Abdullah Gül'ün bu sözleri olay olacak
11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, katıldığı bir açılışta yaptığı konuşmanın satır aralarında yer alan bu ifadeler "hükümete eleştiri" olarak yorumlandı.
11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Cumartesi günü Bahçeşehir Üniversitesi Hükümet ve Liderlik Okulu tarafından bu yıl 9'uncusu düzenlenen "Diplomat Okulu" programının açılışına katıldı. Gül'ün burada yaptığı konuşmanın görüntüleri paylaşıldı. Gül'ün konuşmasında iktidara yaptığı örtülü eleştiriler dikkat çekti.
İşte o konuşmanın satır başları:
OLAĞANÜSTÜ HALİ BAŞBAKAN OLDUĞUMDA KALDIRMIŞTIM
-"Değerli arkadaşlar bizim ülkemiz bu Dünya’nın bir parçası, Avrupa’nın bir parçası olarak kendi gelişimini gösterdi. 1950’lerde çok partili sisteme geçti Türkiye. Türkiye’de tekrar büyük bir hürriyet havası esti. Büyük kalkınma hamleleri oldu. 1960’da maalesef bir askeri darbe oldu. Başbakan, dışişleri bakanı, maliye bakanı bugün hep büyük bir hüzün ve utançla tarihe baktığımızda görüyoruz, maalesef hayatlarını çok acı bir şekilde kaybettiler. 1980’de başka bir müdahale oldu, yine yüzbinlerce insan büyük acılar çekti. 1997 yılında o zaman post- modern darbe olarak adlandırılan başka bir müdahale oldu. Maalesef yine çok sayıda insan büyük acılar çekti. 2016 yılında 15 Temmuz’da çok hain bir darbe teşebbüsüyle Türkiye karşı karşıya kaldı. Ne acı ki bugünkü dünyada, böyle şeffaf bir dünyada olağan üstü hal ile yönetilen bir ülke haline dönüştük. 2003 yılında iktidara geldiğimizde Güneydoğuda uygulanmakta olan olağanüstü hali Başbakan olduğumda kaldırmıştım. Şimdi bütün bu acı gerçekleri bilmemiz gerekir."
EVİN İÇİ DÜZENLİ OLMAYAN ÜLKELER
-"Dış politikasının güçlü olabilmesi için bir ülkenin önce evinin içinin düzenli olması lazım. Evinin içi düzenli olmayan bir ülkenin çok güçlü bir dış politika güdebilmesi mümkün değildir. Onun için hep derler “Foreign Policy starts at home”, yani dış politika önce evinde başlar. Evin içi dediğimde sağlam bir siyasi yapı, kuvvetler ayrılığına bağlı demokratik bir sistem, hukukun evrensel şekilde eşit uygulandığı bir hukuk düzeni, güven veren, ayrım yapmadan sadece haklı ve haksız ayrımı yapan temel hak ve özgürlüklerin evrensel anlamda garanti altına alındığı bir ülke kastediyorum. Şeffaflık, hesap verebilirlik, iyi yönetişim (“Good Governance”) dediğimiz ilkelerin geçerli olduğu bir ülkenin dış politikası da muhakkak ki güçlü olur. Böyle bir ülkenin çizdiği porte bütün dünyada güçlü olur. Böyle bir ülkenin bu dediğimiz unsurları o ülkenin “Soft Power” dediğimiz “yumuşak güç” kısmını çok güçlü yapar. O ülke önce çevresine sonra da Dünya’ya karşı hem model olur, hem vaktiyle Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı olarak sıkça kullandığım tabirle “Source of inspiration” dediğimiz ilham kaynağı olur. Ve nitekim uzun bir süredir Türkiye bu açıdan baktığımızda bütün çevremize gerçekten ilham kaynağı olmuştur."
DÜŞMAN OLUŞTURMADAN İLERLEYECEKSİNİZ
-"Diplomasi mecbur kalıp da güç kullanmamak için var, tatlı dille meseleleri çözmek için var. Acı dille zorla meseleleri çözersin ama onlar çok kalıcı olmaz. Önemli olan kazanım zaten. Siz ilerlerken anti-tezinizi oluşturmadan, düşman oluşturmadan ilerleyeceksiniz ki bu ülkeler içerisinde de bölge içerisinde de hep beraber sevgi ve mutluluk olsun. Onun için “yurtta sulh cihanda sulh” lafı gerçekten çok olağanüstü bir laftır. Barışın kendi ülkenizde, çevrenizde ve bütün dünyada temini için uğraşmak. Bunun için de bölgede ve her ülkede az önce söylediğim demokratik anlayışın ve uygulamaların yaygınlaşması lazım."
2014'DE GÖRÜNTÜMÜZ BOZULDUĞU İÇİN...
-"Ben 2005 yılında Dışişleri Bakanı iken Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) adaylığını ilan etmiştim. Değerli Büyükelçi Namık Bey o zaman bakanlıkta benim sözcümdü. Hatırlayacaktır bakanlık kapısının önünde gazetecileri toplamıştım ve 2009-2010 Güvenlik Konseyi adaylığına talibiz demiştim. O zaman çok istihzayla karşılamışlardı bizi bazıları, Türkiye güvenlik konseyine nasıl seçilir diye. Ama az önce söylediğim unsurlar ile reformcu zihniyet içerisinde öyle bir olumlu bir perspektif, bir portre çiziyorduk ki seçileceğimize emindim. 2008 yılında BM’de oylama yapıldı ve 192 ülkeden 151 oy alarak ilk turda seçildik. Batı Avrupa adayı olmuştuk. Daha sonra da Türkiye Cumhurbaşkanı olarak 2010 yılında başkanlık etmiştim. Şimdi çok basit bir örnek size. İçeride demokrasisi güçlü, hukuku güçlü bir reformcu zihniyet, noksanlarının farkında olan, noksanlarını kapatmak için bunları açıkça konuşan bir ülke bütün dünyada iyi bir portre çizer. Arap ülkelerinin tamamı oy vermişti. Afrika ülkelerinden sadece birisi -ismini söylemek istemem, o hariç- hepsi bize oy vermişti. BM’nin Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi beş ülkenin beşi de bize oy vermişti, öyle seçilmiştik. Daha sonra başka bir teşebbüsümüz olmuştu 2014 yılında yine aday olmuştuk. Maalesef görüntümüz bozulduğu için o zaman 60 oy almıştık ve seçilememiştik. Dolayısıyla “dış politika içerde başlar sözü” çok doğru. İçerde güçlü olanın dışarda da çok güçlü bir dış politika gütmesi her zaman mümkündür ve dışarıya da her zaman doğru istikamet verebilir."
O LİDERLERİN HİÇ Mİ AKLI YOKMUŞ
-"Genellikle dış politika dediğimizde komplo teorileri çok konuşulur. Tabi ki komplo teorileri vardır, siyasi tarih okuduğunuzda bunun çok örneklerini göreceksiniz. Öyle casuslar göreceksiniz ki, hele soğuk savaş döneminde, neler yapmışlar ülkeler nasıl nerden nereye sürüklenmiş, bütün bunları göreceksiniz.
Hele Türkiye söz konusu olduğunda dünyanın birçok yerinde Türk düşmanı ve Müslüman düşmanı mihraklar, çevreler hep var, bunlar muhakkak var. Bunları bileceğiz, naif olmayacağız ama eğer her şeyi komplo teorilerine bağlamaya kalkarsak o zaman da o ülkeleri yönetenlerin hiç mi akılları yokmuş sorusunu sormamız gerekir. Allah herkese akıl vermiş. O ülkelerin yöneticilerinin, liderlerinin, sorumluluk taşıyanlarının hiç mi aklı yokmuş diye sorgulamamız gerekir. Bu anlamda baktığınızda şöyle geriye gittiğinizde öyle acı gerçekler vardır ki bugün çok üzüldüğümüz Irak ve Suriye gibi iki komşumuz, iki ülkenin de bel kemiği tamamen kırılmış durumda. Ne kadar acı."
KAPALI REJİMLERDE YAŞANANLAR BUGÜNKÜ ÇAĞA UYMUYOR
-"Değerli arkadaşlarım onun için hepimizin sorumluluğu vardır. Onun için evimizin düzenli olması tabi ki yönetenlerin üstündeki en büyük görevlerden birisidir. Bu gerçekleşmediği süre içerisinde hep sıkıntılar olur. Büyükelçi Namık Bey hatırlayacaktır, Tahran’a beraber gitmiştik. Tahran’da 2003 yılında İslam Konferansı Örgütü’nde bir konuşma yapmıştım. Demiştim ki, burada açık konuşmamız lazım, kendi öz eleştirimizi yapmamız lazım. Müslüman ülkelere şöyle bir baktığımızda hepimizin evi ne kadar karışık demiştim. Körfez ülkelerinde demokrasiden bahsetmek belki şu anda yersiz olabilir. Ama iyi yönetişimden “Good Governance”dan bahsedebilirsiniz. Adalet, hukuk, eşitlik, hesap verilebilirlik, yolsuzlukların olmaması bütün bunlardan bahsedebilirsiniz. Dolayısıyla o konuşmamda şunu demiştim, hepimizin evimizin içini düzene koymamız gerekir. Bunu koymadığımız süre içerisinde bir gün gelir ya insanlar ayaklanır ya da dış müdahaleler kaçınılmaz hale gelir demiştim. Gelir dağılımındaki eşitsizlikler, adaletsizlikler, büyük işsizlik oranları bir çok kapalı rejimlerdeki sömürü, haksızlıklar, kadın-erkek eşitliğindeki inanılmaz büyük mesafeler bütün bunlar bugünkü çağa uymuyor. Bugünkü çağ dünyayı şeffaf hale getirdi. Dolayısıyla bizler inisiyatif alalım. Herkes kendi ülkesinde daha güzel düzen kursun, noksanlıklarını gidersin."
MAALESEF BUNLARI GERÇEKLEŞTİREMEDİK
-"Değerli arkadaşlar, demokrasi ve diplomasi söz konusu olduğunda sizlere biraz Avrupa Birliği’nden de bahsetmek isterim. Çünkü Avrupa bu acı tecrübeyi yaşadıktan sonra güzel formüller ortaya çıkardı. Sonunda ileri gittiler, birleştiler, kendi içlerinde bugün büyük problemler yaşıyorlar ama yine de beraberlikleri devam edecek. Belki genişlemeden dolayı hantal bir yapıya kavuşmuş olabilirler ama bugün hangi Avrupa ülkesine giderseniz gidin hala ekonomilerinin, bilim, kültür, sanatlarının ne kadar ilerde olduğunu göreceksiniz. Dolayısıyla onların ekonomik büyüme rakamları bazen küçük oluyor. Bunun bizi aldatmaması lazım. Yapacağı yol kalmamış, yapacağı baraj kalmamış, şehirlerinin hepsini güzel yapmış, köylerin hepsi şehir gibi köyler haline gelmiş. Tabi ki bu ülkelerin ekonomik büyümeleri daha yavaş olacaktır. Ama bizim gibi ülkelerin yapacakları hala çok. Bizde hala köylerimize mahallelerimize bakın, şehirlerimizin birçoğuna bakın, bizim gece gündüz çok çalışmamız gerekiyor. Bizi %5, %6 büyümeler kurtarmaz. Bizim çok daha fazla geleceğimize konsantre olmamız gerekiyor. Onun için Avrupa ile bizi kıyaslarken sakın Avrupa’yı küçük görmeyin. AB’yle ilişkilere çok önem veren bir insan olarak bunu söylüyorum. Bunu daima bir çapa olarak görmek lazım. Birçok reform, birçok hukuk reformu bu sayede müzakere süreci içerisinde gerçekleşti. Maalesef bunları kendi programlarımız çerçevesinde gerçekleştiremedik. Böyle bir müzakere çerçevesinde bu programların büyük bir kısmı gerçekleşti. Biliyorsunuz Kopenhag siyasi kriterleri, Maastricht ekonomik kriterleri çerçevesinde bunlar bizim için hedef oldu. Bunların büyük bir kısmını yaptık. Burada şuna bakmak gerekiyor. AB - Türkiye ilişkileri Avrupa’ya bir taviz olarak görüldüğü andan itibaren AB’yle ilişkileri hemen kesmek gerekir. AB ile Türkiye ilişkileri, AB’ye katılım yönünde yapılan reformlar, kanun değişiklikleri, yönetmelik değişiklikleri, bunlar Türkiye’nin, Türk insanının faydasına mı değil mi buna bakmak gerekir. Bakarsanız bütün bu süreç, Türkiye’nin en başarılı olduğu, ekonomisinin en güçlü olduğu, üniversitelerinin geleceğe yönelik büyük açılımlar yaptığı dönem bu çerçeve içerisinde olmuştur. Dolayısıyla bunu bir taviz olarak asla görmemek gerekir."
SURİYE'YE KARŞI BAŞLATILAN SİLAHLI MÜCADELENİN STRATEJİSİ YOK
-"Güç önemli, az önce saydığım demokrasi, ekonomi, dış politika gibi tabi ki her ülkenin bir de silahlı kuvvetler gücü var. Ancak bunu atalarımız güzel söylemiş, “hazır ol cenge, istersen sulh-u salah” derler. Barış, huzur istiyor isen güvenlik içinde yaşamak istiyorsan hazır olmak lazım. Hazır olmak demek caydırıcılık demektir. Ama çıkar çatışmaları “conflict of interest” dediğimiz öyle anlar gelir ki bazen mecbur olursunuz ve savaşırsınız. Savaşın ne olduğunu en iyi askerler bilir. Onun için askerler hemen savaşalım demezler, savaşın acımasızlığını, savaşın nasıl ölüm olduğunu, öldürmek olduğunu en iyi onlar bilir. Savaş en son yoldur. Diplomasi eğer zayıfsa, devrede değilse birdenbire sıcak problemle karşı karşıya kalırsınız ve güç kullanmak zorunda kalırsınız. Tabi ki güç kullanmaktan önce de çıkış stratejilerinin olması gerekir. Bugün Suriye’de yaşanan felaket nedir? Suriye gibi Irak’a da böyle girilmiştir. Uluslararası meşruiyet olmadan, BM Güvenlik Konseyi’nin kararı olmadan Amerika mecbur etmiştir ve koalisyonla o saldırıyı yapmıştır. Suriye’ye karşı başlatılan silahlı mücadelenin bir çıkış stratejisi yapılmadığı için, dengeler iyi hesaplanmadığı için neticede bugünkü büyük siyasi boşluk, perişan durum ortaya çıkmıştır. Çok iyi tanıdığımız şehirler Şam, Halep gibi bakmaya kıyamayacağınız şehirler yerle bir olmuştur. Onun için dış politikada bilgi, tecrübe ve geleceği öngörmek için analiz çok önemlidir."