Celal Doğan: ''Erdoğan CHP ile zor dedi''
Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde Erdoğan ile biraraya gelen HDP'li Celal Doğan o görüşmenin ayrıntılarını açıkladı.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Gaziantep Milletvekili Celal Doğan, Cumhuriyet gazetesinden Selin Ongun’a partisinin bilgisi dahilinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda yaptığı görüşme hakkında açıklamalarda bulundu. Doğan, koalisyon hükümeti konusunda Erdoğan’ın “Biz CHP ile zor yaparız. MHP ile tabanımız daha yakın” dediğini aktardı. Erdoğan, çözüm sürecinden vazgeçmediğini ama kırgın olduğunu söylemiş. Erdoğan, kırgınlığının bölgede araçların yakılmasına ve silahların yurt dışına çıkarılmamasına HDP’nin tepki göstermemesine kırıldığını ifade etmiş.
Cumhuriyet’e bugün çıkan Selin Ongun’un Celal Doğan ile yaptığı söyleşiden önce çıkan bölümler şöyle:
HDP Gaziantep Milletvekili Celal Doğan’ın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la yaptığı görüşme, haftanın sürprizlerindendi. Celal Doğan’a, Beştepe ziyaretinin perde arkasını sorduk.
“Tayyip Bey 250 milyarlık futbolcuyu Antepspor’a 150 milyara verdi”
– Cumhurbaşkanı Erdoğan ile hukukunuzun kaynağı nedir?
Tayyip Bey ile hukukumuz kendisi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’yken başladı. O dönem birkaç kez birlikte televizyon programına çıkmıştık, takibinde bir iki vatandaşımızın işi olduğunda kendisi müthiş ilgi gösterdi. Sonra bir ara Belediyespor’da Halit diye bir futbolcu çocuk vardı. Çok talibi olan bir oyuncuydu, Gaziantepspor olarak biz de talip olmuştuk. O dönem 250 milyarlık futbolcuyu bize 150 milyara verdi. Futbolcu alışverişimiz oldu. Kendisi siyasette yasaklı duruma düşmesinden önce ve sonra Gaziantep’e geldiğinde, mutlaka Belediye’ye uğrardı. Tayyip Bey ile belediye başkanlığından sonra en az sekiz dokuz defa görüştük. Çok önemli görüşmelerden biri: Bir gün İstanbul’a gelirken uçakta yan yana oturuyorduk. O da 35-40 milletvekili ile Maraş’tan dönüyordu. Anayasa değişikliği yapılmadan asla milletvekili olma şansının olmadığını kendisine söyledim. “Hocalar önümde engel olmadığını söylüyorlar, bak burada profesörler var” dedi. Kim, diye sordum. Mustafa Kamalak vardı o zaman. Bakın bu hüküm değişmeden Tayyip Bey’in asla milletvekili olma şansı yok, dedim. Tartıştık. Siz en iyisi CHP ile diyalog kurun, anayasa değişikliğini ancak öyle yaparsınız, dedim. Böyle bir tavsiyede bulundum. Bakın bu enteresandır: “Başkan, ben bir gün yüzde 50 oy alacağım. Demokrasinin gelişmesi konusunda dış dinamiklerle irtibat kuracağım” dedi. Yine bir gün, partisinin kapatılması söz konusu olduğu günlerde, bir düğünde karşılaştık. “Uğrayabilir misin?” dedi. Dolmabahçe’ye gittim o zaman. Orada konuştuk. Partinin kapatılmasından endişe ediyordu. Siyasi konjonktürün partisinin kapatılmasına müsait olmayacağını, nedenlerini aktararak söyledim. Bir önemli görüşmemiz de, Ankara’da Gölbaşı’nda olmuştur. Gölbaşı’nda Mehmet Haberal’ın oteli vardır: Patalya Oteli. O zamanlar Sayın Cumhurbaşkanı ile araları çok iyiydi. 2004 yılında bu otelde, Sayın Erdoğan, o zaman Genel Başkan ve Başbakan’dı, 10 gün kampta kaldık. Büyükşehir Belediye Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu gibi Türkiye’nin idari yapılanmasıyla ilgili kanunlarla ilgili olarak 10 gün kampta kaldık.
Kampta beş, altı belediye başkanı vardı, biri bendim, dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu vardı, İçişleri Bakanı Müsteşarı vardı. Dolayısıyla bu örneklerde aktardığım gibi Erdoğan’ın siyasi hayatının zor günlerinde ve sonrasında kesiştiğimiz olmuştur.
– Erdoğan’dan AK Parti’de siyaset yapma daveti aldınız mı siz hiç?
Kendisinin bana direkt olarak “partiye gelir misin?” gibi bir teklifi olmadı ama Hasan Kalyoncu vardı, Allah rahmet eylesin. Onun en yakın arkadaşlarından biriydi. Şimdiki Kalyon İnşaat’ın asıl sahibi oydu. O hep söylerdi: “Solda da siz olursanız, Türkiye’yi kucaklamanız çok daha büyük olur” derdi. Hasan Bey’in çok telkinleri olurdu ama ben kendisine bunun mümkün olmayacağını ve çok teşekkür ettiğimi söylemiştim. Keza Tansu Hanım da, rahmetli Özal da, Mesut Bey de, hep siyaset yapmak istemişlerdir. Ama ben kendi duruşumu, çizgimi muhafaza etmeye çalıştım. Bugün bir milletvekili olarak, Türkiye’nin dış politikada ve eğitimde geldiği çıkmaz sokak, ekonomideki durağanlık, dört yıldan bu yana süren sükunetin (çözüm süreci) bozulmasının getireceği faturayı bilen bir insan olarak, Cumhurbaşkanı’ndan randevu almayı kendime vicdani olarak görev saydım. Bu kadar hukuktan sonra bu ziyaretin doğal bulunması gerektiğini düşünüyorum.
“Allah selamet versin, Sayın Cumhurbaşkanı bizi makineli tüfeklerle taradı”
– Seçimden önce Erdoğan’a ve partisine dair ciddi eleştirileriniz olmuştu. Acaba kendisinin sizin bu eleştirilerinizden haberi yok muydu yoksa ayrı bir hukukunuz olduğu için mi sizinle köprüleri atmadı?
Tayyip Bey’in şahsiyetiyle ilgili ağzımdan tek kelime çıkmamıştır. Ben siyasetle ilgili eleştiri getirmişimdir. Antep mitinginde, Cumhurbaşkanı’nı yuhalayamazsınız, dedim. Biz bu kadar edepli ve saygılı davrandık. Ama Tayyip Erdoğan, Allah selamet versin, Sayın Cumhurbaşkanı bizi makineli tüfeklerle taradı. O nedenle bizim eleştirilerimiz Tayyip Bey’inkilerin yanında solda sıfır kalır.
– Siz Erdoğan’la olan görüşmenizin parti yönetiminin bilgisi dahilinde olmadığını söylemiştiniz, Selahattin Demirtaş “bilgimiz dahilindedir” dedi. İşin aslı hangisi?
Randevu talebi benden geldi, biliyorsunuz. Görüşeceğimi biliyorlardı. Görüşmenin ne zaman olacağı konusunda bilgisi yoktu. Ben 40 yıldır siyaset yapıyorum, kiminle ne konuşacağımı, parti adabı, ahlakı ve davranışlarını da bilirim. Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar ve Tayyip Bey ile geçmiş hukukumuz söz konusu olduğunda Cumhurbaşkanı’na gitmeyi vicdani olarak görev saydım. Gitmemiş olsaydım, niye gitmedim de gerekeni söylemedim, diye kendi kendime sorardım. Vicdanım, bilgim, birikimim gitmek gerektiğinden yanaydı, gittim. Efendim görüşülmezmiş, ne demek! Hiç öyle bir kompleksim yok. Devlet yönetiyorsunuz, ne demek görüşülmez? Ülkeler savaşıyor, savaştıklarıyla görüşüyor. Siz kendi ülkenizde siyasi rekabetin getirmiş olduğu yanlışlar bataklığında görüşmek istemiyorsunuz! Ne demek konuşmamak, konuşmazsak neyi, nasıl çözeceğiz? Süleyman Demirel’li Zincirbozan’dan bir anı. Orada Türkiye’nin gençlik sorunlarını tartışıyoruz. Proletarya diktatörlüğüne karşı olduğumuzu söyledik. İhsan Sabri Çağlayangil elini kaldırdı, “Bunlar da bizim gibiymiş, biz sizi komünist biliyorduk” dedi. Biz de sizi faşist biliyorduk. Parlamento çatısı altında konuşmaz, birbirimizi duymazsak nasıl anlaşırız, dedim. Konuşmayan insanlar birbirini anlayamaz. Cüzzamlıyla mı görüşüyorsun, “Cumhurbaşkanı ile görüşemezsin” ne demek! Bunu anlamak mümkün değil.
“Tayyip Bey, çözüm sürecinden vazgeçmiş değilim ama kırgınım, dedi”
– Konuşmanız nereden başladı görüşmede?
Hal hatır sormadan sonra ilk sorduğum şu oldu: Siz acaba çözüm sürecinden vaz mı geçiyorsunuz, dedim. “Hayır” dedi. “Peki, vazgeçmiyorsanız geldiğimiz nokta nedir” diye sordum. Buna güvenlik sorunu olarak baktığınız zaman bu süreç kalıcı olmaz. İnsanlar ellerini kaldırmış barış diye bağırıyor. Bu barış eli havada mı kalacak, bunun için geldim, dedim.
– Kendisi ne dedi?
“Ben vazgeçmiş değilim ama kırgınım” dedi.
Kırgın gördüm yani. “Kırgınım” dedi. “Bu kadar hizmet yaptım” dedi. Kırgınım dediği şu: Zaman zaman bölgede birtakım araçların yakılmasına partinin (HDP) tepki göstermemiş olması, silahların yurtdışına çıkarılmaması. “Silahları yurtdışına çıkarsalardı belirli bir mesafe almış olacaktık” dedi.
“Cumhurbaşkanı’na, Kobani’de vatandaşın bize çorba, IŞİD’e kurşun gönderiyorlar dediğini anlattım”
– Öcalan’ın HDP heyeti ile görüştürülmemesini konuştunuz mu?
Söyledim onu. Tecrit doğru değil, bu tecritlerle yeniden başa mı dönüyoruz, dedim.
– Yanıt?
Sessizlik.
– Erdoğan not alırmış böyle görüşmelerde?
Ben de hiç not almadı. Kendi fikrimi söyleyeyim, Öcalan’ı ilişkinin içine sokmamak Türkiye’ye iyilik değil kötülüktür. Suriye meselesine geldik sonra. 1) PYD ve YPG ile bir savaşa girmenizi doğru bulmuyoruz, dedim. 2) Yapılan tahliller benim kanaatime göre yanlış. Siz Kuzey Suriye’de ayrı bir devlet kurulacak imajı vererek, bunu suni olarak pompalıyorsunuz. Böyle bir niyetleri olduğuna hiç kimse inanmıyor, ben de inanmıyorum. Eğer siz hakikaten orada YPG ve PYD’nin bir etnik temizlik yaptığını, Türkmenleri ve Arapları zorla, silahla bölgeden attığını, onların topraklarına yerleştiğini düşünüyorsanız, ki biz aynı kanaatte değiliz, diplomasi ile bunu çözmek mümkün, dedim. Türkiye Cumhuriyeti adına, AK Parti’den, MHP’den, CHP’den, HDP’den bir heyetle oraya gidelim, eksikler ve yanlışlar varsa ikaz edilir, dedim. Böyle bir diplomasi yolu varken silaha başvurmanın yanlış olduğunu söyledim.
– Önerinize nasıl yaklaştı?
O tabii, “Hayır illa oraya gireceğiz anlamında söylemiyorum” dedi. İş oraya gelmese de İran’ı, Rusya’yı ikna edemezsiniz, dedim. “İkna etme yollarını seçerim” gibi bir tabiri vardı. Zaten daha sonra açıklama yapıldı, biliyorsunuz. “Mesele PYD ve YPG değil, IŞİD” dediler. Sonra “Bizi terör örgütlerine yardım etmekle itham ediyor sizin arkadaşlarınız ve partiniz. Böyle gösteriyorlar, en çok zoruma giden o” dedi. Bakın ben size bir şey söyleyeyim, ben Kobani’ye gittim, orada saatlerce vatandaşla konuştuk. Vilayetimiz çorba göndermiş, içmediler. “Niye içmiyorsunuz” diye sorduğumda, “Devlet bize çorba gönderdi, IŞİD’e kurşun gönderiyor” dediler. Toplumdaki algı bu, dedim.
– Bu örneği kendisi nasıl değerlendirdi?
Ha orada bir de, sizin Kürtlerle kırılma noktanız Kobani. Siz Antep’te konuştuğunuzda ben Kobani’deydim. “Kobani düştü düşecek” sözü ile sanki bayram yapacak gibi bir haliniz topluma yansıdı. Kardeşleri ölümle pençeleşirken sizin bayram edası gibi bunu söylemenizi Kürt halkı içine nasıl sindirsin, dedim. “Ben o anlamda söylemedim. 147 bin yaralıyı Kobani’den biz getirdik. Onlara biz bakıyoruz” dedi. Yaralıya bakmak başka bir şey, Araplara da bakıyorsunuz. Ama o ülkedeki insanların mağduriyetlerini zafer gibi ilan etmeniz çok zorlarına gitti, dedim.
– Cumhurbaşkanı sizin bu eleştirilerinizi, tespitlerinizi sakin sakin dinledi mi?
Tabii konuşuyoruz yahu, bazılarına cevap veriyordu. Bazılarını dinliyordu. Çok saygılı, çok içten cevaplar veriyordu, içtenlikle dinliyordu.
“Saray da gündeme geldi. Altın tuvalet görmedim, dedim. Takıldım”
– Saray gündeme geldi mi?
Saray da gündeme geldi. Ben lavaboya gittiğimde altın tuvalet görmedim, dedim. Takıldım yani. “Ya benim babamın malı mı, ben bugün varım yarın yokum” dedi. İsraf kabul ediyorlar, dedim. “Devletlerin büyüklüğü bazen de böyle gösterilir” gibi bir sözü oldu. Sonrasında Antep’le ilgili yerel konulardan konuştuk.
“MHP-AKP savaş hükümeti değil, seçim hükümeti olur dedi”
– Koalisyon?
Onun tespiti şu. “Biz” dedi, “CHP ile zor yaparız Başkan” dedi. “MHP ile tabanımız daha yakın” dedi. O, Türkiye’de bir savaş hükümeti algısını getirir. Tekrar başa döneceğiniz algısı olur, dedim. “Hayır o savaş hükümeti olmaz seçim hükümeti olur” dedi. Özü bu.
Ben edindiğim kanaati söylüyorum, kasım ayı, kafasındaki yeniden seçim tarihidir. Ve yine kendi düşüncemi söylüyorum. Maalesef 2015 Kasımı’ndan sonraki seçimlerin, o sathı mahalin güvenli geçeceğine inanmıyorum.
– Bunu neyi düşünerek söylüyorsunuz?
Türkiye’deki olayların tırmandırılacağını düşünüyorum.
“Cumhurbaşkanı’nı ikircikli bir hal içinde gördüm”
– Cumhurbaşkanı’na ilk sorunuz “Çözüm sürecinden mi vaz mı geçtiniz?” olmuş. Görüşmenin sonunda, çıkarken aklınızdaki neydi, vaz mı geçmiş sizce?
İkircikli bir hal içinde gördüm onu. İkircikliydi. Yani ne vazgeçmiş, ne vazgeçmemiş gibi.
– Ne demek bu?
Zaman kazanmak. Zaman kazanıyor. Seçime yönelik midir, ortama yönelik midir; bana sorarsanız zaman kazanıyor.
– Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” sözü gündeme geldi mi görüşmenizde?
Hayır. Başkanlığa bakışımız partimizin siyasi anlayışı ile ilgili, sizin şahsınızla ilgili değil bu mesele, dedim. Daha fazla iş yapabilmek çabuk karar verme mekanizması için başkanlığı savunduğunu söyledi. Başkanlık sisteminde siz ve arkadaşlarınız, taraftarlarınız öyle bir sunuş yaptı ki, akılda tek adam hakimiyeti ve Türk sistemi başkanlık gibi ne olduğu belli olmayan bir sistem olarak kaldı. Sözcüleriniz bunu doğru düzgün anlatamadı. Sizin arkadaşlarınız parlamenter sistemin hazzına varmadı ki ondan şikayet ediyorlar. Siz şimdi Türkiye’de parlamenter demokratik rejimi mi yaşatıyorsunuz? Yasama da yargı da Türkiye’de icranın elinde. Bunun adı zaten parlamenter rejim değil ki. Milletvekili gelirken memur olarak geliyor, dedim.
“Başkanlık sistemi sultanlık gibi görülüyor dedim, öyle bir niyetim yok dedi”
– Cumhurbaşkanı ne dedi sözleriniz üzerine?
“Bu sistem tıkanmıştır” dedi. Başkanlık sistemini istemesinin altındaki sebebi anlattı. Başkanlıkla, daha çabuk karar verme ve daha çok iş yapma kanaatinde kendisi. Ama Türkiye’de çok insan başkanlık sistemine karşı olduğu gibi sizin getirdiğiniz başkanlık sisteminin de Türkiye’deki imajı sultanlık, tek adamlık gibi görülüyor, dedim.
– Ne dedi buna?
“Öyle algılamışlar, öyle bir niyetim yok” dedi.
– Fuat Avni sizin ikinci kez saraya çağrıldığınızı ve satılık vekilleri görüştüğünüzü iddia etti.
O fenomen kimse onun karavana atışı oldu bu. Şunu yazın lütfen. Türkiye’de hiç mi olumlu bir şey konuşmayacağız? Bakın 1989’da SHP’den Gaziantep Belediye Başkanlığı’na yeni seçilmiştim. Şehir bir kasaba, 15 günde bir su akan mahalleleri var, her yıl koleradan bin kişi ölüyor. Şehir pislik içiyor neredeyse. Sistemi yenilemek istiyorum, tasarruf tedbirlerine girdiği için ihale edemiyorum. Turgut Özal başbakandı. Ona gittim. Özal’la görüştükten sonra, basın toplantısı yaptım. Gaziantep’in yüzde 64 su kaybını ve kolerayı önleyecek tedbirler için, Sayın Özal’ın göstermiş olduğu katkıyla ihaleyi yapıyoruz. Şehrim adına kendisine çok teşekkür ederim, dedim. O zaman da “Vay sen nasıl görüşürsün Özal’la” diyenler çıktı. Dedim ki, o kanalizasyonun yapılmasına izin veriyor sen de suyun gelmesini sağla o zaman gitmeyeyim. Bunlar çok saçma itirazlar. Elbette konuşacağız.
“Baykal-Erdoğan görüşmesinin siyasi tarafı yok”
– Fakat bu kez partinizden, HDP’den çok tepki olmadı sanki?
Ben partiden çok müspet tepkiler aldım. Bu parti öyle demokrat bir parti ki, müthiş özgürlükçü. Dedikodu yok. Ayak çekme yok, özgürlüğünüze karışan yok. Yeter ki siz başkasının özgürlüğünü kısıtlamayın. Çok renkli, demokrat insanlar. HDP çizgisi benim yabancı olduğum bir çizgi değil. 68 kuşağına hakların kardeşliğine yabancı değildir. Ayrıca HDP’den olmaktan çok mutluyum. Türkiye’deki hakların birlikte yaşama projesine zerre kadar katkım olursa çocuklarıma bırakacağım en büyük miras olur.
– HDP’de olmanız artık CHP’den umudu tamamen kestiğiniz anlamına gelir mi?
2004’te belediye başkanlığından ayrıldım. Aradan 11 yıl geçti, bizim gibi siyasetin belirli bir noktasına gelen insanlar için CHP’de siyaset yapma şansı yoktu. CHP’ye yanlış ve kötü sözüm olmaz. Bunu saygısızlık sayarım. Herkes Türkiye partisi olmak isterken Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran parti Türkiye partisi değil, koylara ve kıyılara hapsolmuş bir parti. Bu da gerçek.
– Baykal-Erdoğan görüşmesini nasıl okudunuz?
Dedikodu yapmam.
– Siyasi izleniminizi soruyoruz?
Siyasi tarafı yok. Deniz Bey’in dediklerine inanmak durumundayız.
– Baykal’ın adaylığı AKP-CHP koalisyonunun bir başlığı mıydı yoksa daha çok Baykal’ın emrivakisi miydi?
İkisi de değildi. Kendisi siyasetin son döneminde bir hizmet yapabileceği için oraya talip oldu.
“Yaşar Büyükanıt’a hadi Kuzey Irak’a girsenize dedim!”
– AK Parti’nin bugünkü Tel Abyad tutumu CHP’nin Kuzey Irak’a geçmişteki bakışına benziyor mu?
Maalesef bu ülkenin bir mega dış politikası yok. Zincirbozan’da bir gün yürüyoruz. Süleyman Bey’in cebinde bir Devlet Demiryolları saati var. Arkasında Musul-Kerkük yazıyor. Cep saati. Bu nedir Beyefendi, dedim. “Bir gün buraya girmezsem gözüm açık gider” dedi. 1978’de Ecevit Başbakan, bizi Meclis’teki odasında olağanüstü toplantıya çağırdı. Gittik. “Ölürüm kalırım birgün Musul ve Kerkük önünüze gelirse, sakın ola buna asla basmayın. Ya Amerikalıların ya İngilizlerin bubi tuzağıdır” dedi. Alın size iki başbakan. Türkiye’nin bir milli meselesi. Biri, “Girmezsem gözüm açık gider” diyor, diğeri “Aman sakın basmayın bubi tuzağıdır” diyor. Sonunda Demirel ölmeden önce “girmeyin” dedi, Ecevit ölmeden önce “girin” dedi. Böyle bir ülkede yaşıyoruz. Görüş, öngörü yok. “Kobani düştü düşecek” diyen Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın lafından bir hafta sonra Kobani zaferle bitmedi mi? Bunları belediye başkanıyken askerlere de anlattım. Sakın ha kırmızı çizgi deyip Kuzey Irak’ı savaş sebebi olarak saymayın, dedim. 1954’ten beri Molla Mustafa Barzani’ye Kuzey Irak’ın verileceğini biliyorum. O zaman dokuz yaşındaydım. Siz nasıl görmezsiniz? Molla Mustafa Barzani’nin oğlu geldi Kuzey Irak’ta federe bir devlet kuruyor, onu komşu sayın düşman saymayın, dedim. “Postallı Kürt, biz ona dün pasaport verdik bunlar mı devlet kuracak” diyen adamsanız, şimdi o adam orada devleti kurdu, dedim.
– Kime dediniz?
Buyrun, dedim Yaşar Büyükanıt’a, hadi girsenize Kuzey Irak’a, dedim. “Amerika’nın böyle davranacağını bilmiyorduk” diyorlar.
– Nerede söylediniz bunu?
Yüzlerine söyledim, kaç toplantıda söyledim, sayısız defa söyledim, şimdi de söyleyeyim. Amerika’nın geleceğini bilmiyorlarmış! Lafa bak. Bir ülkeyi tahlil ederken o ülkenin menfaatleri ve demokratik insan hakları ölçütlerine bakacaksınız. Bu bir toprak mı, orada bir halk var mı, o halkın seni ilgilendiren bir tarafı var mı? O halk kendi kaderine karar vermeyecek mi? Şimdi Kuzey Suriye de aynı mesele. PYD konusu Salih Müslim ilk çıktığında, iki ay sonra Muharrem Yılmaz’ın yanına gittim. Muharrem Bey sizden ricam var. Kuzey Suriye’ye bir heyet gönderin, ilişki kurun çünkü ancak ekonomik ilişkiler kalıcı siyasi sonuçlar doğuruyor. Yarın başkası gelir buraları alır, geç kalırsınız, dedim. Bakın Kuzey Irak’a Antep olarak 7 milyar dolarlık mal satıyoruz. Birçok ülkenin ihracatından büyük bir rakam bu. Şimdi Kuzey Suriye bundan farklı olmayacak. Bunu görmemek için âmâ olmak lazım. Bunları kim aldatıyor; bilmem.
– Siz bu anlattığınız analizi, Suriye’ye bakışınızı Cumhurbaşkanı’na aktardığınızda ne gördünüz? Ne diyor?
Biz HDP olarak arkadaşlarımızla size tereyağından kıl çeker gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına gideriz orada gerekli incelemeyi yaparız. Yanlışlıklar varsa ikaz ederiz. Siz de bunları Amerikalıların kucağına iteceğinize kendiniz alın idare edin, dedim.
– Yanıt?
Duruyor, bakıyor. Bazen evet diyor, bazen hayır diyor. İnsanların kafasında başka şey varsa, kötü ya da iyi anlamda yorum yapmadı diyemem, ama tüm bunları algılamaması mümkün değil. Algılıyor zaten bunları.
– Size göre Türkiye’nin hayrına olan koalisyon formülü hangisi?
Parti diyor ki, CHP-AK Parti, ihtiyaç varsa biz de dışarıdan destekleyelim. Benim kanaatim Türkiye’yi hükümetsiz bırakmayacak şekilde her çareyi buluruz. Ama bir tek şartla, Türkiye’de çözüm ve barış gündemden kalkmadığı müddetçe her türlü çare bulunur.
– Sizin için “Hem Deniz Gezmiş’in arkadaşı hem Demirel’in yakını, hem Erdoğan onu seviyor hem Aziz Yıldırım’ın yakını, bu nasıl adam!” diyenlere ne dersiniz?
(Gülüyor) Herkesin fonksiyonu başka. Aziz Bey ile hukukumuz spordan, kulüp başkanlığından geliyor. Çok mert adamdır asla sözünü yemez. Tayyip Bey ile hukukumuzun kaynağı belediye başkanlığı günlerimizdir. Ben çalışkan insanı severim. Günde 18 saat çalışıyor; eksik yanlış, o ayrı konu. Süleyman Bey ile yollarımız Zincirbozan’da kesişti. Siyasi yasakların kalkmasında beraberdik. Şimdi hepsi ile yakın diyenler, ben yorumlayamam bunu. Ben insan ilişkilerine önem veren biriyim. Herkesle konuşulabilir. Adam “barış için gerekirse şeytanla konuşurum” diyor.
– Deniz Gezmiş hayatta olsaydı hangi siyasi hareketin içinde olurdu sizce?
Onu bilemem, varsayımla bir şey söylemek Deniz’e haksızlık olur. Deniz sapına kadar sosyalistti, hakların kardeşliğine inanırdı, büyük bir hümanistti, espri yapmasını bilirdi.
– Demirel ile Deniz Gezmişleri hiç konuşmuş muydunuz?
Kendi itiraf etti zaten, “Asılmaları tarihi hata olmuştur” dedi. Tabii biz de konuşmuştuk, arkadaşım olduğunu biliyordu. Açık ve net o konudaki üzüntülerini belirtmiştir.
“Erdoğan’a bizden olanlar ve olmayanlar diyemezsin, dedim. Bizim tabanın hoşuna gidiyor, dedi”
– Turgut Özal’dan Demirel’e Çiller’den Erdoğan’a sağcı liderlerin size duyduğu muhabbet nereden kaynaklanıyor?
Neysem oyum. Kimseye de yağcılık, yalakalık yapmam. Beytülmala el sürmedim. Bakın belediye başkanı olduğum gün beş bin partili beni belediyeye götürdü. Merdivenlerin başında durdum, ceketimden SHP rozetini çıkardım, il başkanına verdim. Bundan sonra bu merdivenlerden siyaset çıkmayacak, partizanlık çıkmayacak, ben şehrin belediye başkanıyım, partinin değil, dedim. Seçim geldiğinde getirirsin rozeti takarım, dedim. Sayın Erdoğan’a bir gün söylediğim de şu oldu: Bizden olanlar ve olmayanlar diyemezsin, dedim. Ona hakkın yok, bir gün gelir ayağına dolaşır, dedim. “Bizim tabanın hoşuna gidiyor” dedi. Benim bayramlığım da kefenim de var diyemezsiniz, dedim. Bunlar doğru değil dedim. Köşk’te de söyledim. Çıktınız genel başkan gibi miting yaptınız, dedim. Yaptıklarınızı anlatsanız yetmiyor mu, dedim.
– Şimdi sözleriniz üzerine birçok akıldan geçecek kısım belli. Türkiye Erdoğan’a bu eleştirileri getiren birini ve Erdoğan’ın da o esnada dinleyici koltuğunda oturduğu bir anı tecrübe etmedi.
En ufak dahi kötü bir laf etmedi kendisi. Ben bunları bugün değil, 10 sene önce de söyledim kendisine. Mesela bak ben parti rozetini çıkardım, sizin bakanlarınız parti rozeti taşıyor. Parti rozeti Türkiye Cumhuriyeti Bakanlığı’ndan daha mı büyük, dedim.
– Son görüşmenizde mi söylediniz bunu?
Hayır daha önce söyledim.
– Siz Gazianteplisiniz. Kısa süre önce Pulitzer ödüllü gazeteci Stephen Kinzer’e Antep’te fahri hemşerilik verilecekti. Kinzer’in Erdoğan’ı eleştirdiği birkaç yazısı nedeniyle son anda iptal edildi. Sizin sözlerinizi okuyan pek çok akıldan geçecek: Cumhurbaşkanı sizi nasıl dinliyor acaba böyle?
Adam gibi hakaret etmeden konuşulursa herkes herkesi dinler, beni dinlediğini görüyorum. Cumhurbaşkanı ile görüşmenin de normal olması gerekir. Anormal olmaması lazım.