Kılıçdaroğlu: Bu Erdoğan'ı müthiş rahatsız ediyor
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, gündeme ilişkin pek çok konuda açıklamalarda bulundu. ''Türkiye'de demokrasi yok'' diyen CHP lideri, ''Erdoğan, otoriter rejimi demokrasi kılıfı altında satmaya çalışıyor'' ifadelerini kullandı.
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, COVID-19 salgınıyla mücadeleden, salgın sonrası hayatın normalleşmesine, iktidar sözcüleri tarafından son dönemde sıklıkla dile gündeme getirilen darbe tehdidinden, Rusya’dan alınan S-400 füzelerinin akıbetine kadar pek çok konuda konuştu.
Sözcü'den Zeynep Gürcanlı'nın haberine göre, Kılıçdaroğlu'nun küçük bir grup gazeteciyle CHP Genel Merkezi'nde yaptığı sohbette söyledikleri şöyle:
“BİLİM KURULU KARARLARINA UYULMALI”
Bilim Kurulu eğer normalleşme için bir takvim belirlemişse, Yani bu çerçevede hareket edin demişse, normalde siyaset kurumunun da ona uyması lazım. Bilim Kurulu'nun önerileri gözardı edilip, “Bilim Kurulu’nun görüşünü aldık ama bize göre normalleşme şöyle olmalıdır” diye bir yol haritası çizilmişse, bu yanlıştır.
“AVM’LERİN AÇILMASI RİSKLİ ORTAM YARATIR”
Normalleşmeden sonra bana gelen ilk şey AVM'lerin açılması. Virüsün yayılması açısından son derece riskli bir ortam yaratır. Çünkü oradaki havalandırma sistemi kapalı bir alanda kalınması, virüsün daha da yaygınlaşabileceğine yönelik olup, riskli olabilir.
“ÇOCUKLARI KOBAY OLARAK KULLANMAK KİMİN HAKKI?”
(YGS sınavının öne alınması) Bütün gençler tepkili. Aileler de tepkili. Kararı kim verdi? Sağlık Bakanı ve Turizm Bakanı. İkisi eğitimci mi? Hayır. Eğitimcilerin karar vermesi gereken bir alanda, Turizm Bakanı ile Sağlık Bakanı'nın farklı görüşler beyan etmeleri ve sonunda da Erdoğan'ın hakemliğine başvurmaları yanlış bir uygulama.
Çocukları kobay olarak kullanmak kimin hakkı? Bu hak kime verildi? Yazık, günah. Sonuçta şu; İnsan mı, ekonomi mi? Bu kararda insan gözardı edildi, ekonomi öne çıktı.
“STRATEJİ YOK. NEDENİ DE TEK ADAM REJİMİ”
(Maske dağıtımı konusu) Bu süreçte en temel eksiklik, devleti yönetenlerin bir stratejilerinin olmamasıdır. Böyle bir olay ortaya çıktıktan sonra ve Avrupa'ya yayıldıktan sonra Türkiye'nin oturup kendisine bir strateji çizmesi gerekirdi. Sağlık'ta var mıydı? Evet vardı, 2019'da hazırlanan bir rapor var. O da Dünya Sağlık Örgütü'nün önerisi üzerine. “Yapacaksınız” denmiş.
Oturmuşlar 229 sayfalık bir pandemi raporu hazırlamışlar. İkinci konu ciddi bir işsizlik ortaya çıkacak. Bu konuda bir strateji var mı? Yok. Üçüncü konu işsizlikle beraber yoksulluk çıkacak. İhtiyaç sahibi aileler kitleler halinde artacak. Bunla ilgili bir strateji var mı? Bunla ilgili de bir strateji yok. Dolayısıyla deneme sınama yöntemiyle sorun aşılmaya çalışılıyor sağlık dışında.
Bir strateji eksikliği var, bu strateji eksikliğini zorunlu olarak ortaya koyan ise tek adam rejiminin Türkiye'de uygulanmasıdır. Hiç kimse bağımsız karar alamıyor. Hiç kimse düşüncelerini rahatlıkla ifade edemiyor.
“TÜRKİYE'DE DEMOKRASİ YOK”
(CHP'ye yönelik suçlamalar) Ben Erdoğan'a cevap vermek istemiyorum. Çünkü cevap vermeye değmez. Nesine cevap vereceksiniz. Ama parti olarak biz Türkiye'de demokrasiyi savunan en büyük partiyiz. AK Parti'nin ve kurmaylarının, kurmay yok zaten, bir kişi var burada, demokrasiyi katlettiklerini hepimiz görüyoruz, hepimiz biliyoruz. Parlamentonun bir bağımsız iradesi var mı? Yok. Yargı organı siyasi otoritenin vesayeti altında mı? Evet Yasama organı siyasi vesayet altında mı?
Evet Medyanın büyük bir kısmı yine siyasi otoritenin talimatıyla, şöyle ya da böyle, terbiye edilmeye çalışılıyor mu? Basın İlan Kurum ve RTÜK aracılığıyla, yargı aracılığıyla medya dizayn edilmeye çalışılıyor mu Saray'ın beklentileri karşısında? Evet. O zaman hangi demokrasiden söz ediyoruz? Parlamentoda 23 Nisan'da yaptığım konuşma, önümüzdeki süreç içinde Türkiye'de gerçekten bir demokrasinin olması için 16 maddelik bir başlık saydım zaten.
Sadece 10 dakika içinde. Bana desinler ki, bu 16 maddenin mesela 5. Maddesi demokrasiye aykırıdır, 1. Maddesi demokrasiye aykırıdır. Hayır diyemezler bunu. Yine ben orada Türkiye'nin hukuk sistemini bozan temel olgunun geçmişteki darbeler ve 20 Temmuz darbesinin olduğunu, bu darbelerden, bu darbe hukukundan Türkiye arınmadıkça da demokrasiye geçilemeyeceğini de söyledim zaten.
Üstelik bunu AK Partili milletvekillerinin de yüzünü bakarak söyledim. Demokrasi yok Türkiye'de. Ben söylemiyorum ki bunu tek başıma. Aklı başında herkes Türkiye'de baskı rejiminin olduğunu, Saray rejimi tarafından Türkiye'nin yeniden dizayn edilmek istendiğini biliyor zaten. Yeni bir şey söylemiyorum aslında.
“ERDOĞAN’I RAHATSIZ EDİYOR”
(Darbe tehdidi var iddiaları) 20 Temmuz sonrası giderek artan baskı ve demokrasinin rafa kalkmasının doğurduğu bir tablo var. Bu tabloyu demokrasi olarak satmak istiyorlar. Biz de bunun demokrasi olmadığını, tam tersine, baskıcı bir yönetim olduğunu, bir dikta yönetimi olduğunu, tek adam yönetimi olduğunu ısrarla söylüyoruz.
Bu Erdoğan’ı müthiş rahatsız ediyor. Çünkü bizim söylemlerimizi elini vicdanına götürüp AK Partililer de dinliyorlar. Bu kadar da olmaz diyorlar. Gazetecilerin bu kadar hapiste olduğu bir ülkede siz demokrasiden mi söz edeceksiniz.
DEMOKRASİ KILIFI
12 Eylül döneminde kaç kişiydi Türkiye'yi yöneten? 5 kişiydi değil mi? Evren ve diğer 4 kişi. Şimdi kaç kişi var? Bir kişi. O dönem de parlamento açıktı. Danışma Meclisi vardı. Hiç değilse o dönem 12 Eylül'e karşı olanlar arada bir konuşuyorlardı. Kamer Genç gibi.
Şimdi Allah aşkına bana söyleyin, bir tane AK Partili çıkıp konuşur mu? Bir kişi vardı konuşan, o da partiden istifa etmek zorunda kaldı. Otoriter rejimi demokrasi kılıfı altında topluma satmaya çalışıyorlar.
ERKEN SEÇİM İHTİMALİ
(Erken seçim olur mu?) Hayır. Bizim gördüğümüz tabloyu Erdoğan'ın görmemesi mümkün değil. Nasıl kaybettiğini, sözlerinin ağırlığının toplum nezdinde olmadığını o da görüyor aslında. Tabandaki erimeyi o da görüyor. Bu erimenin önüne geçmesi lazım. Bunun için de bir sanal düşman yaratılması lazım. Düşman olarak da CHP'yi görüyor. CHP olarak biz demokrasi aleyhine ne söyledik? Hiçbir şey.
Kaldı ki bütün darbelerden en çok zararı çeken parti CHP’dir. CHP'nin Genel Başkanları hapse atıldı darbelerde. CHP'nin mal varlıklarına el konuldu. 15 Temmuz darbe girişimi olduğu zaman, ben uçaktan iner inmez, ilk arkadaşlarla konuştuğumda, Genel Merkez'de toplantı halinde idiler, “hepiniz Meclis'e gideceksiniz” dedim. İlk gidenler de CHP’li milletvekilleri.
Erdoğan yaygın medya kanalıyla, kendisinin demokrat olduğunu, demokrasiyi savunduğunu, CHP'nin demokrasiye karşı olduğunu anlatmaya çalışıyor. Ama sıradan vatandaş bunların hiçbirisine itibar etmiyor. O da görüyor, bunların hiçbirisinin doğru olmadığını.
“CHP'YE YÖNELİK BİR KAMPANYA AÇACAKLAR”
(Erdoğan'ın ‘tasfiye' kelimesini kullanması) Önümüzdeki süreçte Erdoğan ve onun yapılandırdığı bütün kurumlar CHP'ye yönelik bir kampanya açacaklardır. Bundan hiçbir endişem yok. Oda TV ile ilgili olarak ilk uçakta konuştu, “hesabını verecekler” dedi. Oda TV'nin kendisi kapatıldı, yazarları içeride. Gazeteler için de ne söyledi? “Medya virüsüne izin vermeyeceğiz” dedi.
Bu açıklamadan sonra ilk yapılanlar RTÜK tarafından belli televizyon kanallarına verilen cezaların maddeleri değişti. İlerde kapatılmalarına yol açmak için. Şimdi CHP için aynı şeyi söylüyor. CHP'yi tasfiye edecekmiş. Kendi tasfiyesini hazırlıyor aslında. Bunu söyleyerek.
Siz, kalkacaksınız, muhalefet partisini, üstelik hep doğruları söylemesini içinize sindiremediğiniz için, “onu tasfiye edeceğim” diyeceksiniz. Dün bizim Faik Bey'in dediği gibi, “ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın.” CHP'yi tanımıyor.
“BAHÇELİ AK PARTİ TABANINA OYNUYOR”
(MHP Lideri Bahçeli'nin CHP'ye eleştirileri) Normaldir. Çünkü Bahçeli AK Parti'nin tabanına oynuyor. Bunu bilmemek ve görmemek için kör olmak lazım. Bahçeli kendine göre böyle bir strateji izliyor.
“ERDOĞAN’IN GELDİĞİ NOKTA BU”
(Barolar ve diğer meslek örgütlerinin seçim sisteminin değişmesi adımları) Erdoğan'ın temel özelliği farklı düşüncelere tahammül edememesidir. Çünkü kendisini kibre kaptıranlar, her söylediklerinin doğru olduğuna inananlar, farklı görüşleri dinlemeye tahammül edemezler. Erdoğan'ın geldiği nokta bu. Dolayısıyla farklı görüşler geldiği zaman o farklı görüşlerin doğrudan doğruya kendisini hedef aldığını düşünüyor.
Oysa farklı görüşler dünyanın bütün demokrasilerinde bir zenginlik olarak görülür. Kabul edersiniz veya etmezsiniz, düşünce, düşünceyi ifade özgürlüğü var ama siz düşüncelerinizi dahi ifade edemiyorsunuz. Ederseniz suçlanıyorsunuz. (Gülerek) Bizim belediyeleri terörist ilan edilmesi
“SEÇİM SİSTEMİ TARTIŞMALARI"
(Seçim sisteminin değiştirilmesi tartışmaları) Bu sorunun muhatabı Sayın Bahçeli'dir. Sayın Bahçeli bu düzeni savunuyordu. Sayın Bahçeli de bu düzenden şikayetçi ise o zaman bir sorunumuz var demektir. Bahçeli'nin şikayeti anlamında değil;Bahçeli bu düzeni savunduğuna göre, Bahçeli seçim sisteminin değişmesine karşı demektir.
O zaman karşı çıkması gerekir. Bir insanda ilke varsa ve bunlar çerçevesinde hareket ediyorsa, Sayın Bahçeli'nin karşı çıkması gerekir. Sayın Bahçeli karşı çıkıyorsa demek ki parlamentoya böyle bir düzenleme gelmeyecek demektir.
"LONDRA'DA BİR AVUÇ TEFECİ VERSİN…”
(Doların 7 TL'yi aşması ve ekonomik durum) Bir ülkeyi 18 yıl yöneteceksiniz, 18 yılın sonunda bu ülkenin ekonomisi ile ilgili kararları, Londra'daki bir avuç tefeci verecek. Cumhuriyet tarihinin en yüksek ve en fazla faiz ödeyen siyasal iktidarıdır. Faize karşı olduğunu söyleyip en yüksek faizi ödeyenlerdir. Cumhuriyet tarihinin en yüksek işsizlik ordusunu ortaya çıkaranlardır.
Sadece bizi de değil, torunlarımızı da en yüksek borç batağı ile karşı karşıya bırakan siyasal iktidar. Bunların yatacak yeri yok. Samimiyetle söylüyorum. Türkiye Cumhuriyeti devleti hiçbir zaman böyle bir pozisyonla karşı karşıya kalmamıştı. Eğer Trump'ın bir telefonu ile papazı serbest bırakıyorsa bunun arkasında ekonomi yatıyor başka bir şey değil.
“EN MODERN HURDALIĞA SAHİP OLACAĞIZ”
S-400'leri aktive etmeyecekler. Bunu ekonomiye dayanarak söylüyorum. Nisan ayında aktive edileceği söylendi. En yetkili kişi kimdi? Erdoğan! Erdoğan aktive edin dedi de birisi çıkıp “yapmayacağım” diyebilir mi? Diyemez. Neden erteliyorlar? Dünyanın en pahalı ve en modern hurdalığına sahip olacağız. 2.5 milyar dolar. *
DİYANET VE GENELKURMAY
(Diyanet İşleri Başkanı'nın çok tartışılan konuşması) Ben bu konulara özellikle girmedim. Çünkü biz parti olarak iki konuda çok hassasız. Genelkurmay Başkanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın açıklamalar konusunda bir açıklama yapmamaya özen gösteriyoruz. Her kurumun kendi sorumluluğunu bilmesi lazım. Bu iki kurumun da sıcak siyasetin içinde olmaması lazım.
İki kurumun alanları farklıdır birisi savunmaya dönüktür, diğeri de bizim iç dünyamıza, manevi dünyamızın zenginliğidir aslında. O dünyayı sevgiyle hoşgörüyle kardeşlikle birlikte yaşamayla süslemesi lazım, o tür bir anlatıma ihtiyacımız var. O çerçevede bir söylem her zaman kabulümüzdür. (eski Diyanet İşleri Başkanları) Sayın Mehmet Görmez’in ve sayın Ali Bardakoğlu’nun bu konuda açıklamları var son derece makul ve doğru açıklamalar.
BELEDİYE TARTIŞMASI
(CHP'li belediyelere paralel devlet suçlaması) Belediyeler zaten devletin bir parçası. Anayasaya, yasalara bakın. Bir merkezi yönetim, bir yerel yönetim var. Bu kadar açık. Devleti yöneten kişi her şey benden sorulur diyor. Şahsımdan sorulur diyor. Çünkü onun şahsı Türkiye Cumhuriyeti devleti üstünde bir yerde duruyor kendisine göre. Farklı bir yerde konumlandırıyor.
Türkiye Cumhuriyeti devleti üzerinde bir yerde konumlanmış şahsı, öyle görüyor. Dolayısıyla anayasada yerel yönetimler, merkezi yönetim, anayasada yargı bağımsızlığı, medya özgürlüğü, anayasada yürütme organı, bunların birbirini denetlemesi, düşünceyi ifade özgürlüğü. Bunlar yazılı olan ama Erdoğan tarafından asla kabul edilmeyen ve bugün tamamen askıya alınmış düzenlemeler
“BELEDİYE BAŞKANLARIMIZ TARİH YAZIYOR”
(Salgınla mücadelede CHP'li belediyelerin performansı) Belediye başkanlarımızın performansı gerçekten çok iyi. Gerçekten tam bir tarih yazıyorlar. Buna yürekten inanıyorum. Belli aralıklarla, haftada bir bilgi alıyoruz ayrıca. Geliştirdiğimiz bir form var. Örneğin kaç kişiye ayni yardım, kaç kişiye nakdi yardım, kaç kişinin suları açıldı gibi 9-10 maddelik bir formumuz var.
O düzenli aralıklarla geliyor ve biz de belediye çalışmaların oradan izliyoruz. Aslında yapılan engellemeler sadece tepki topladı, kamuoyundan. Ama belediye başkanlarımız kendi imkanlarıyla o engelleri aştılar. Bazı yatırımları askıya aldılar. Dolayısıyla öncelik insandı ve bizim belediyelerimiz olan yerlerde “hiçbir çocuk yatağa aç girmesin” taahhüdü vardı ve o taahhüdü de bu zor dönemde yerine getirdiler.
“BENİ DERİNDEN ÜZEN OLAY…”
Bu süreçte beni derinden üzen olay Ümraniye’de oldu. AK Partili bir belediye meclis üyesi, AK Partili ihtiyaç sahibi ailelere yardım yaparken, CHP’li bir üyenin verdiği yardım listesine, “hayır bunlara İstanbul Büyükşehir yapsın, biz yardım yapamayacağız” diye bir ayrıma gitmesiydi. Bu Saray’dan kaynaklanan ayrımdır işte, toplumu bölen asıl budur, toplumu ayrıştıran, kutuplaştıran bu anlayıştır aslında.
Onun üzerine ben o yakadaki Kadıköy, Maltepe, Kartal ve Ataşehir belediye başkanlarını aradım, İstanbul İl Başkanı’nı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nı aradım: Derhal 4 belediye başkanımız ortak bir açıklama yapsınlar. Bir de telefon versinler, Ümraniye’de hangi aile yardım istiyorsa, bizim belediyelerimiz gidecek hiçbir ayrım yapmadan o ailelere yardım yapacaklar.
SİYASAL SÖMÜRÜ ALANI ELEŞTİRİSİ
Bakın bizim anlayışımızla onların anlayışı arasındaki fark bu; Yoksulluğu bile siyasal sömürü alanı haline getiriyorlar. Yine bu arada beni üzen, Erdoğan’ın yardım yaptığı yoksul aileleri TV ekranlarında nasıl yardım yaptığını onlara anlatmasıdır. Eğer inancımızın gereği diyorsanız, inancımıza aykırı, insan onuru diyorsanız, insan onuruna aykırı, devlet yönetimi diyorsanız, devlet yönetimine aykırı.
Bir insanın yoksulluğu kaderi değil ki. Bir insanın yoksulluğu kaderi değil ki. Ona yardım yapıyorsanız, onun yoksulluğunu afişe etmeyeceksiniz. Afişe ediyor, en tepedeki kişi. Nasıl yardım yaptığını anlatıyor. 5 maskeyi dağıtamayan bir insan, nasıl gidecek yardım yapacak? Onu yapacak olan belediyelerdir. Ak Partili belediyelerde kampanya başlattılar, biz hiçbir zaman karşı çıkmadık. Her türlü yardımı yapsınlar kimse engel olmaz, olamaz zaten.
KURULTAY BİLİM KURULU’NA BAĞLI
Bilim Kurulu’nun aldığı kararlarda normalleşme olur, toplantılara izin verilirse biz de kurultaya bir takvim koyar ona göre toplarız. Umarım sorun çıkmaz, sonbaharda yaparız o zaman. Gönül ister ki, kongre salonunu kiraladık, parasını da ödedik. Öyle bir yerde yapalım, insanlar gelsinler coşkuyla kongre izlesinler. Yapabilir miyiz? Bu işin uzmanı ne derse ona uymak zorundayız.
SALGINLA NASIL MÜCADELE EDERDİ?
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye'nin Covid-19 salgınıyla mücadele ettiği bu günlerde, CHP'nin iktidarda olması halinde ne gibi adımlar atacağını, salgınla nasıl mücadele edeceğini de şöyle özetledi;
Ekonomik sosyal konseyi toplardım ortak aklı oluşturmak açısından, yani sorunu yaşayanlarla sorunu çözecek olanlar bir araya gelirdi.
Bu süreç içinde insanlar işsiz kaldıklarında işsizlik sigortası fonundan onlara en azından belli bir süre asgari ücret üzerinden bir bedel ödenirdi, geri dönmemek üzere yardım yapılırdı.
Ayrıca kayıt dışı çalışanlar var, onlara da aynı şekilde bir ödeme yapıldı. 131 milyar liralık bir para duruyor zaten orada bugünler için kullanılması lazım.
Bankalar Birliği ile oturur bir toplantı yapardık kredi kartı borcu konusunda. Mücbir sebep var ortada, dolayısıyla kredi kartı borçlarının faizsiz olarak ertelenmesini bankalardan isterdik. Onların mali bilançolarının da tabii zarar görmemesi lazım, gerekirse faiz üzerinde bir mutabakat sağlanırdı, makul bir faiz üzerinden bankaların bunları 3-4 ay ertelemelerine imkan sağlardık.
KİRA YARDIMI
İş yeri kira bedellerinin tamamı olmasa bile belli bir miktarını kamunun ödemesine imkan sağlardık.
Süratli bir şekilde parlamentoya aile yardımları sigortası kanunlarını getirirdik. 1971 yılında Türkiye 102 sayılı sözleşmeyi kabul etmiş, tek uygulamadığı sigorta dalı bu, da bu aile yardımları sigortasını getirirdik. Böylece Türkiye’de her ailenin sosyal güvenliğini sağlamış olacaktı, yani onun yoksulluğu da teşhir edilmeyecekti. ,
Sadece 2020 yılında 10 milyara yaklaşan garanti ödemeleri vardı. (KOİ) Firma yetkililerini çağıracaktık, gayet açık ve net; bir sefer bedelleri Türk lirasına çevirecektik dolar değil. Yapmazlarsa kamulaştırma kararı alacaktık. 2020 yılı için ödemeler yapılmayacak, faizsiz. Madem ki herkes bir fedakarlık yapacak. Kişi işsiz kaldı, ona verdiğimiz asgari ücret. Sen milyarlarca dolar para kazanıyorsun, üstelik senin dolar attıkça bunun geliri de artıyor.
ESNAF VE ÇİFTÇİ
Öbürünün dolar arttıkça zararı artıyor, esnafın sanayicinin, yurt dışından borç alanın zararı artıyor yani. Buradan da önemli bir gelir sağlanacaktı. Tabii bütün bu kararları Ekonomik Sosyal Konsey ile birlikte alacaktık. Bu ülkenin işçisi çiftçisi sanayicisi biraraya geleceklerdi ve önlemleri bir toplumsal destekle alacaktık.
Esnaf ve çiftçi açısından doğru dürüst bir önlem alınmadı. Halk Bankası’na borcu olanların borcu ertelendi doğru ama Halk Bankası’ndan borç alanların dışında 1 milyon 700 bin esnaf var: Özel bankalardan alınan borçlarla ilgili hiçbir şey yapılmadı. Kolektif ve tutarlı bir program yapılması lazımdı.
Yaptıkları önlemlerde de haksızlıklara yol açtılar. Örneğin Kısa çalışma ödeneğinden yararlandı bazıları, onlara belli ücret ödendi. Bir de kısa çalışma ödeneğinden yararlanamayanlar var, onlara da onlara günde 39 lira, ayda 1177 lira. İkisinin arasında 580 liraya yakın fark var 588 lira yanlış hatırlamıyorsam, tam rakamı veririm isterseniz. Şöyle düşünün ben sigortalıyım siz de sigortalısınız, ben kısa çalışma ödeneğinden yararlanıyorum şartlarım tutuyor, ama siz yararlanamıyorsuz şartlarınız tutmuyor diye.
“MECLİS’E DE ANLATAMADIK”
Ben 2 bin küsur lira alıyorum, siz 1177 lira alıyorsunuz. İkimiz de evliyiz, ikimizin de çocuğu var diyelim. Bütün şartlar aynı ama ben 580 lira daha fazla para alıyorum. Oysa aynı tehlikeyle karşı karşıyayız, ikimizde işsiz kaldık ikimiz de sigortalıyız ikimizin de sosyal yaşamı farklı ama aramızda 580 küsür lira fark var. Bunu bir türlü anlatamadık. Meclis’e de anlatamadık. Çünkü Erdoğan’dan talimat öyle gelmişti, o şekliyle çıktı.
Biz sağlık çalışanlarına ikramiye verilsin dedik, onun bir kısmı karşılandı ama sağlık çalışanlarının tamamına verilmedi, böldüler. Orada da bir haksızlık var.
SALGIN SONRASI
CHP Genel Başkanı, Covid-19 salgını sonrasında nasıl bir dünya ve Türkiye gördüğünü de anlattı. Salgının, dünyada siyasetçiden, akademisyene kadar herkesi yeniden düşünmeye sevk ettiğini söyleyen Kılıçdaroğlu, “Bana göre daha güçlü bir sosyal devlet anlayışı kaçınılmaz olarak ön plana çıkacak” dedi.
İşte Kılıçdaroğlu'nun salgın sonrası dünya ve Türkiye öngörüsü:
Bana göre daha güçlü bir sosyal devlet anlayışının, kaçınılmaz olarak ön plana çıkacağını yaşanan olaylar bize gösterdi. Örneğin (ABD Başkanı) Trump’ın, her aileye 2 bin dolar, yoksullara şu kadar yardım, iş dünyasına üstelik karşılıksız yardım yapması, bir anlamda sosyal devletin Trump tarafından bile kabul edildiğini gösteriyor.
Eğer sosyal devleti biz kurumsallaştırabilirsek, bu aile yardımları sigortası dahil olmak üzere 9 sigorta dalını hayata geçirebilirsek, kişinin doğumundan ölümüne kadar bütün bir süreci sosyal güvence altına almış olacağız. Bu süreçte en kritik nokta kayıt dışı çalışma. Onun da bilinen ilacı sendikalaşma. O noktayı eğer sosyal devleti öneriyorsak, bu örgütlenmeyi de kabul etmek zorundayız. İş dünyası da bu örgütlenmeyi kabul etmek zorunda.
“HEP BİRLİKTE DURMAK ZORUNDAYIZ”
O zaman bir toplumda yaşayan herkesin gelecek güvencesini hem anayasal hem yasal güvence altına almış olacağız. Bu süreçte üzerinde durulması gereken temel noktalardan birisi de gelişmiş ülkelerin sorumluluğudur. Almanya gibi, Amerika gibi Fransa italya güney Kore gibi gelişmiş ülkelerin sorumluluğu . Gelişmiş ülkeler sosyal devlet anlayışını ve kalkınmışlığı dünya genelinde eğer teşvik etmezlerse, kendileri de asla rahat edemeyeceklerdir, bunu da bize göçmenler gösterdi.
Hiçbir göçmen, az gelişmiş ülkeye gitmek istemiyor. Demokrasisi gelişmiş, kişi başına geliri yüksek ülkelere gitmek istiyor. Eğer siz göçmenlerden rahatsızsanız ya da farklı kültürlerden rahatsızsanız, o zaman o kültürün yaşadığı bölgeyi kalkındırmak zorundasınız.
O sorumluluk içinde de o ülkelerin hareket etmesi lazım. O nedenle de biz dünyanın bütün demokratlarına çağrı yaptık, demokrasiyi geliştirin, sosyal demokrasiyi geliştirin, dolayısıyla dikta yönetimlerine ya da otoriter yönetimlere karşı hep birlikte durmak zorundayız dedik.