Nihal Olçok'tan çarpıcı sözler: Pişmanım deselerdi helalleşirdim
15 Temmuz gecesi eşi Erol ve oğlu Abdullah Tayyip’i şehit veren Nihal Olçok, ''Köprü davasında sanıklar ''Yaptım ama pişmanım'' deseydi, ona bile razıydım. Helalleşirdim'' dedi.
15 Temmuz gecesi eşi Erol ve oğlu Abdullah Tayyip’i şehit veren Erol Olçok’un eşi Nihal Olçok’un Türkiye gazetesi yazarlarından Burcu Çetinkaya’ya verdiği röportaj şöyle:
"Hep bekledim. Nedense elim telefona gitmedi. Bir yerde tanışacağız biliyordum, hissediyordum. Çok sevdiğim bir dostumun düğününde gördüm ilk defa. O anda her şey bir kenara, yaşanan bütün yalan maskelerin ötesinde samimiyetin sirayet ettiği çok gerçek birini görmenin duyguları geçti bana. İkinci görüşmeyi, saatlerce konuşmayı, dinlemeyi , ondan öğrenmeyi isterken, röportaj çok sonralardaydı sıralamamda. Sonra bir gün, benim için en heyecanlı günlerden birinde 8 yıl aradan sonra Dünya Ralli Şampiyonası’nda start almadan önce test sürüşü öncesinde bir telefon geldi Nihal Olçok’tan; "Burcu o arabanın içinde olmalıyım. Bir gün o hissi yaşayıp zamanın ilerisine gidebileceğimi hissediyorum. Olur mu?" dedi. Marmaris’e gelebilir misin hem de yarın sabah dediğimde itiraf edeyim; geleceğini beklemiyordum. Hani çok ani, uzaktı ya Hani dünya koşturmacalar ya. İşte o test heyecanında yanıma geldiğinde bir kere daha anı yaşayan samimiyeti seçen, seçtirilen, perdelerin kalktığı o güzel insanı gördüm. İyi ki geldin Nihal Olçok. Aslında röportaj için zamanı değildi belki ama samimiyet ve doğallık bence kurgulardan çok daha güzel, o yüzden öyle yollarda yaptık röportajı. Dimdik ve gerçek bir kadının ayakta durma hikâyesini, hayata dört kolla sarılmasının bende bıraktığı en önemli duygu “ümit”...
16-17 yaşlarındayken hayalleriniz neydi, ne iş yapmak istiyordunuz?
Gazeteci olmak istiyordum. Hayalim Daphne Barak gibi olmaktı. Kendisi dünyadaki ehil gazetecilerdendir. Evlendikten sonra bir gün Erol Olçok sabah erken, acele kalktı ve "Ben geç kaldım, Amerika’dan gazeteci gelmiş röportaj yapmak için, zor ayarladık” dedi, sanırım parti yeni kurulmuştu ve Tayyip Bey sanırım yeni başbakandı. “Daphne Barak” dediğimde “sen nereden biliyorsun?” dedi. “O benim örnek aldığım kişiydi. Lütfen bana müsaade et, seninle geleyim” dedim. Yıllar sonra tanışmak nasip oldu ve inanılmaz bir kadındı.
Sonra ne oldu?
Her genç kızın hayali gibi ’bir sen, bir ben, bir de bebek’ oldu. 19 yaşında Abdullah’ı emziriyordum. Evliliğimin en büyük kazancı; 3 tane oğlum.
Peki o dönemlerde çalıştınız mı?
Hiç vazgeçmedim. Ben üniversite, başörtüsü mağdurlarındanım. En küçük oğlum Emir doğduktan sonra üniversitede işletme okudum. Sonra yüksek lisans yaptım. Hep Olçak’la beraberdim. Bütün projelerde bir şekilde musallat oldum. Hiç durmadım bunu hep zevkle ve keyifle yaptım. Kek yaparak girdim şirkete. Çünkü başlangıçta en iyi bildiğim şey oydu. Reklamcılık çok farklı bir alan. Özellikle mütedeyyin camiada çok bilinen bir şey değildi. Evlenirken ben Erol Bey’in mesleğini babamlara anlatmakta çok zorlanmıştım. Reklamcı dediğimde “Yani tabelacı mı?” soruları gelmişti.
15 Temmuz’dan sonra “sen”de ne değişti?
Bir kere doğrular ve yanlışlar yer değiştirdi. Bildiğim bir sürü doğrunun doğru olmadığını gördüm. Hayatla, annelikle, kadınlıkla, dostlukla, parayla, statüyle ilgili. Bütün anlam yüklediğimiz her şey sıfır noktasındaydı artık benim için. Onların içinde doğruları ayıklamak çok fazla enerjimi alacağından dolayı, her şeyi sildim ve Erol Olçok’ın çok fazla kullandığı bir söz “Ben kendi tarihimi yazıyorum” derdi. Ben de kendi tarihimi yazmaya başladım.
Davalarda hiç yüzünüze bakıp suçunu kabul eden, sebebini söyleyen, özür dileyen veya konuşan oldu mu sanıklardan?
Elinde o silahı sıkanlar da değil mevzu, emri verenlerde. Ve biz bunların bir çoğunu bilmiyoruz. Ben yalvardım. Bir defa şehit yakınlarına söz hakkı verildi. Söz istedim. 138 sanık, ’Köprü davası’. "Tövbe makamındasınız, burası Yusuf kapısı değil, tövbe kapısı. Bunu burada yaparsanız helalleşeceğiz sizinle" dedim. Koca salon ama bir kişi bile cevap vermedi. Çocuklar duvar gibiydi. Sözlerim bir kişiye bile sirayet etmedi.
Kabul eden olsaydı, ne hissederdiniz? Hata ettim, ettirildim, bilmeden hata yaptım vs., herhangi birşey söyleseydi?
Helalleşirdim. "Yaptım ama pişmanım” deseydi, ona bile razıydım.
Öfke var mı içinizde?
Biz beş kişilik bir aileydik. Abdullah gidip Erol Olçok dönseydi veya tersi olsaydı elimde olmadan o öfke dururdu bende. Abdullah’a “Sen baban ölürken ne yaptın?” veya Abdullah ölüp Erol Olçok geri gelseydi “sen onu nasıl koruyamadın?” diyebilirdim. Ama ikisi beraber çıktılar ve ikisi beraber göçtüler. O yüzden o öfkenin çıkacağı birisi de yok bende. Ulvi boyutta, kadere ve Allah’a ise isyan çok riski bir şey çünkü o zaman ben “37 yaşına kadar iman etmemişim, yalandan bir şey yaşamışım" demektir.
Günlük hayatınızın akışında neler değişti?
Mesela eski evde yaşamıyorum. Sofrada masa kurup yemek yemiyorum. Bugüne kadar iki yıldır evimde 7 defa sofra kuruldu. Onda da soğan kokusunu özlemiştim. Kuru fasulye, ekmek yaptım ve arkadaşlarımı davet ettim. Bazen ölü gibi yaşıyorum. O sandalyeleri boş görmektense kurmuyorsunuz.
Eskiden de bu kadar çok seyahat eder miydiniz?
Daha da çok belki de. İş için çok seyahat ederdik.
Hep bu kadar insanlarla iç içe miydiniz?
Hep vardı.. İnsanın olmadığı hiçbir şeyin bende hiçbir karşılığı yoktur. Her insanın yaradılan olmaktan dolayı Ahseni takvim olma ihtimali olduğuna yüzde yüz iman edenlerdenim.
Avukatlık okuyorsunuz bir de şu anda değil mi? Bu nereden çıktı?
Evet şu anda üniversitede okuyorum. 15 Temmuz’dan sonra okumaya başladım. O sene Abdullah’la şakalaşmadan dolayı bir üniversite sınavına girmiştim. Sınav sonuçları 15 Temmuz’dan sonra geldi ve ben kazanmışım. Psikolojiyle okumaya başladım ve sonra bölüm değiştirdim ve “Sosyal Hizmetler”e geçtim. Psikoloji daha bireysel geldi. Şimdi Üsküdar Üniversitesine geçtim. Hukuk Fakültesinde 2’nci sınıftayım. Bu davalar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) gidecek, o veya bu şekilde. Çünkü bu davalar burada bitmeyecek. Daha da indirime gitmek isteyecekler, bunun bir prosedürü var. Şimdi istinafa verildi, oradan temyiz, Anayasa’ya, Yargıtay’a ve en sonuna kadar da gidecekler. Sağ olsun değerli avukat arkadaşlar bu dönemde bana eşlik ettiler. AİHM’e gittiğinde ben oraya Müslüman, Türk ve Arnavut bir kız olarak gitmek istiyorum. Abdullah ile mahşerde karşılaştığımda elini omzuma vurup “Sağ ol anne” demesini istiyorum.
Bu arada ticaretin içerisindesiniz, yeni oluşumlar için çalışıyorsunuz. Buradaki mücadelenizi anlatır mısınız?
Ben hep başarma odaklı oldum. Reklamcılıkta hep o besleyici taraf vardı. Bir kampanya başlar sürekli. Elinizde sürekli yeni bir bebek olur. O alanda değil ama ticari alanda başarmak, üretmek ve atıl durmamak; hedefim. Özellikle kadınların her alanda varlığını iyi olarak hissettirmek. Hem ayakları üzerinde duran hem de aynı zamanda iyi bir eş, iyi bir arkadaş, iyi bir anne olabildiğini göstermek. Çalışan demir pas tutmaz.
Neden reklam alanında çalışmayı düşünmüyorsunuz?
O alanda çocuklarımın bile olmasını istemem. Çünkü rekabet edecekleri kişi babaları. İkincisi kendisi dünyada yok. Üçüncüsü baba öyle bir yerde final yaptı ki, evlatlar ne kadar yaparsa yapsalar oraya erişemezler. Çünkü o Allah’ın lütfu keremi, şehitlik. Gölgeyle savaşmak çok zordur. İnşallah başka alanlarda çok başarılı olsunlar.
Çocuklarla aranızda konuşuyor musunuz? Anıları, hatıraları, üzüntüleri?
Hiç konuşmadık. Vakti, saati gelecek ama onları hiçbir şeye zorlayamam. Artık ben bir bilenim, bu yoldan geçtim. Onların abi ve baba diye üzüldüğü yerde ben evlatlarım için de üzüldüm."