Yaşar Okuyan: ''Ekonomik facia geliyor, varlık vergisi yolda !''
Geçirdiği çok ağır bir ameliyata rağmen genç siyasetçilere taş çıkartırcasına koşuşturan Yaşar Okuyan Haber3com için Cem Güner'in sorularını yanıtladı.
Röportaj: Cem GÜNER / HABER3COM
Çoğu kimse belki bilmez ama Yaşar Okuyan’ın asıl mesleği gazeteciliktir. Aktif siyasete nokta koyduktan sonra çeşitli televizyon programları hazırlayarak konuklarıyla Türkiye’yi konuşuyor.
İzmir’den İstanbul’a geliyor, televizyon programı yapıp aynı akşam Ankara’ya geçiyor. Burada görüşmeler yapıp tekrar İzmir’e dönüyor.
Aralıksız her hafta aşağı yukarı bu şekilde…
Yaşar Okuyan, işte bu temponun içerisinde arkadaşımız Cem Güner’e de zaman ayırdı ve soruları cevapladı.
Öncelikle sağlığınızı sormak istiyorum. Sağlığınız nasıl?
Karaciğer organ nakli gibi çok ciddi bir ameliyat geçirdik. Çok şükür… Ama tabi daha bazı konularda sıkıntılar var. Ancak buna da çok şükür. İyiyim yani.
Çok iyi gözüküyorsunuz zaten…
İyiyiz…
ERKEN SEÇİM DEĞİL, BASKIN SEÇİM…
Erken seçim veya baskın seçim olarak adlandırılan bir seçim atmosferi içerisindeyiz. Size göre hangi sebeplerden dolayı bu seçim kararı alındı?
Erken seçim kararının alınacağını ben 6-7 ay önce hem KRT’de hem de Ulusal Kanal’da iddialı bir şekilde; “bu yılın sonuna varmadan mutlaka bir seçim kararı alınacak. Bu kadar iddialıyım” dedim. Çünkü ekonomi inanılmaz ölçüde sıkıştırıyor. Erken seçim kararı alınmasının tek sebebi ekonomidir. Ama baskın seçim kararı alınmasının tek sebebi de İYİ Parti’nin haksız bir biçimde hukuksuz bir biçimde seçime sokulmasını önlemektir. Bu bir baskın seçim, erken seçim değil bu…
VARLIK VERGİSİ GELECEK
Niye peki diyeceksiniz ekonomi bu kadar mı sıkıştı; evet bu kadar sıkıştı. Bakın bana gelen bilgiler var. Ben bunları televizyonlarda da paylaştım. Ben ekonomist değilim o nedenle o kadar iddialı konuşamam. Ama itimat ettiğim arkadaşlar var. Seçimden sonra hangi iktidar gelirse gelsin, bakın hangi iktidar gelirse gelsin; ekonomistlerin, ekonomiyi çok iyi bilen ve takip eden değerli hocalarımızın ifadeleri ve konuyla ilgili gelen duyumlar var. Hükumet bunlarla ilgili taslakları hazırlamış. Ve dehşet bir şey. Bir; varlık vergisinin getirilmesi düşünülüyor. İki; emekli maaşlarında miktarına göre yüzde 5, yüzde 10, yüzde 15 olarak kademeli bir şekilde kesinti yapılacak. Asgari ücretten de yüzde 5 civarında kesilecek. Üç; kamuda çalışan işçi ve memurların maaşlarından yüzde 10 eksiltilecek. Bakın bunlar düşünülen ve tasarlanan şeyler. Dört; kambiyo rejimini değiştirecekler. Dövizli mevduat hesaplarında bankalar geri ödemeyi TL olarak yapacak. Doları da TL’ye sabitleyecekler. Daha bitmedi. Dayanıklı tüketim mallarından ve içtiğimiz su, kullandığımız benzin gibi ihtiyaç alışverişlerinden alınan dolaylı vergilerde bir yıl içerisinde yüzde 30 ila yüzde 70 arasında artış olacak. Mesela şu anda benzinin litresi 6 TL, bir senenin sonunda bu 9 TL’ye, 10 TL’ye çıkabilecek. Bu kadar dehşet bir tablo…
Bitmedi, yine bu sürecin içerisinde kurumlar vergisini arttıracaklar. Yani en az bir 8-10 puan daha üzerine ilave edilebileceği söyleniyor. Bütün bunlar yan yana getirdiğiniz vakit bunları yapan bir iktidar sokağa çıkamaz. Yani bir daha iktidar olma falan değil, sokağa çıkamaz…
Ekonomik facia diyebilir miyiz buna?
Kesinlikle ekonomik facia… 16 yılın sonunda Türkiye’ye birçok yönden yapılan tahribatın ötesinde şu anda getirdikleri ekonominin çizgisi bu…
ERDOĞAN, MEHMET ŞİMŞEK’İ SUSTURDU
Şimdi burada dikkatinize sunacağım iki unsur var. Birincisi; hükûmetin, bunların dışında bir seçeneği kalmadı. Çünkü borçlanmada sıkıntı başladı. Maliye Bakanı’nın konuşmaları var, sinyal veriyor… Ama hele Mehmet Şimşek’in, yani bütün ekonomiden sorumlu olan Başbakan Yardımcısı’nın söylemleri var. Ben size bir iki tanesini hatırlatayım; 2018 yılı içinde mutlaka ama altını çiziyorum mutlaka “210 milyar dolar kredi borçlanmamız yapılacak” diyor. Bakın böyle bir para yok… Böyle bir parayı bulmaları mümkün değil… Yine Sayın Şimşek diyor ki; “biz 10 yılda 90 yıl geriye götürdük Türkiye’yi” Kendisi söylüyor bunu… Ve hatırlayın, Sayın Cumhurbaşkanı 3-4 sefer ekonomi ile ilgili konuşurken; “biz bu kadar gidiyoruz ama bizim kendi arkadaşlarımız ayağımıza kurşun sıkıyor” dedi. Bakın yine gelen bir duyum; Sayın Cumhurbaşkanı, Mehmet Şimşek’i çok ağır bir şekilde fırçalamış. Ve hatta Şimşek’in ağladığı rivayet ediliyor. Ve istifasını verdiği fakat Erdoğan’ın “hayır ben senden istifa istemiyorum, ağzını tut, çeneni tut” gibi bir konuşma yapıldığı iddia ediliyor. Ben yanlarında değildim. Bu bilgileri bir arkadaştan aldım. Yani bu şunu gösteriyor; fecaat… Yani Türkiye’nin ekonomisi fecaat… (Fecaat TDK: Yürekler acısı bir durum) Şimdi onun için bu erken seçim kararı alındı. Yani şöyle düşünebilirsiniz; iyi de 1.5 sene vardı daha 1.5 sene öne çekti, peki bu tedbirleri aldıktan sonra nasıl olacak? Şöyle olacak; çünkü Tayyip Bey şunu biliyor; ya yukarıda devletin başında olacak, ya… (susuyor) Muhalefet olamaz… Yani öyle bir şansı yok… Geçmişte Sayın Demirel, Ecevit, Türkeş, Erbakan, Özal… Hepsi rahmetli oldu… İktidar da oldular, daha sonra muhalefet de oldular… Ama böyle bir şansı yok Tayyip Bey’in… Bunun farkında ve onun için de ne yaparsa yapsın, her türlü baskıyla, şununla, bununla yaşadığı müddetçe orada kalmayı planlıyor. Dolayısıyla hiç olmazsa üzerine 5 yıllık bir süre alırım, yeni duruma göre de tamamen başkan haline geliyor, kral haline geliyor bu yeni sistemle. Bu sistem bir demokrasi değil. Yani Cumhurbaşkanlığı – başbakanlık hükumet sistemi böyle bir model yok.
DEMOKRASİDE DÜNYANIN GELDİĞİ NOKTAYA BAKIN BİR DE BİZE BAKIN
Meşrutiyete uyuyor mu? Yani meclis var ve tepede de bir tek yetkili var…
Yani o dönemin şartlarından da çok farklı. Yani bir yerden benzetebiliriz ama o zamanın şartları farklı. Şu anda dünyanın demokrasi tarihinde geldiği noktaya bakın ve düşünün. Yani biz 1946’da çok partili hayata, demokrasiye geçmişiz. Hadi o seçimler şaibeli ki doğrudur. Ama 50’den itibaren ara ara müdahaleler, darbeler ve muhtıralar olmasına rağmen demokrasi devam etmiştir. Böyle bir noktaya gelmişiz. Şimdi dünyanın demokraside geldiği ileri aşamaya bakın, bir de bize bakın.
Şimdi işte Amerika… Oradaki bir eyalet savcısı başkanı silkeliyor. Amerika gibi bir devletin başkanı o koltukta otururken FBI en önemli avukatının yazıhanesini ve evini basıyor. Dosyalara el koyuyor. Amerika gözünün yaşına bakmıyor. Hatırlayın bir başka örnek; Clinton döneminde Monica denilen bir hatunla oval ofiste bilmem fingirdeşmiş. Hiç affetmediler… 7 milyar insanın gözünün önünde bütün dünya televizyonları naklen verdi. Mahkeme huzurunda terlettiler Clinton’u. Ve dertleri o kadınla aşna fişne yapması değildi, yalan söylemesiydi. ABD Başkanı’nı yalan söylediği için mahkemeye verdiler. Yoksa çok da dertlerineydi bir hatunla kakara kikiri yapmış. Yalan söyledi ve bunun bedelini ödettiler. Hiç kimse şunu düşünmedi; koskoca ABD Başkanı rezil oluyor. Hayır… Rezil olmadı… Amerika kazandı… Clinton belki kişisel olarak rezil oldu. Neden rezil oldu? Monica ile ilişkisinden dolayı değil, Amerikan devletine, Amerikan adaletine yalan söylediği için rezil oldu.
Şimdi siz bunu alın bu döneme… Ne diyorsunuz ya… Dün Sayın Cumhurbaşkanı İzmir’de konuşuyor; topladığı AKP’li kalabalık da her şeyi alkışlıyor. İzmirliler diyor, “İzmir’de havaalanı yoktu” diyor. “Biz geldik, Adnan Menderes Havaalanı’nı biz yapıp açtık” diyor. Ya 1987 yılında Özal’ın açtığı havaalanı. Bu dönemde ne oldu? Bu dönemde ilaveler yapıldı. Ama konuşmasında “ilave ettik, genişlettik” demiyor. Biz açtık diyor. Helal olsun yani… Şimdi hangisine ne yapacaksınız?
BÜYÜK BİR İŞBİLMEZLİK VE İSRAF VAR
Şimdi tabi demokrasiyi ve siyasi konuları da konuşacağız ama ekonomiden giriş yaptınız ve ekonomik bir facia tablosu çizdiniz ortaya. Türkiye ekonomik yönden bu noktaya nasıl geldi? Çok mu israf yapıldı, ekonomi hatalı mı yönetildi?
Tabi ki hatalı yönetildi. Devleti bilmiyor bunlar. Geldik gidiyoruz diye bakıyorlar. Bakın şimdi birkaç örnek vereyim; sırf şatafatla ilgili… Ben bunlardan önceki hükûmette malûm Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanıydım. Bize o zaman SSK hastaneleri bağlıydı. O zaman Türk Eczacılar Birliği yöneticileri geldi ve ilaç sistemiyle ilgili olarak bir protokol önerisi sundu. Baktım ki kamunun ciddi bir şekilde aleyhine sonuç verecek bir teklif. Bizim SSK olarak ilaçları daha düşük maliyetle alma durumumuz vardı. Mesela bir antibiyotikte orjinali 100 TL, ancak içindeki etken maddesi aynı olan başka bir tanesi 10 TL. Tabi biz buna karşı çıktık. Yoksa ben bilmez miydim ki at imzayı… Ama bunlar gelir gelmez bastılar imzayı. Şimdi ne oldu? Sürdürülebilir olmayan, sadece günlük politika itibarıyla yürüyen uygulamalar yaptılar. İşte bir yere kadar geldi ve dayandı.
Bakın şimdi daha bugün (29.04.2018 Pazar) uçakla İzmir’den İstanbul’a geliyorum bir Sayın Bakan yanında 7 koruma ile uçağa biniyor. Ben bakanı tanımıyorum. Yüzünü biliyorum ama ismini vallahi bilmiyorum. Yahu seni ne yapacaklar? Zaten indiğiniz yerde koruma ekibi geliyor. Biz de bakanlık yaptık. Uçağa yanımızda bir tane başkomiser gelirdi. O da çantanızı alıp yardımcı oluyor filan. Gittiğiniz ilde zaten size 7-8 tane polis eşlik ediyor. Sayın Cumhurbaşkanı işte ben gördüm İzmir’den geldi; yüzden fazla polis… Yani bunların her birinin bir maliyeti var. Ben bakanlığımın üçüncü yılında bir basın brifingi vereceğim. Dedim ki şöyle güzel bir kapaklı dosya yapalım. Bakanlıktaki arkadaşlar “efendim böyle bir tahsisatımız yok” dediler. Sonra matbaacı bir arkadaşıma rica ettim ve bana bin adet hediye olarak bastı. Resmi bütçeden harcama yapmadık. Şimdi böyle bir şeyi bırakın, havaalanlarındaki VIP bölümlerine bakın neredeyse ansiklopedi büyüklüğünde ciltli bir şekilde tanıtım kitapları göreceksiniz. Hem de her ay başka başka basılıyor. Bunların bir maliyeti var. Bu öyle kolay bir iş değil.
DEVLETİ ZARARA SOKUYORLAR
İşte şimdi bütün bunların toplamında bir savurganlık… Efendim diyorlar ki; bakın biz Orhan Gazi Köprüsü’nü yaptık. Devlet olarak cebimizden bir lira çıkmıyor. İşte öbür taraftan üçüncü köprüyü yaptık. Peki çok güzel, Orhan Gazi Köprüsü’nü yaptın. Para da ödemedin. Ama resmi bir taahhütte bulundun. Bu taahhütte diyorsun ki; günde 10 bin araç geçecek. Üç bin geçti. Aradaki 7 bin araçlık farkı devlet kasasından müteahhit şirkete ödemeyi taahhüt ediyorsun. Şimdi bakın bu yıl itibarıyla bir yılın sonunda sadece Orhan Gazi Köprüsü için 1 milyar 534 milyon TL hazine bütçesinden çıkıyor. İşte bunları yan yana getirdiğinizde bu kadar israf bu kadar derme çatma şey olur mu? Benim de içinde bulunduğum 57. Hükûmet tarafından kamunun borcu 118 milyar dolar olarak teslim edildi. Kamunun borcu şu anda ise 438 milyar dolar. Bizim dönemimizde özel sektörün dış borcu 64 milyar dolardı. Şimdi ise 280 küsür milyar dolar. Yani şimdi özel sektör kendini ilgilendirir diyemezsiniz Çünkü özel sektörün borçlanması ya Türk bankaları aracılığıyla oluyor ya da hazine garantili işlemlerle oluyor. Yani kefil olan devlet… Ve toplamında 700 milyar doları geçen bir borçla karşı karşıya kalındı. Bütün bunları yan yana getirdiğinizde ekonominin batmayacağı diye bir şey yok…
Eğer ki seçimlerden sonra AK Parti tamamen iktidardan düşerse siz sağlıklı bir devir teslim gerçekleşeceğini düşünüyor musunuz?
Bir defa devletin resmi kayıtları ne durumdadır bilmiyorum. Mesela uluslararası anlaşmalara imza atmışlar, taahhüt altına girmişler. İşte Orhan Gazi Köprüsü… Siz taahhüt ettiniz… Şimdi şehir hastaneleri yapıyorlar. E diyor ki para çıkmıyor bizden. Peki örneğin Mersin Şehir Hastanesi için ne kadar bir taahhüt verdiniz? Bir yılın sonunda ne kadar gelir açığı gelecek? Bu aradaki farkı taahhüt ettiniz… Bütün bunların toplamı eğer ki eksi bakiye ise miktarı nedir diye soruyorsunuz. Ancak bu sorunun cevabı yok… Bütçe dışı harcamalara baktığınız zaman; bütçe içindeki harcamaların aşağı yukarı yüzde 70-80’ini buluyor. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hangi iktidar gelirse gelsin bu kadar karışık, bu kadar karmaşık, bu kadar vurdumduymaz bir yönetim görülmemiştir. Tamam bitti… Artık kuyuda su kalmadı… Mesele bu… İşte bunun için de erken seçime gidiliyor. Sama demin de söylediğim gibi baskın seçimin sebebi de İYİ Parti…
CHP, DÜNYA DEMOKRASİ TARİHİNE GEÇTİ
Partiler arasında Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusundaki görüşmeler devam ederken İYİ Parti Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu’nun, Meral Akşener’in adaylığını kastederek “hangi derin devletin önümüzü kesmek istediğini iyi biliyoruz” şeklinde kullandığı bir cümle var. Bu konuda bir şeyler söylemek ister misiniz?
Neyi kastettiğini bilmiyorum. Ama Sayın Meral Akşener’in ve İYİ Parti’nin seçimlere katılmaması için her türlü baskı, her türlü engelleme ve her türlü tehdidin bir takım çevrelerden yapıldığını biliyoruz. Bakın ben bunu televizyonlarda da söyledim. Ve bir tekzip gelmedi. Bana gelen bilgiyi anlattım. Yanlarında değildim elbette bilmem mümkün değil. Ama iddia var. Cumartesi günü saat 16:35 itibarıyla; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Yüksek Seçim Kurulu’nun resmi yazısına cevaben seçime katılmaya hak kazanmış olan siyasi partilerin listesini imza karşılığında elden teslim ediyor. Aynı akşam saat 21:00’de Yüksek Seçim Kurulu toplanıyor ve saatlerce müzakere ediliyor, 5 üye İYİ Parti için seçime katılabilir diyor, 5 üye katılamaz diyor; bu durumda sonucu etkileyecek olan bir üye de ilahi bir tesadüf gereği hastalanıyor ve toplantıya katılamıyor. Tartışmaların sonunda da “biz bu maddeyi Pazartesi günü ele alalım” diyorlar.
Şimdi bakın öncelikle Yüksek Seçim Kurulu’nun, seçimlere hangi partinin girip hangi partinin giremeyeceğinin kararını vermeye hakkı yok. Sadece tebliğ etme hakkı var. Bu konuda yetki Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’ndadır.
Burada Cumhuriyet Halk Partisi, CHP tarihine, Türk demokrasisi tarihine ve hatta daha da ileri gidiyorum dünyadaki demokrasi mücadeleleri tarihine örnek olacak çok müthiş bir iş yaptılar demokrasi adına.
15 milletvekili ile ilgili konuyu söylüyorsunuz…
Evet… Oyunu bozdular… Ben Pazar günü saat 14:00’de televizyon programında bunları anlattım ve “şimdi göreceksiniz pazartesiye kalmayacak, Yüksek Seçim Kurulu katılabileceğini ilan edecek” dedim. Sonra Sayın Cumhurbaşkanı “YSK, Cumartesi ilan etseydi bunlar olmazdı” dedi. Oysaki Cumartesi ilan edilseydi hukuki boşluk üzerine yeni bir polemik oluşacaktı. Yine seçime sokmayacaklardı İYİ Parti’yi. YSK, “hayır giremez” diyecekti. Zaten YSK’nın kararına itiraz da yok. Anayasa Mahkemesi de karışamıyor. İşte Sayın Halaçoğlu’nun dediği gibi “büyük bir baskı var”. Açık bir şekilde baskı vardı. Peki bu normal mi? 1960’tan beri yargı sisteminde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın ve Yüksek Seçim Kurulu’nun içtihatları ve uygulamaları ortada… Yasa ortada… Yönetmelikler ortada… Yani ilk defa seçim yapmıyoruz.
Bu şartlar dahilinde 24 Haziran seçimleri sonucunda veya iki aday ile 8 Temmuz seçimleri sonucunda Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidardan düşürülmesini mümkün görüyor musunuz?
Kesinlikle… Ben bunu 6-7 aydır söylüyorum. 2019 sonrasında ne AKP kalacak, ne de Recep Tayyip Erdoğan… Çok net olarak söylüyorum bunu…
MHP TABANI OY VERMEYECEK
MHP tabanını en iyi tanıyan isimlerden birisiniz. MHP seçmeninin, MHP yönetiminin içerisinde bulunduğu Cumhur İttifakını yeterince destekleyeceğini düşünüyor musunuz?
Hayır… Yapılan araştırmalar var. Bir de ben konuşuyorum tabi arkadaşlarımızla; AKP seçmeni için de söylüyorum MHP seçmeni için de söylüyorum, bakın göreceksiniz, iddialı söylüyorum; hani belediye seçimlerinde belediye başkanı için ayrı oy atılır, belediye meclisi için ayrı oy atılır ya, bazen belediye başkanı kazanır ama meclis çoğunluğunu elde edemez, bazen de meclis çoğunluğu alınır ama o partinin belediye başkan adayı seçimi kazanamaz, işte o aradaki farkı göreceksiniz. MHP’li seçmen pusulada MHP’ye mühür vuracak. AKP’li seçmen de AKP’ye mühür vuracak. İşte ben iddia ediyorum; Tayyip Erdoğan’a ikisinin toplamından daha az oy çıkacak. MHP seçmeninin ancak üçte biri oy verme noktasında. Birçok arkadaşla konuşuyorum; “Tayyip Erdoğa’a oy vermeyiz. Sayın Genel Başkan’ın (Devlet Bahçeli) bu kararından da rahatsızız. Ama biz MHP’liyiz. Biz parti meclise girsin diye sabrediyoruz. Ama Tayyip Bey’e oy vermeyiz” diyorlar. Yine AKP’den hiç aklınıza gelmeyecek isimlerle ben görüşüyorum. Gazetecilik yapıp, televizyonlarda sabah akşam AKP’yi öven insanların bile özel sohbetlerde söyledikleri ne biliyor musunuz? Ben oy vermeyeceğim diyor… “AKP’ye vereceğim ama Sayın Tayyip Erdoğan’a oy vermeyeceğim” diyor. Bakın AKP seçmeninden yüzde 4-5 fire gelecek. MHP seçmeninden yüzdeye vurursanız 5-6 puan eksilme gelecek.
ABDULLAH GÜL, AMERİKA’NIN BİR OYUNUYDU
Recep Tayyip Erdoğan’ın alternatifi olarak Abdullah Gül’ün isminin ortaya atılması size göre nasıl bir stratejinin ürünü?
Abdullah Gül, Amerikancı, yeni Türkiye’de tüketilmiş olan yine Amerikancı bir sistemin sonucu. Ve Amerika’nın, İsrail’in ve İngiltere’nin ortak çabalarıyla kurulmuş olan AKP, onların ortak çabalarıyla getirilmiş olan AKP iktidarı Tayyip Bey’in şahsında artık miyadını doldurdu. Bu yeni bir şey değil aslında. Son üç senedir yeni, tazelenmiş bir Amerikancı, İsrail’in destekleyeceği, İngiltere’nin destekleyeceği bir formül olarak bunu öne sürme çabası içindeler.
Peki bu stratejinin sol partilerle, örneğin CHP’yle nasıl bir ilgisi olabilir?
Solda bir sürü parti var. Şimdi CHP açısından bakalım. Aslında sol veya sağ olarak değil ama öyle bir propaganda mekanizması geliyor ki; fakat azıcık düşündüğünüz vakit bu işin kesinlikle yanlış olduğunu görürsünüz. Yani iki sebepten yanlış. Bir; 16 senedir Türkiye’yi bu hale getiren AKP iktidarı mı? Evet… İki; Ergenekon adı altında sahte delillerle yürütülen davalar, yine Balyoz vs casusluk davaları ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nin güzde subaylarını, üstelik yüzde 80 oranında kurmay subaylarını mahfeden, o sabotajları yapan, kumpasları yapan AKP iktidarı mı? Peki daha düne kadar bu iktidarın Cumhurbaşkanlığında kim oturuyordu, başbakanlığında kim oturuyordu? Şimdi biz o günün cumhurbaşkanını, o günün başbakanının karşısına dikeceğiz ve ona oy vereceğiz. Geç bunları… Bunlar tam Amerikancı ve başka metotlarla şu ana kadar yapılan Abdullah Gül’ü getirme taktikleridir. Ve bu propagandayı öyle güçlü yaptılar ki; siyaseti bilmeyen insanlar veya her partideki siyasette çok fazla tecrübesi olmayan insanlar, böyle bir şeyle belki Tayyip Erdoğan’dan kurtuluruz mantığı ile yaklaştılar. CHP’yi ben kutluyorum. Çünkü bu oyuna gelmedi. Amerikan dayatmasının karşısında durdu.
VATAN PARTİSİ’NDE YAPAMADIM
Vatan Partisi’nde Genel Bakan Yardımcısı olarak görev yapıyordunuz ve hem görevinizden hem de partiden istifa ettiniz. Niçin istifa ettiniz?
7 Haziran seçimlerinden 6 ay kadar önce davet etti Sayın Doğu Perinçek. Arkadaşlarla birlikte düşündük. Yani farklı partilerden bakanlık yapmış arkadaşlar, yine hapishanelerde çürümüş emekli generallerle birlikte konuşup değerlendirdik. Ve dedik ki olabilir. Çünkü o zaman İşçi Partisi’den Vatan Partisi’ne geçiliyordu. Bakın ben İşçi Partili değilim. Ben Vatan Partiliyim. Bizim önümüze koydukları program Vatan Partisi’ydi. İşçi Partisi’ni kınamıyorum. İşçi Partisi’nin mücadelesine biz dışarıdan destek olduk. Silivri Cezaevi çevresindeki o barikatların yıkılışında biz oradaydık. Gazları biz yedik. Oturup hesaplama yapmadım ama 5-6 sene içerisinde mahkemelerin takibi için belki 100’den fazla kez Silivri’ye geldim. Geldik, akşam döndük. Geldik, iki gün kaldık. Dolayısıyla o süreç içerisinde bu arkadaşların çabalarını alkışladık. Hakikaten önemli bir mücadele verdiler. Herkes kaçmıştı, sinmişti. Bir tek bunlar vardı. İşte o güzellikleri gördüğümüz için Biz Vatan Partisi’ne gittik. Fakat maalesef İşçi Partisi’nde kaldılar. Ve bilinenin aksine ben yeni istifa etmedim. Daha 7 Haziran seçimleri öncesinde Tayfun İçli arkadaşımızla birlikte biz istifamızı veriyorduk. Peki neden? Vatan Partisi gibi anlatılan ancak İşçi Partisi’yle uyuşan davranışlardan ötürü. B,z kitle partilerinden geldik. Ben Anavatan Partisi’nin seçim işleri başkanlığını yaptım. Tek başına iktidar döneminde genel sekreterliğini yaptım. 1980 öncesinde MHP’de görev yaptım. Genel sekreter yardımcısıydım. Seçim işleri bana bağlıydı. O da bir ideolojik partiydi. İdeolojik partilerin de kitle partilerinin de yapılarını biliyorum. En son Vatan Partisi’nden yine 19 Şubat’ta istifa ettim. Ama istifamı kabul etmediler. Ama burada şimdi benim ayakta alkışladığım bir olay var. CHP, demokrasiye indirilmek istenen darbeye mani oldu. Ben bu noktada CHP’yi kutsarken, Vatan Partisi Genel Başkanı Sayın Doğu Perinçek tam tersi, yani yaklaşık filan değil, yüzde 100 tersi bir davranışa girdi. Ve ben Sayın Genel Başkan’la telefonla konuştum; ve sonunda üzgünüm dedim… Benim kendimle ilgili bir hesabım yok.
İYİ Parti’ye geçeceğiniz konuşuluyor bazı çevrelerde…
Hayır… Hayır… Hayır… Geçsem geçerdim. Bir şey hatırlatayım size. Sayın Baykal yaşıyor. Sayın haluk Koç yaşıyor. Mehmet Sevigen yaşıyor. 2007 seçimlerinde ben Hür Parti’nin genel başkanıydım. Şimdi partilerin başka bir partiyi desteklemesi kanunen suç. Bu nedenle biz partiyi CHP ile birleştirme kararı aldık. Ancak seçim atmosferi sebebiyle süre çok daraldığı için mümkün olmadı. Ben de bunun üzerine CHP lehine propaganda yapabilmek içinHür Parti’den istifa ettim ve çalışmalara başladım. Milletvekili aday listelerinin YSK’ya verileceğinin son gününde Sayın Deniz Baykal Allah selamet versin üç sefer beni aradı. Olmadı Mehmet Sevigen’i görevlendirdi bana bir bölgede listenin en önünde yer verilmek üzere. Ben teşekkür ettim ve dedim ki; “Sayın Genel Başkanım, ben bir parti kurdum. 128 bin küsür resmi üyemiz var. 74 il ve 470 civarı ilçede örgütümüz var. Bunlar Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nda tescilli. Ben şimdi aday olsam “Yaşar Okuyan bizi kullandı, bak milletvekili oldu” demez mi arkadaşlarımız? Eğer o günün şartlarında Hür Parti seçimlere etki edecek bir pozisyonda olsaydı o zaman 2 kişilik 3 kişilik bir kontenjan verin derdim. Bu da şimdi haksızlık. Aday olmadım. Ama Sayın Baykal’a destek verdim. Seçim gezisine birlikte gittik ve Tokat’ta başladık. Sayın Baykal konuşurken 2 saat boyunca podyumun üzerinde arkasında durdum. Sayın Bayka ile aşağı yukarı 16-17 ile gittim. 20’den fazla ilden de yine davet üzerine kendim gittim. Ve kendi cebimdeki para ile gittim. CHP’de görevim yok. Milletvekili adaylığını kabul etmemişim.
Ben normal bir adam değilim. Ben bunu her yerde de söylüyorum. Biz siyasetin imalat hatasıyız. Bizim derdimiz ülkemiz. Ben 14 yaşında rahmetli Türkeş ile tanıştım. Bakın şu anda 68 yaşındayım. Benim çizgim hiç değişmedi. Partiler, tabelalar değişti. Ama çizgim değişmedi. Ben Türk milliyetçisiyim. Dün de, bugün de, yarın da… Kaldı ki şu saatten sonra benim kendimle ilgili bir tasarrufum olması mümkün değil. Peki neden bu ağır ameliyatlı halimle halen ortalardayım? Bir tek sebebi var. Türkiye gidiyor. Başka Türkiye yok…
Çok teşekkür ediyoruz efendim…
Ben teşekkür ediyorum…
CEM GÜNER'İN DİĞER RÖPORTAJLARI: