HDP’li Önder ilk kez rakam verdi !
HDP’li Önder’den siyaseti altüst edecek seçim tahmini..İlk kez rakam verdi !
HDP’nin Ankara milletvekili adayı ve İmralı Heyeti Üyesi Sırrı Süreyya Önder, “Allah’ın sopası yok. Bize ‘paralel yapılanma’ diyenler bugün ‘paralel yapılanma’ olarak devletin hedefinde. ‘Bunlar çok başlılar’ diyenler Ağrı provokasyonunda birbirini tekzip ediyor. Bize iftira atarken herkesin iki kere düşünmesi lazım. Başlarına geliyor” dedi. Önder, HDP için seçim tahmini de yaptı.
Evrensel gazetesinden Sultan Özer ve Cem Gurbetoğlu’na konuşan, Önder’e yöneltilen sorular ve yanıtları şöyle:
Yıllar önce öğrenci olarak Ankara’daydınız. Sonra vekil olarak Ankara’ya geldiniz, şimdi de Ankara adayısınız. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ankara kendi kişisel mücadele tarihimde de, bu ülkenin demokrasi ve özgürlük mücadelesinde de önemli bir yere sahip. Aslında soğuk, gri bir kent, çok bürokratik bir yer olarak algılanır. Ama iç göçün zannedildiği gibi birinci durağı İstanbul değildir. İç göçün önemli bir başlangıç noktası Ankara’dır. 1979’da Ankara’ya geldim. Üniversiteyi, Siyasal’ı kazanarak geldim. Bu aynı zamanda Adıyaman’dan ilk çıkışımdı. Çatışma şartları vardı ve muazzam bir can güvenliği meselesi vardı. Gelmekte olan cuntanın ayak sesleri vardı. Ülkenin bütünü sıkıyönetim koşullarında yönetilmeye çalışıyordu. Gladyonun, kontrgerillanın faaliyetleri alabildiğine fazlaydı. Bunlardan korunmanın ve mücadele etmenin tek yolu örgütlü yapılar içerisinde yer almaktı. Örgütlü yapılar içerisinde yer alarak iki yıl Siyasal’da okuyabildim. Tuzluçayır, Natoyolu, Ege Mahallesi o zaman gecekonduydu ve çatışmanın en yoğun olduğu yerlerdi. Evim de oralardaydı. Daha sonra Altındağ’da Atıfbey’de otururken yakalandık.
Daha sonra cezaevine girdik. Cezaevi hayatımın 5 yılı Ankara’da geçti. Mamak, Ulucanlar, Haymana… Hatta cezamız kesinleşince Çamlıdere Cezaevine sevkimiz çıktı. O dönem müdürlerin öyle bir yetkisi vardı, dosyamızı görünce 8 arkadaş sevk edilmiştik. İsyan, açlık grevi falan olunca ben bunları almam dedi. Bizi öyle Haymana’ya getirdiler. Haymana’ya gelince kendimi Adıyaman Cezaevinde yatıyormuş gibi hissettim. Çünkü Kürt nüfusun yoğun olduğu bir yer olunca, mahkum profili de ona uygun oluyor. Daha sonra İstanbul Sağmalcılar’da yattım.
Geçinmek için İstanbul’a gittik. Vekil seçilince tekrar Ankara’ya geldim. Dört yıldır da buradayız.
Ankara bir anlamda bütün siyasi partilerin genel merkez kadrolarını aday gösterdiği yer. Has bir Ankara vekili yok denecek kadar az. Bir dönem Eşref Erdem’i saymazsak. Ankara belki bütün Anadolu kentlerinden daha fazla yerel sorunları olan bir kent. Herkes o merkezi bürokrasiden ibaret zannediyor. Bu sorunları yakinen biliyorum, takip de ettim. O anlamda kendi talebimdi Ankara’ya gelmek.
Yine insanların bilmediği ya da çok azının bildiği bir şey var. En çok saldırıya yine Ankara’da uğradık. Genel merkezimiz, genel başkanlarımız, yöneticilerimiz… Egemenler bizim Ankara’da kurumlaşmamamız için her yolu denediler.
Ama burada bizim tarihimiz yatıyor. Tuzluçayır’da, Mamak’ta, Keçikıran’da, Ege Mahallesi’nde, Yenimahalle’de. Etlik’te bizim tarihimiz yatıyor. Bu anlamda da Ankara’ya ve kendi tarihimize bir borç ödeme gibi düşündüm.
Sanatçı gözüyle de bakınca Ankara nasıl?
Sanatçı gözüyle Ankara çok grafik bir kent. Önce fiziksel olarak söyleyeyim. Hıdırlıktepe’de otururken gece manzarasına bakardım. Ankara’nın gecesi boğaz gibi gözükür. Işık manzaraları falan. Yeşili bol bir kenttir. Şimdilerde kentsel dönüşüm ya da rant temelli dönüşümlerle bu özelliğini yitirmeye başladı. Atatürk Orman Çiftliğini baz alabiliriz kente genel yaklaşımı görmek için.
Vekil seçildikten sonra Natoyolu’na ve Ege Mahallesi’ne eski evimi görmeye bir gittim. Bulabilene aşk olsun. Bir rant merkezi olmuş. Orada bizim şöyle bir tarihimiz de var; oradaki ilk yerleşim yeri devrimcilerin düzenlediği yerleşim yerleriydi. Gecekondu örgütlenmesi, halkın konut hakkına dönük devrimci gençliğin geliştirdiği en önemli inisiyatiflerden birisiydi. Şimdi ranta kurban edilmiş. Bu kentin devrimcilere, yeniden bir devrimci hamleye ihtiyacı var ve en çok karşılık bulacağı kenttir Ankara.
Gökçek’i şimdiden bir korku sarmış olabilir mi?
Valla egemenler bu korkudan hiçbir zaman kurtulmadılar ki. Öyle zannedildiği gibi iktidar olmakla ferah bir güvelik duygusu içinde değiller. Çünkü güvenlik duygusu ‘Ben yanlış bir iş yapmadım’ duygusu ile olur. İnsanın dostu da düşmanı da olur, hatta olmalı. Ama siz eğer vicdanınızı yastık yapabiliyorsanız, ‘Ben bu kente, kentin doğasına, insanına hiçbir saygısızlık yapmıyorum, gelecekte çocuklarımızın hakkını ranta peşkeş çekmiyorum’ duygusu sizde ise dünyanın en güvenli insanısınız. Değilse, bir tabur da sizi korusa o güven duygusunu bir türlü edinemezsiniz.
HDP’nin ve bağımsız adayların geçmişte aldığı oylar hesaplanınca seçilmenizin biraz riskli olduğu değerlendirmeleri var. Siz nasıl görüyorsunuz şansınızı?
Biz açıkça siyaseti hiçbir zaman risk temelli yapmadık. Bizim için görev ve sorumluluk tanımı bunlardan çok daha kıymetli kavramlardır. Çünkü gerçekliğin haklı olmanın gücü başka hiçbir lojistiğin sağlayamayacağı bir şeydir. Gerisi bize kalıyor. Biz burada başarılı olamazsak, bunun suçu ne Ankara’nın, ne Ankaralılarındır. Bizim kendimizi yeterince etkili anlatamamamızdandır. Sevmiyorum bu kavramı ama popüler adayların daha garantili gözüken yerlere gitmesi düzen partilerinin işidir. Bizim böyle bir düşüncemiz olamaz. Biz tam da en çok tanınan insanlarımızla en az varlık gösterebildiğimiz yerlere yönelmek durumundayız. Aday profilimize baktığınızda göreceksiniz bu sadece benimle sınırlı değil. Bunu bir görev olarak kabul ettim.
Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan da Ankara’da rakibiniz. Öcalan’ın 10 maddelik mesajını Akdoğan’la birlikte okudunuz. Ama ardından Akdoğan’dan HDP’ye yönelik sert açıklamalar geldi. Buna bakıp ‘Bir tiyatro oynanıyor’, ‘danışıklı dövüş’ diye yorumlar yapılıyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizi tanıyan bu denklemin içine bizi oturtmaz. Ortada böyle bir görüntü olduğu doğru, fakat bu görüntüde biz pay sahibi değiliz. Olan şu: Egemenler bloku ortasından ikiye, bu iki parça da kendi içinde bin parçaya bölünmüş durumda. Belki halka iyi anlatamadığımız, iyi ifade edemediğimiz boyutu da şu: Biz muhataplarımıza güvenerek yola çıkmadık. Müzakere sürecini hiçbir zaman böyle bir zemin üzerinden yürütmedik. Bir mücadele tarihimiz, ödenen bedeller var. Tarihsel olarak bunun müzakere aşamasına gelmesi kaçınılmazdı. Çünkü çok büyük bir devrimci inatla bugünlere geldi bu mesele.
Müzakere aşamasına geldiğinde, muhatabınız hükümettir, devlettir. Bu AKP hükümetine denk geldi. Ama bu bir inayet ilişkisi, bir sadaka ilişkisi değildir. Biz ciddiyeti, samimiyeti baz alarak yaklaştık ve halen de böyle yaklaşmaya devam ediyoruz. Ama aynı ciddiyeti, tutarlılığı ve samimiyeti onlardan gördüğümüzü söyleyemeyiz.
Niye?
Bugüne kadar mesele tarafların birbirini tanıması ve güven oluşturması, diyalog süreci gibi geçti. Bütün dünyada da böyle. İş ne zaman somut adım atılmaya döndü, bu savaştan faydalanan, AKP’nin de bir blokunu kapsayan kesim bundan müthiş rahatsız oldu. Bakmayın öyle verili siyaset yapmalarına, sürekli analizler, anketler vs. yapmalarına. Bunun için bilimsel düşünebilen, hurafeden soyutlanmış, diyalektik bakabilen kafalar gerekir. Bu düşünce ve zemin onlarda yok. ‘Eyvah biz oy kaybediyoruz, bütün semeresini HDP alıyor’ görüntüsü onları yanlış sonuçlar çıkarmaya itti. İktidar bloku ortadan ikiye çatladı. Kendi kendilerini tekzip ediyorlar.
Derler ya ‘Allah’ın sopası yok’. Bize önce “paralel yapılanma” dediler, bize bunu diyen yapılanma bugün paralel yapılanma olarak devletin hedefi durumunda.
Sonra çalınan plak şuydu: ‘Bunlar çok başlılar. Vesayet odakları var, Kandil ayrı, İmralı ayrı HDP ayrı…’ Şimdi bizimle birlikte yaptıkları açıklama Cumhurbaşkanı tarafından tekzip edildi, bu yapı gık diyemedi. Ardından Ağrı Diyadin provokasyonunda halkı suçlu gibi gösterdi Başbakan. Bizzat kendi genelkurmayı tekzip etti. Dolayısıyla bize iftira atarken herkesin iki kere düşünmesi lazım. Başlarına geliyor.
‘MUHATAP BUGÜN ONLAR, YARIN BAŞKA OLUR’
Toparlarsak, bir tiyatro yok. Tiyatro sanatını da böyle yerli yersiz metaforlarda kullanmaya karşıyım. Sadece kendimize, bütünlüğümüze, halklarımıza güveniyoruz. Bileşenlerimizle ortaya çıkardığımız bu siyasi iradeye güveniyoruz. Muhatabımız yalpalayabilir, yalpalayacaktır da. Ama bu kaygıları olan insanlara söyleyeceğim şudur: İki buçuk yıl önce tam da bugünlerde bizim dokunulmazlık dosyalarımız tartışılıyordu. Yasal teamülleri bile zorlayarak, seçilmiş vekillerimizi bile hapse atmanın hesapları yapılıyordu. Hesabı da geçmiş, uygulamasına başlanmıştı. Biz oradan buraya getirdik.
Bizim için resmi muhatap bugün onlar, yarın başka olur. Yarın belki biz kararı siyaseten veren yapının içinde olabiliriz, iktidar olabiliriz, iktidar ortağı olabiliriz. Bu bizim bakışımızı ve yaklaşımımızı değiştirmez. Biz durduğumuz yerde duracağız. Bu ciddiyetsizlik sadece AKP’ye blok oy kayıpları olarak yansıyacaktır.
MİNİMUM YÜZDE 14
Seçim sonucuna ilişkin tahmininiz ne?
Minimum yüzde 14 düşünüyorum. Ama bunun yüzde 19’lara kadar önünün açık olduğunu biliyorum. Bir temenni değil, çeşitli araştırma kuruluşlarının o sonuç olarak yayımlanan kısmının gerisinde yatan verilerin sağlıklı bir analizinden kaynaklanarak bunu söylüyorum.
AKP ile anlaştılar, Erdoğan’ı başkan yapmak için uzlaştılar, onun için parti olarak giriyorlar…
Bir dönem bunu çok dillendirdiler. Fakat halkta bir karşılık olmayınca, farkında iseniz bu iş sönümlendi. Bir siyasi hamle ile tuzla buz edilecek bir yalandı, Selahattin Bey de bunu yaptı. Çünkü biz siyasi kimlikleriz, kafamıza eseni söyleyemeyiz. Belli ortaklaşma, yaklaşım birliği ve kararlaşma sürecinden geçmeden genel başkanımız çıkıp konuşamaz. Dolayısıyla siyaseten kendimizi bağlayacak bir sözdür yetkili kurullarımız ve yetkili şahsiyetlerimizin ağzından çıkan. Bu tezgah tuzla buz oldu.
Tam tersine şimdi milliyetçiliğin daniskasını hükümet kendisi yapmakta ve bu ulusalcı çevreler mesele Kürt düşmanlığı olduğunda, nefret ediyor göründükleri yapıyla hemencecik kol kola girebilmektedirler.
Hem İmralı, hem Kandil, hem de Hükümet ile görüştünüz. Üç taraftaki algıları gördünüz. Gelişmeleri, barış sürecini vatandaşa nasıl anlatırsınız?
Açıkçası vekil seçilene kadar dünyadaki çatışma süreçleri ve sonrası süreçler hakkında derinlemesine bilgi sahibi değildim. Vekil seçildikten sonra partimizin yeni anayasa ve darbe komisyonuna seçilmemden dolayı bu konuda bir yoğunlaşma içerisine girdim. Tevazuya gerek yok, sanırım şu an dünyada, dünyanın bütün kara parçalarında ve tüm zamanlarındaki çatışma süreçleri ve sonrası süreçler hakkında muhtemelen en çok araştıran, okuyan insanlardan birisi durumuna geldim.
Bütün bu bilgilerin üzerine, 2.5 yıllık deneyimimden süzdüğüm bir tek cümle söyleyebilirim: Eğer taraflardan birisi hakiki barışı ve demokrasiyi istiyorsa, savaştan beslenen yapıların hiçbir kıymeti kalmıyor. Dönüştürücü bir güce sahip. Keşfim budur.
Gerisi tam da hükümetin istediği, ulusalcıların da körüklediği detayları tartışmaktan meseleyi ilerletememe, hep bir spekülasyon ortamında tutma hamlesidir. Biz bunu çok erken keşfettik. Biz barışta ısrar ettikçe, pratiğimizle de bunu destekledikçe savaş güçleri süratle mevzi kaybetmeye başladılar ve halkta sürece dönük destek neredeyse eksponansiyel oranlarda artmaya başladı. Biz bunu görünce bu ısrarımız daha da kavileşti. Sonuç alacağız, dönüştüre dönüştüre.
Son araştırmalar, işsizliğin yüzde 52’lere çıktığını gösteriyor. Seçim programında yoksulluk, işsizlik, ekonomi nasıl yer alacak?
Bütün bunları ‘geleceksizleştirme’ başlığı altında inceledik. Gençliği, yoksulları, dar gelirliyi bekleyen en büyük tehlike geleceksizleştirme. Yani kendi geleceğinden emin olamama, kendisi için bir gelecek tahayyül edememe hali. Bütün bu neoliberal sistem politikalarının bir sonucu. Bunu besleyen en büyük olgu olarak, neoliberal sistemin kendini bu ülkeye bütün hücrelerine bir kanser gibi sardırabilmesinin biricik sağlayıcısı bu ağır merkezi yapıdır. Buna karşı en büyük siyasi önerimiz ve itirazımız bu merkeziyetçilik ve adına demokratik özerklik dediğimiz, coğrafi temelden uzak bütün kesimler, sınıflar ve bölgeler için geliştirdiğimiz bu siyasi programımızdır.
İkincisi, bunun bir çok ‘yasal’ zeminleri oluşturuldu ve doğal bir şeymiş gibi gösterildi. En zalimi ve en başlıcası taşeronlaştırmadır. Bütün bunlara dönük seçim beyannamemizde analiz ve öneriler demeti olacak.”