Akşener: ''Bu yasaya göre önce Erdoğan'ın tutuklanması lazım''

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a ''Aç kalan falan yok'' sözleri üzerinden yüklendi. Sosyal medya düzenlemesine değinen Akşener, ''Bu yasaya göre önce Erdoğan'ın tutuklanması lazım'' dedi.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin TBMM'deki haftalık olağan grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Akşener'in açıklamalarından öne çıkan satırlar şu şekilde:

"Bugün ilk adımını, Demre’de başarıyla uyguladığımız, Rüzgargülü projemizi,  inşallah öncelikle, Demre genelinde yaygınlaştıracağız. Seçime kadar da, farklı belediyelerimizde hayata geçirmeyi planlıyoruz.

İktidara geldiğimizde ise, Rüzgargülü’nü tüm Türkiye genelinde uygulayacağız.

İYİ Parti iktidarında, paylaştıkça eşitlenecek, eşitlendikçe büyüyeceğiz. Yetkiyi aldığımızda, artık hiçbir öğrencimiz, sağlıklı gıdaya erişim sorunu yaşamayacak. Emin olun, az kaldı! Bu vesileyle, Okan kardeşime ve onun nezdinde, Demre Belediyemize teşekkür ediyorum. Allah onlardan razı olsun. İYİ ki varsınız."

ERDOĞAN'A 'AÇLIK' TEPKİSİ
"Aziz milletim; ülkemizin, uzun zamandır içinde bulunduğu, kara komedi; başroldeki Bay Kriz’in, adeta oskarlık performansıyla, geçtiğimiz hafta da, tam gaz devam etti. Saraydan çıkamayan, çarşıyı, pazarı, marketi artık tamamen unutan, vatandaşla, iki kelam bile edemeyen Sayın Erdoğan, çıktı ve dedi ki; 'Birileri aç kaldık diyor.  Ya vicdansızlık yapma, ne aç kalması. Aç kalan falan yok.'

Yanlış duymadınız. Bu sözler, bu ülkenin Cumhurbaşkanı’na ait. En son, geçinemeyen insanlarımıza, “şükürsüz” demişti, şimdi de vicdansız olunmuş. Geçekten ibretlik. Yahu, Allah aşkına, biz başka bir ülkede mi yaşıyoruz? Semt pazarlarında, ucuza sebze meyve alabilmek için, akşamı bekleyen, Halk Ekmek büfelerinin önünde, ekmek kuyruklarına giren, Çöpten yiyecek toplayan insanlarımız, başka bir ülkede mi yaşıyorlar?"

"Annelere, tencere kaynattırmayan yokluk, Babaları, çocuklarına mahcup eden yoksulluk, Pırıl pırıl gençlerimizi, perişan eden işsizlik, bunlar Türkiye’de yaşanmıyor mu? Nasıl tok, açın hâlinden anlamıyorsa; belli ki, sarayda oturan da, milletin hâlinden anlamıyor. Milletiyle bağını tamamen koparmış bu arkadaşımız, artık ülkesinde yaşananları bile bilmiyor."

"YÜZDE 90’LIK GIDA ENFLASYONUYLA, BİRİNCİLİK BİZDE"
"Sayın Erdoğan; ayıptır, günahtır. Böyle bir kibir olabilir mi? Hiç mi utanmıyorsun? Hiç mi yüzün kızarmıyor? Hiç mi vicdanın sızlamıyor? Bu neyin hırsı? Bu neyin öfkesi? Bu neyin inadı? Yazıklar olsun!

Senin varlığını reddettiğin açlığı, gel ben sana anlatayım. TÜİK’in verilerine göre 'bile'; Nisan ayında gıda fiyatları, bir önceki yıla göre, yüzde 89 arttı. Biliyorum. Şimdi sen ve maaş manyağı yaptığın, tapınak şövalyelerin, hep bir ağızdan, 'bütün dünyada enflasyon var.' diyeceksiniz. Ona da cevap vereyim: Mesela, OECD’nin, gıda enflasyonundaki sıralamasına bakalım. Yüzde 90’lık gıda enflasyonuyla, birincilik bizde. Peki bizi kim takip ediyor? Yüzde 62 ile, iflası çekmiş Arjantin ve yüzde 26 ile Kolombiya. Yani krizleriyle, enflasyonlarıyla ve ekonomi yönetimindeki istikrarlarıyla meşhur, Güney Amerika ekonomilerini bile, geride bırakmışız, hatta fark atmışız."

"Her fırsatta batmayı, adeta marifet sayan Yunanistan’da, gıda enflasyonu, yüzde 10. Avrupa Birliği’nin ortalaması, yüzde 8 buçuk. Hani bizi kıskanan Almanya var ya; onda ise yüzde 8. Matematik, aynı tarih ve ekonomi gibi, senin pek kuvvetli olduğun bir alan değil. O nedenle, bu sayıları daha rahat anlaman için, başka şekilde anlatayım. Geçen sene Nisan ayında, 1000 liraya aldığımız gıda ürünlerini; bu yıl Nisan ayında alabilmemiz için, 1890 lira gerekiyor.  Enflasyon canavarına esir düşen Almanya’da ise, bin Euro olan alışveriş, bin 80 Avro’ya çıkmış. 

'Aç kaldık' diyene, vicdansız diyorsun ya… TÜRK-İŞ’e göre; 4 kişilik bir hanenin sağlıklı beslenmesi için, yapması gereken gıda harcaması, geçen seneye göre yüzde 108 artmış. Yani; geçen sene, 2897 lira olan açlık sınırı, bu sene, 6018 lira olmuş. Yani; açlık sınırı, toplamda 3 bin 21 lira yükselmiş. Peki övünmeye doyamadığın, asgari ücret artışı ne kadar? Bin 427 lira… Yani açlık sınırındaki artışın, yarısı bile değil. Şimdi söyle bakalım; Bu durumda, kim vicdansızmış Sayın Erdoğan?

Yine TÜRK-İŞ’in hesabına göre; 4 kişilik bir hanenin yoksul sayılmaması için, ihtiyaç duyduğu asgari aylık gelir, 19602 lira. Tek başına yaşayan bir çalışan için, açıkladıkları aylık yaşama maliyeti ise, 7 bin 837 lira.

Beceriksiz kadrolarının ve muhteşem ekonomistliğinin sonucunda, bugün Türkiye’de, asgari ücret o kadar asgari kaldı ki; 4 kişilik bir hanede, anne, baba ve iki çocuğun her biri, asgari ücretle çalışsa, yine de yoksulluk sınırının üzerine çıkamıyorlar. Asgari ücret, o kadar asgari kaldı ki; Tek başına insanca yaşaman için, eline en az, 7 bin 837 lira geçmesi gerekiyor.  Asgari ücret, o kadar asgari kaldı ki; Bir bekar çalışan, aylık yaşama maliyetini bile karşılayamıyor."

"Söyle bakalım Bay Kriz: Vicdansız kimmiş görüyor musun? Eserinle gurur duyuyor musun Memleketi sürüklediğin uçuruma bakıp, övünüyor musun? Milletimizi düşürdüğün hâle bakıp, eğleniyor musun? Gördüğün rüyadan, artık uyan! Gerçeklerle, artık yüzleş! O saraydan artık çık Sayın Erdoğan! Böyle devlet yönetilmez. Ayıptır, günahtır."

SOSYAL MEDYA DÜZENLEMESİNE SERT TEPKİ: 'ÖLÜM FERMANI'

"Aziz milletim; Ak Parti iktidarının beceriksiz ellerinde Türkiye, artık bir sorunlar yumağı hâline geldi. Hayat pahalılığı sorun. Barınma sorun. Sığınmacı sorun. Adalet sorun. Yolsuzluk sorun. Bunların dışında, çözüm bekleyen, onlarca farklı sorunumuz daha var. Ama nedense, bu sorunların hiçbiri, iktidarın gündemine giremiyor. Nitekim, iktidara göre en önemli sorunumuz neymiş, biliyor musunuz? İnternette yayın yapan haber siteleri... Yanlış duymadınız. Arkadaşların öncelik sıralamasına bir bakar mısınız? Çözüm bekleyen onlarca sorunumuz varken,  hiç utanmadan, zerre sıkılmadan, meclise, sosyal medya kanun teklifi getirdiler. Beğenmedikleri her şeyi, suç haline getirmeye, yasaklamaya ve ortadan kaldırmaya bayılan Ak Parti iktidarı; şimdi de, sosyal medyanın, ölüm fermanı sayılabilecek, yeni bir kanun teklifiyle karşımıza çıktılar."

"Bu durumdan anlaşılıyor ki; bu arkadaşlara, artık yandaş medya kanalları yetmiyor. Televizyonlara, sipariş yayın yaptırdıkları gibi, gazetelere, sipariş manşet attırdıkları gibi, internet sitelerine de, sipariş haber yaptırmak istiyorlar."

"BU YASAYA GÖRE ÖNCE ERDOĞAN'IN TUTUKLANMASI LAZIM"
"İktidarın, Meclis’imize getirdiği bu teklife göre; endişe, korku veya panik yaratacak haber yapanlar, 1 yıldan, 3 yıla kadar, hapisle cezalandırılacak. Bakın, burası çok önemli… 'Endişe, korku veya panik yaratanlar…' Gelin bir düşünelim… Memlekette, endişeyi, korkuyu ve paniği, sizce en çok kim tetikliyor? Mesela; 'Camide içki içtiler' diye yalan söyleyip, milleti kışkırtan kimdi? Sayın Erdoğan. O zaman bu yasaya göre, önce kendisinin tutuklaması lazım.

Mesela; Kabataş yalancılarını besleyip büyüten, onlara kol kanat geren kimdi? Yine kendisi. Bu durumda, en azından, Kabataş yalancılarını da tutuklaması lazım. Hatta hazır eli değmişken, mesela, terörist başının mektubunu çarşaf çarşaf yayınlayanları, terörist başının, kendisi gibi terörist olan kardeşiyle, Kandil’de röportaj yaptıran, TRT yöneticilerini de tutuklaması gerekir. Mesela; İstanbul seçimlerinde, 'hile var' diye, yalan haber yapanları da tutuklaması gerekir. Şayet konumuz, endişe, korku ve panik yaratmak ise;

Mesela; dizinin dibinde örgütçülük oynayan, Sadatçıları da tutuklaması gerekir. Mesela; 'Cumhurbaşkanına söz söyleyeni keserim' diyen, ruh hastalarını da tutuklaması gerekir. Mesela; '15 Temmuz’un tadı damağımızda kaldı, apartmandaki götüreceklerimizin listesi hazır' diyen, provokatörleri de tutuklaması gerekir. Neymiş; internetteki yalan haberleri durduracaklarmış. Peki, sarayın yandaş medyasında, bir tane doğru haber var mı? Yok."

"ÖNCE KENDİ ÇEVRENİ HİZAYA GETİR"
"Sayın Erdoğan; Eğer yalan haber yasaksa, önce, sabahtan akşama iftira atan, yalan söyleyen, yandaş kanallarını kapatacaksın. Bakıp, beslediğin trol çiftliklerini dağıtacaksın. Eğer yalan haber yasaksa, enflasyon tahminlerinin tamamı yanlış çıkan, emir erin Merkez Bankası Başkanı’nı görevden alacaksın. Açıkladığı yalan yanlış enflasyon rakamlarıyla, milleti kandıran TÜİK Başkanı’nı, hemen kapının önüne koyacaksın. Eğer yalan haber yasaksa, emeklilere ve asgari ücretlilere, 1 Mayıs’ı işaret ederek, zam umudu dağıtan, Çalışma Bakanı’nın affını isteyeceksin. Bak Sayın Erdoğan; bu aziz millet, senin demokrasiye ayar verme sevdandan da, özgürlükleri her fırsatta çiğnemenden de bıktı, usandı. Sen önce, kendi diline hakim ol. Sen önce, kendi nefretini, kendi öfkeni dizginle. Sen önce, kendi kapının önünü temizle. İllaki bir ayar vermek istiyorsan, önce kendi çevreni hizaya getir.  

Yıllardır milletimizi birbirine düşürerek, 'Sen o’cusun, sen bu’cusun' diyerek, kutuplaşmadan beslenen sen değil misin? Bu kanunu, geriye doğru işletsen, senin müebbet alman gerekir. Çünkü bu ülkede vatandaşı birbirine düşürme konusunda; hiç kimse, senin eline su dökemez Sayın Erdoğan. Bu kadar basit. Değerli dava arkadaşlarım; ancak tabii ki, buradaki amaç çok başka… Bu kanunla; ülkemizde yaşanan sorunları dile getirenleri, ekonominin kötü gidişatına, dikkat çekenleri,  milletimizin, gerçeklerini konuşanları, sığınmacıdan, seçmen devşirme projesine, karşı duranları, susturmak istiyorlar. Milletin haber alma özgürlüğü yerine, yandaşlarının, yolsuzluk yapma özgürlüğünü, korumak istiyorlar."

"Ama işte orada duracaksınız! Çok şükür, biz daha buradayız. Dimdik ayaktayız. Siz yalana sığındıkça; biz de sizi, gerçeklerle yüzleştirmeye devam edeceğiz. Siz milletin sesini kıstıkça, biz, aziz milletimizin sesini duyurmaya devam edeceğiz. Siz George Orwell romanlarına öykündükçe, biz, demokrasiyi savunmaya devam edeceğiz. Siz, hürriyetin karşısında durdukça; biz de inatla, 'Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet!' demeye devam edeceğiz! Sandığın gelmesine, milletin şanlı tokadının tepenize inmesine, şunun şurasında, çok az kaldı… Hadi bakalım, hodri meydan."

AKŞENER'İN ESNAF ZİYARETLERİ
"Değerli milletvekilleri; ülkemizin gerçeklerini gözler önüne sermek, milletimizin dertlerine ses olmak,  yaralarına merhem olmak için; memleketimizi, il il, ilçe ilçe, gezmeye devam ediyoruz.  Geçtiğimiz hafta da, Kocaeli’ndeydik. Ziyaret ettiğim birçok dükkânda, maalesef yine ışıklar açık değildi. Esnafımız yine siftahsız, yine bereketsizdi. Vatandaşlarımız yine mutsuz, yine umutsuzdu. Dertler yine birikmiş, derya olmuştu… Mesela; Çayırova’da, telefon aksesuarları satan, esnaf bir kardeşim diyor ki; '4 çocuğum var. Kendi yağımızda kavrulmaya çalışıyoruz. Sıkıntılarımız çok. Pandemide, biz en az 6 ay kapalı kaldık ve kiramızı ödedik. Ama ne hikmetse, zincir marketlere hiç dokunulmadı. Gıda satılacak denilen yerlerde, her türlü ürün satılıyor. Buna bir çare lütfen.'

Mesela; Darıca’da tesisatçılık yapan bir kardeşim diyor ki; 'Çarkı döndürmeye çalışıyoruz. Rahat bir şekilde geçindirmiyor. Her geçen gün, bir öncekini aratıyor. Gelirimizden çok, mecburi ödemelerimiz var. Hayat şartlarımız düştü.  Yüzde 25 kârla çalışırken, yüzde 5’e düştük. Biz bu dükkânda, 16 sene çalıştık. Evimizi aldık, çocukları okuttuk. Ama bundan sonra, benim çocuğum, bunu yapamaz. Bir tuğlanın üstüne, tuğla koyamaz. Bu pahalılıkta çok zor.'

Mesela; ıslak hamburger satan bir esnaf kardeşim, diyor ki; 'iş yapmamıza rağmen zarar ettik. Bunun sebebi şu: Biz kârdan zarar edelim, ama müşterimize yansımasın dedik. Bu da bizi olabildiğince zarara uğrattı. İster istemez, bu ay itibariyle, fiyatlara zam yapmak zorunda kaldık. Bu yüzden de, yüzde 50 oranında, bir iş kaybımız oldu. Yani düşünüyoruz, düşünüyoruz, artık işin içinden çıkamıyoruz. Ailemle yaşıyorum. Bu gidişle de, hep ailemle yaşayacağım gibi görünüyor zaten.'

Mesela; besici bir kardeşim diyor ki; 'Yem, saman, gübre, bizim belimizi büküyor.  Bunların fiyatları düşerse düzelecek, yoksa hayvancılık kalmaz. Kurbanda satarsak, hayvanlarımızın, yem parasını ödeyeceğiz. Geçen sene, 100 lira olan yem, şimdi 250 lira.'"

AK PARTİ'YE 'UZAY' GÖNDERMESİ
"Evet, bir de başımıza, uzay macerası çıktı. Yeryüzündeki her şeyi hallettiler, bir de uzaya gideceklermiş… Aslında bu, ülkemiz için hayırlı bir gelişme. Ama Ak Parti iktidarı gibi, beceriksizliği adeta kurumsallaştırmış bir kadronun elinde; uzay yolculuğunun, nasıl olacağını, varın siz düşünün… Buradan iktidara sesleniyorum: Siz hiç yorulmayın. Uzaya giden, gitti zaten. Mesela, döviz kuru uzaya çıktı. Mesela, enflasyon uzaya çıktı.  Mesela, gıda fiyatları uzaya çıktı. Hatta Mars’ı geçti, Jüpiter’e varmak üzere… Siz onların peşinden astronot göndereceğinize, seçim tarihini açıklayın da; Millet sizi uzaya mı gönderiyor, evinize mi gönderiyor, nereye gönderiyor, tüm gerçekliğiyle bir görün.

Artık lamı cimi yok. Lafı fazla uzatmanın, yalanlarla vakit öldürmenin, manası yok. Kürsülerden abuk sabuk konuşmanın da, kimseye bir faydası yok. Türkiye elbette uzaya gidecektir.Ama bugün, milletimizin ihtiyacı seçimdir. Türkiye’nin ihtiyacı seçimdir. İYİ Parti’nin de, yetkiyi alıp memleketi düze çıkarmak için, beklediği şey seçimdir!"

"GETİRİN SANDIĞI"
"Getirin sandığı, bu çile bitsin. Getirin sandığı, bu zulüm bitsin. Getirin sandığı, bu ucube sistem gitsin. Getirin sandığı, İYİlerin şafağı artık söksün. Getirin sandığı, milletimizin yüzü gülsün. Getirin sandığı, milletimiz hak ettiği Türkiye’ye artık kavuşsun!" 

"Değerli dava arkadaşlarım; üretim araçlarının ve sistemlerinin gelişimi, yönetim anlayışlarını da etkiler. Bu etki; işletme yönetimi için de, devlet yönetimi için de geçerlidir. Mesela; Sanayi Devrimi’yle birlikte gelen üretim yöntemleri, sosyoekonomik gelişmeleri de beraberinde getirdi. Hızlı şehirleşme ile beraber, yeni tüketim alışkanlıkları ve toplumsal talepler oluştu. Bunun yansıması olarak da, yönetim sistemleri gelişti.

Mesela; 1920'li yıllarda, artan tüketici talebini karşılamak için, ürüne odaklanan, standart, tek tip, yüksek miktarlarda, seri üretime geçildi. Yani Fordist Sistem denilen, bant sistemine geçildi. Bu anlayışın, o dönemin şartları itibariyle, devlet yönetiminde de yansımaları oldu. Büyük Buhran’a ve 2’nci Dünya Savaşı’na giden sürece baktığımızda, bu yansımaları görebiliriz.

Sonra ne oldu? İkinci Dünya Savaşı’ndan, 70’lere uzanan dönemde, hayatımıza toplam kalite yönetimi ve kalite çemberleri girdi. Nitelikli ve kaliteli üretimi sağlamak için; insan gücünden, en iyi şekilde yararlanmanın, ancak ve ancak, ihtiyaçların karşılanmasıyla mümkün olacağına odaklanan, yani, bireyin ihtiyaçlarını ön planda tutan, yeni bir üretim anlayışı gelişti.

Toyotist Sistem ile birlikte; uçtan uca herkesin fikrini söyleyebildiği, herkesin fikrinin önemsendiği, üretim çemberinde, herkesin yer aldığı bir anlayış, yani, bugün, yatay hiyerarşi adını verdiğimiz, yönetim anlayışı gelişti. Ve kaçınılmaz olarak, bunun da, devlet yönetimindeki yansımalarını gördük. Nitekim, Soğuk Savaş dönemine baktığımızda, bu yansımaları, Sovyetler’in yıkılışındaki kaçınılmazlıkta görebiliriz.

Yani zamanın ruhuna göre; gelişen teknolojiler, değişen üretim sistemleri, ve oluşan yeni değer setleri, sadece üretim ve tüketim anlayışımızı değil, aynı zamanda yönetim anlayışımızı da değiştirmiştir. Buna ayak uyduran ülkeler hızla kalkınmış, refah toplumlarına dönüşmüştür. Değişimi ıskalayan ülkeler ise, kaçınılmaz bir biçimde, başarısız olmuşlardır. Asya Kaplanları’nın, 90’lardaki gelişimine bakarsanız, bunu görürsünüz. Eskinin demir perde ülkelerinin, dağılma sonrasındaki yolculuklarına bakarsanız, yine bunu görürsünüz.

Peki bugün neredeyiz? Fiber optik kablonun bulunuşuyla birlikte, hayatımıza giren iletişim kanallarının, gün geçtikçe geliştiği, sosyal medyanın, giderek önem kazandığı, yapay zekanın, Büyük Veri’nin, Blokzincir’in konuşulduğu, büyük değişimlere gebe bir dönemdeyiz. 4’üncü Sanayi Devrimi’nin, hatta, ismini Elon Musk’ın Tesla’sından alan, 'Teslizm’in' tartışıldığı, bir büyük, dönüşüm sürecindeyiz.

"Eskiden, üretimin odağı üründü, sonra tüketicinin ihtiyaçları ve tercihleri de görünür oldu. Sonra markaların tüketicileriyle konuşması geldi, marka aidiyeti kavramı hayatımıza girdi. Şimdi ise, pazarlama 4.0 dünyasındayız. Artık bu saydıklarımın yanında, tüketicilerin duygularının, kalplerinin ve değerlerinin de, denklemin bir parçası olduğu, insan merkezli yeni bir anlayış, iş dünyasına girdi.  

Artık markalar pazarlama stratejilerini; empati, cana yakınlık, duygusallık gibi özelliklerin yanında, sürdürülebilirlik, karbon ayak izi, cinsiyet eşitliği, toplumsal etki gibi değerleri de,  şirket politikası olarak benimseyerek; müşterileriyle, insani bir zeminde etkileşime girmek üzerine kurguluyor. Ve artık üretim sistemleri, tek bir odaktan değil, birden fazla odağın oluşturduğu, bir paydaşlar ağı haline dönüşüyor.

İşte tüm bu gelişmeler doğrultusunda, hayatımızda artık; dijitalleşmenin ve 21’inci yüzyılın ruhunun tetiklediği, modern bir yönetim anlayışı var: Dağıtık Sistem’den bahsediyorum. Yani; her bir bilginin, her bir parça yazılımın, diğer parçalarla bütünleşerek güçlendiği bir anlayış. Şeffaflığın, uyumluluğun ve iş birliğinin esas alındığı, endüstri 4.0’ı hayatımıza sokan bir sistem. Yani bir anlamda, 'Dijital Meşveret.'

"CUMHURİYETİMİZİN DEMOKRASİ VİZYONU..."
"Bugün, Güney Kore’nin geldiği noktaya baktığımızda, Batı’nın Çin’le rekabet edebilmek için benimsediği, sürekli inovasyon stratejisine baktığımızda, dağıtık Sistem’in izlerini görebiliriz. Peki sizce dağıtık sistemin; Devlet yönetiminde bir yansıması var mı? Elbette var. Müştereklerimizin ön plana çıktığı, ayrıştığımız noktaların enerjiye, farklılıklarımızın da, zenginliğe dönüştüğü bir sistem. Yani: tam ve kamil bir demokrasi… İşte size, 99 yıl öncesinden, bugüne yansıyan, Atatürk’ümüzün eşsiz öngörüsünü, bir kez daha gözler önüne seren, geçen zamanda, kıymetini daha iyi anladığımız o büyük vizyon: Cumhuriyetimizin demokrasi vizyonu. 

Değerli dava arkadaşlarım; hatırlayın, biz yıllarca, cumhuriyeti ve demokrasiyi; 'İşçisin sen işçi kal. Köylüsün sen, köylü kal' anlayışını ortadan kaldıran, sınıflar arası geçirgenliği sağlayan, milletimizin her bir ferdine, eşit haklar tanıyan bir sistem olarak, dinledik, öğrendik ve anlattık. Gerçekten de öyleydi. İzmit’in bir köyünde doğan Meral’i, okutup büyüterek, üniversite hocası yapan, 40 yaşında, bu ülkenin, ilk kadın İçişleri Bakanı olmasını sağlayan, bugün de, Yüce Meclis’imizin çatısı altında, bu aziz kürsüden, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener olarak, sizlere seslenebilmemi sağlayan şey; Cumhuriyetimizdi. 

Cumhuriyetimizin yönetim anlayışında; bir çocuk, köyde yaşasa, okusa, büyüse bile; doktor, öğretmen, mühendis olma hayali kurabilirdi. Çünkü, bu hayali gerçekleştirmek için fırsatı vardı. Peki Cumhuriyet bunu nasıl sağladı? Kaliteli eğitimle, sunduğu fırsat eşitliğiyle, toplumsal adaletle, sınıflar arası geçirgenlikle sağladı. Çünkü Cumhuriyetimizin yönetim anlayışına göre, devlet; her bir vatandaşına, eşit şekilde yaklaşmak, eşit fırsatlar oluşturmak, ve eşit koşullar sunmak zorundaydı. Size daha net bir örnek vereyim: mesela, bir maraton düşünün. Bu maratona katılacak olan yarışmacıların; Aynı sıralarda, aynı şartlarda ve aynı ayakkabılarla koşmasını sağlamak, devletin sorumluluğundaydı. Bu yarışın sonunda, herkes parkuru bitirebilirdi ama kimin daha önce bitireceği, sadece yarışanların yeteneğiyle alakalıydı."

Bakın, alakalı-ydı diyorum. Geçmiş zaman kipini kullanıyorum. Neden? Çünkü bugün, şartlarımız aynı değil. Bugün, cumhuriyetimizin, zamanının çok ilerisindeki yönetim anlayışından, fırsat eşitliklerinden, demokrasi ve devlet kültürümüzden, oldukça uzaktayız… Bugünkü maratonda; kiminin ayağında ayakkabısı yok, kimisi de patenle yarışıyor. Kimi yarışa, parkurun başından, kimisi de ortasından başlıyor. Kimi kan ter içerisinde, koşarak mücadele ediyor, kimisi de, kılını bile kıpırdatmadan, hatta parkura bile girmeden, yarışı kazanıyor."

"Artık bırakın köyde yaşayan bir çocuğu, büyükşehirlerde okuyan çocuklarımız bile, doktor, mühendis, öğretmen olmayı hayal edemiyor. Tıp okuyor, mühendis olmak için çalışıyor, öğretmen olmak için çabalıyor, ama; ya mesleğinin hakkı verilmiyor, ya mesleğini yapamıyor, ya da atanamıyor; ve günübirlik işlerde çalışıp hayatta kalmaya çalışıyor."

"BU UCUBE SİSTEM YÜZÜNDEN BU HALDEYİZ"
"Peki biz bu hâle nasıl geldik? KPSS’den 92 puan alanı, eleyen, yerine de, 58 puan alanın, Ak Partili dayısı olduğu için atandığı, mülakat sistemiyle geldik. Bin bir emekle okuyan, okutulan gençlerimiz işsizken, saraydaki danışmanlarına, 5-10-15 maaş birden bağlayan, vicdansız bir yönetimle geldik. Milletimiz başını sokacak evi, yiyecek ekmeği, giyinecek kıyafeti zor bulurken; milletin ödediği vergileri, yandaşına yediren, devletin kaynaklarını, peşkeş çeken, sınırsız imkânlar sunduğu, 5’li çetesini beslemekle övünen, harami bir düzenle geldik.

Ez cümle; biz bu hâle; dünyadaki gelişmeleri inatla ıskalayan, dağıtık sistemden feyz alacağına, 2017 yılında ancak Fordizmi keşfedebilen, vizyonsuz bir zihniyet yüzünden geldik. Cumhuriyetimizin değerlerini hiçe sayan, devlet yönetimi anlayışını hakir gören, kurumlarımızın içini boşaltan, demokrasi kültürümüzü ayaklar altına alan, adına da Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi denilen, bu ucube sistem yüzünden geldik!"

"Hatırlayın, bu ucube sisteme geçiş için, bahaneleri neydi? Ayaktaki prangalardan kurtulmak. Vesayeti sona erdirmek. Hızlı karar almak. Türkiye’yi şaha kaldırmak ve uçurmak. Şimdi soruyorum size; 2017 yılından bugüne baktığınızda, Türkiye’nin daha özgür olduğunu düşünen var mı? Kendisini daha hür hisseden var mı? Kendisini daha mutlu hisseden var mı? Kendisini daha huzurlu hisseden var mı? Milletten bihaber, saray talimatlarıyla yönetilen Türkiye’de; vesayetin sona erdiğine şahit olan var mı? Ekonomiden sağlığa, dış politikadan eğitime kadar, tek bir kişinin keyfine göre alınan kararların, en küçük faydasını gören var mı?Kurumlarımızın, paramızın, hatta vatandaşlığımızın bile, değer kaybettiği bu sistemde, her geçen gün, yeni bir krize uyanan Türkiye’nin, hangi alanda şaha kalktığını, nereye doğru uçtuğunu bilen var mı? Maalesef yok. Olamaz da."

"BİZİM DERDİMİZ KİŞİLER DEĞİL, SİSTEMLERDİR"
"Çünkü; zamanın ruhunu yakalamak yerine, 18’inci yüzyılın normlarına hapsolan bir sistemin; 21’inci yüzyıl dünyasında, Türkiye’yi hiçbir yere götürmesi mümkün değildir. Bu kadar basit. Şimdi ben böyle söyleyince; Bay Kriz yine alınacak. Kızacak, köpürecek, kürsülerden bağıracak. Varsın olsun. Elinden geleni ardına koymasın. Daha önce de defalarca söyledim, şimdi tekrar söylüyorum. Bizim öznemiz; kişiler değil, sistemlerdir. Bizim meselemiz; şahıslarla değil, zihniyetlerledir. Bizim derdimiz; kavga çıkartmak değil, milletimizin ve memleketimizin çıkarları için makulde buluşmaktır. 

Bu yüzden; ilk günden beri, arkadaşlarımızla birlikte, bu ucube sistemin karşısında duruyoruz. Parlamenter sistemin eksikleri, hataları, engelleri yok muydu? Elbette vardı. Ama çözüm, 150 yıllık bir birikimi hiçe saymak, çöpe atmak değildi. Çözüm; Parlamenter Sistemi, günümüz şartlarına göre ıslah etmekti. 21’inci yüzyılın yönetim anlayışlarına, ayak uydurarak güncellemekti. Darbelerin, vesayetlerin, muhtıraların olmadığı bir parlamenter sistem inşa etmekti. Ancak onlar; kurumsal hafızamızı yok etmeyi, Cumhuriyet değerlerimizi hiçe saymayı, devlet geleneğimizi yıpratmayı seçtiler. Hürriyeti değil, istibdatı seçtiler. Koltuk sevdası uğruna, bilerek ve isteyerek, Türkiye’yi uçurumun kenarına getirdiler."

6'LI MASA VURGUSU
"İşte tam olarak bu sebeple, biz de 6 siyasi parti olarak; önce partilerimiz bünyesinde, sonrasında da, genel başkan yardımcılarımız aracılığıyla, birlikte çalıştık. 'Koltuk İttifakı' ortaklarının aksine; farklılıklarımıza saygı duyarak, milletimizin ve memleketimizin ihtiyaçlarına odaklanarak, makulün kaybolduğu bir ortamda, ortak aklı ve istişare kültürünü çalıştırarak, 28 Şubat 2022’de, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem çalışmamızı tamamlayıp,  Genel Başkanlar olarak imzaladık. Geçtiğimiz Pazar günü de yeniden buluştuk. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’i, hayata geçirmek için, ilkelerimizi konuşup karara bağladık ve ülke gündemindeki gelişmeleri değerlendirdik. Bu vesileyle buradan, başta, ev sahipliği yapan Sayın Ahmet Davutoğlu olmak üzere, toplantıya katılan Sayın Genel Başkanlara, huzurunuzda bir kez daha, teşekkür etmek istiyorum. Allah bizleri milletimize karşı utandırmasın."

Sonraki Haber