990 bin 663 kayıtlı yabancı sayısına sahiptir.
Bunlardan 3 milyon 381 bin 429’u Suriyeli olup, Dünyanın en büyük sığınma evidir!
Yerküre bir yangın yeri… Savaşlar ve sömürü sonlanmayacak, göç olgusu da durmayacak.
“Sığınmacılar” (‘mülteciler’) “düzensiz göçmenler” ne derseniz deyin iktidar açısından iki veçheli bir dinamik!
Birincisi, Türkiye, milyonlarca insanı Avrupa kapısından eleyen son durak ve bu bir “koz”.
İkincisi özellikle Suriyelilerin sınır ötesinde iskanı gibi bu süreçte beliren bir proje bölgeden başlayan güvenliğimiz açısından bir seçenek…
Fakat buna karşılık, Avrupa’dan vaat edilen 3 milyar avro gibi hibeler, yapılan masrafları bile karşılamıyor, dahası Batı ile ilişkilerde bu denklem, net kazanım da getirmiyor.
Sığınmacı eşittir avro hibesi gibi bir manzara, NATO’un en büyük ordusuna kaynak aktarmamızın karşılığında NATO’nun bize “koruma “sağladığı” tezleriyle koşutluk oluşturuyor… Oysa NATO pek de tekin değil hani…
Özellikle Suriyeliler ile ilgili ikinci dinamiğe gelince… Kimi çevreler kulağımızı tersten gösterdiğimizde haklılar, Beşar Esad ile anlaşmak bizim açımızdan çok daha ekonomik ve sosyal anlamda yararlı olurdu; ancak bu noktada da sanırım “karşılıklı” derin bir güvenlik açığı var…
O arada iktidar bölgeyi karıştıran ABD’ye oluğu kadar tüm kartları da Rusya’nın eline vermek istemiyor adeta…
Türkiye’nin sosyal, kültürel, ekonomik ve dış siyasetle ilgili sığınmacılar meselesi daha uzun yıllar gündemde olacak… O nedenle seçimlerden önce bir Göç Bakanlığı kurulmasını önermiştim. Kurulacak böyle bir bakanlık onlarca idarenin ortak paydasını merkez bünyesinde toplayabilirdi…
Dahası Türkiye’nin “aldığı göçler” kadar, çeşitli nedenlerle verdiği göçler de var. (özellikle “beyin göçü” gibi) O arada, yurt dışında yaşayan Türk akraba ve kardeş toplulukların nüfus hareketleri ve haklarının izlenmesi gibi sorunlar / olgular var… Göç Bakanlığı, Vakıflar ve Nüfus idareleri ile eşgüdüm halinde sistematik projeksiyonlar da yapabilirdi…
Evet dönelim sığınmacılar/ mülteciler meselesinin bu yazıda ön plana çıkartmaya çalıştığım siyasal yönüne…
Bu olgu artık gözden kaçırılmayacak kadar hoşnutsuzluklar ve kaygılar uyandırmaktadır. Yalnız demografik yapımız, yalnız kayıt-dışı ekonomimiz “gelişip” değişmekle kalmamakta aynı zamanda mülk edinme, sermaye sahibi olma, seçimlerde oy kullanarak ülkenin kaderini belirleyecek konuma gelme gibi girdileri içinde barındırmaktadır.
Bu bağlamda ben naçizane + 18 kuralını öneriyorum. Bu öneri benimsenirse yasal ve hatta Anayasal zeminde yerini bulabilir ve sanırım halkımızın çoğunluğu tarafından da benimsenebilir...
18 yıl (en küçük seçmen yaşı kadar) Türkiye'de ikamet etmiş olmayan ve sonradan vatandaş olan hiç kimseye arazi, toprak, mera vb. alanda mülk sahibi veya hissedarı olma hakkı ve de seçimlerde oy kullanma hakkı verilmemelidir.
Elbette bu uygulamada konut, daire, menkul değerler ve sermaye yatırımları duruma ve seyre göre hariç tutulabilir, ancak o arada sigortasız çalıştırmanın önü mutlaka bir şekilde kesilmelidir. Öte yandan +18 kuralı açısından, Türk kökenli olma veya Devlet'e ve topluma üstün yarar istisnası da getirilebilir…
Evet Türkiye bugünün korumak, geleceğini kurmak, şehitlerine vefasını, evlatlarına borcunu unutmamak ve kimilerinin söylediği gibi “Bölgenin jandarması, Dünya’nın çöplüğü” olarak tanımlanmaya asla olanak tanımamak zorundadır…
Başı Dik Devlet, Bağımsız Millet, üretken halk ve refah toplumu için; “her şey Türkiye için” demek ve gereklerini icra etmek zorundayız…
">
Türkiye resmi verilere göre 4 milyon 990 bin 663 kayıtlı yabancı sayısına sahiptir.
Bunlardan 3 milyon 381 bin 429’u Suriyeli olup, Dünyanın en büyük sığınma evidir!
Yerküre bir yangın yeri… Savaşlar ve sömürü sonlanmayacak, göç olgusu da durmayacak.
“Sığınmacılar” (‘mülteciler’) “düzensiz göçmenler” ne derseniz deyin iktidar açısından iki veçheli bir dinamik!
Birincisi, Türkiye, milyonlarca insanı Avrupa kapısından eleyen son durak ve bu bir “koz”.
İkincisi özellikle Suriyelilerin sınır ötesinde iskanı gibi bu süreçte beliren bir proje bölgeden başlayan güvenliğimiz açısından bir seçenek…
Fakat buna karşılık, Avrupa’dan vaat edilen 3 milyar avro gibi hibeler, yapılan masrafları bile karşılamıyor, dahası Batı ile ilişkilerde bu denklem, net kazanım da getirmiyor.
Sığınmacı eşittir avro hibesi gibi bir manzara, NATO’un en büyük ordusuna kaynak aktarmamızın karşılığında NATO’nun bize “koruma “sağladığı” tezleriyle koşutluk oluşturuyor… Oysa NATO pek de tekin değil hani…
Özellikle Suriyeliler ile ilgili ikinci dinamiğe gelince… Kimi çevreler kulağımızı tersten gösterdiğimizde haklılar, Beşar Esad ile anlaşmak bizim açımızdan çok daha ekonomik ve sosyal anlamda yararlı olurdu; ancak bu noktada da sanırım “karşılıklı” derin bir güvenlik açığı var…
O arada iktidar bölgeyi karıştıran ABD’ye oluğu kadar tüm kartları da Rusya’nın eline vermek istemiyor adeta…
Türkiye’nin sosyal, kültürel, ekonomik ve dış siyasetle ilgili sığınmacılar meselesi daha uzun yıllar gündemde olacak… O nedenle seçimlerden önce bir Göç Bakanlığı kurulmasını önermiştim. Kurulacak böyle bir bakanlık onlarca idarenin ortak paydasını merkez bünyesinde toplayabilirdi…
Dahası Türkiye’nin “aldığı göçler” kadar, çeşitli nedenlerle verdiği göçler de var. (özellikle “beyin göçü” gibi) O arada, yurt dışında yaşayan Türk akraba ve kardeş toplulukların nüfus hareketleri ve haklarının izlenmesi gibi sorunlar / olgular var… Göç Bakanlığı, Vakıflar ve Nüfus idareleri ile eşgüdüm halinde sistematik projeksiyonlar da yapabilirdi…
Evet dönelim sığınmacılar/ mülteciler meselesinin bu yazıda ön plana çıkartmaya çalıştığım siyasal yönüne…
Bu olgu artık gözden kaçırılmayacak kadar hoşnutsuzluklar ve kaygılar uyandırmaktadır. Yalnız demografik yapımız, yalnız kayıt-dışı ekonomimiz “gelişip” değişmekle kalmamakta aynı zamanda mülk edinme, sermaye sahibi olma, seçimlerde oy kullanarak ülkenin kaderini belirleyecek konuma gelme gibi girdileri içinde barındırmaktadır.
Bu bağlamda ben naçizane + 18 kuralını öneriyorum. Bu öneri benimsenirse yasal ve hatta Anayasal zeminde yerini bulabilir ve sanırım halkımızın çoğunluğu tarafından da benimsenebilir...
18 yıl (en küçük seçmen yaşı kadar) Türkiye'de ikamet etmiş olmayan ve sonradan vatandaş olan hiç kimseye arazi, toprak, mera vb. alanda mülk sahibi veya hissedarı olma hakkı ve de seçimlerde oy kullanma hakkı verilmemelidir.
Elbette bu uygulamada konut, daire, menkul değerler ve sermaye yatırımları duruma ve seyre göre hariç tutulabilir, ancak o arada sigortasız çalıştırmanın önü mutlaka bir şekilde kesilmelidir. Öte yandan +18 kuralı açısından, Türk kökenli olma veya Devlet'e ve topluma üstün yarar istisnası da getirilebilir…
Evet Türkiye bugünün korumak, geleceğini kurmak, şehitlerine vefasını, evlatlarına borcunu unutmamak ve kimilerinin söylediği gibi “Bölgenin jandarması, Dünya’nın çöplüğü” olarak tanımlanmaya asla olanak tanımamak zorundadır…
Başı Dik Devlet, Bağımsız Millet, üretken halk ve refah toplumu için; “her şey Türkiye için” demek ve gereklerini icra etmek zorundayız…