İzmir'deki "Askeri Casusluk" Davası
"Askeri bilgi ve belge bulundurma" davasında hakkında beraat kararı verilen emekli Albay Başbuğ, gazeteciler Ilıcak, Toros, Görüryılmaz, iş adamı İpek ve savcı Kılınç hakkında suç duyurusunda bulundu
İZMİR (AA) - İzmir'deki, "askeri gizli bilgi ve belge bulundurma" davasında hakkında beraat kararı verilen emekli Albay Coşkun Başbuğ, gazeteciler Nazlı Ilıcak, Tarık Toros ve Turan Görüryılmaz, iş adamı Akın İpek ile HSYK 2. Dairesince görevden uzaklaştırılan savcı Zafer Kılınç hakkında suç duyurusunda bulundu.
Suç duyurusu dilekçesini savcılığa vermek için İzmir Adliyesi'ne gelen Başbuğ, gazetecilere yaptığı açıklamada, Ilıcak, Toros, Görüryılmaz, İpek ve Kılınç'la ilgili "Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olmak, diğer devletler namına Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine casusluk yapmak, yargıyı yanlış yönlendirmek, kişisel şeref ve saygınlığı zedelemek, Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) şeref ve saygınlığını zedelemek" gibi suçlamalarda bulunduğunu belirtti.
Kendisi gibi birçok TSK personelinin beraatle sonuçlanan yargılanmaları süreçlerinde, FETÖ/PDY'nin medya ayağını oluşturan bazı yayın organlarında "planlı" bir şekilde kendilerine karşı kampanya yürütüldüğünü savunan Başbuğ, Ilıcak'ın katıldığı her televizyon programında ve kaleme aldığı yazılarda FETÖ/PDY'ye övgüler dizdiğini, başta TSK olmak üzere devlet ve hükümet aleyhine sürekli iftiralar atarak hakaretler ettiğini, 3 Mart 2016'da "Pandora Kutusu ve Eylem Hazırlıkları" başlığıyla kaleme aldığı yazıda ise TSK ve hükümete tehditler savurduğunu iddia etti.
İş adamı İpek'le ilgili olarak "Örgüte verdiği finansal desteğin yanında, söz konusu medya gruplarını örgütsel faaliyet kapsamında teşkil etmiş, yönetmiş, faaliyetlerinin yürütülmesini finanse etmiş ve örgüt çıkarları doğrultusunda yayın yapmalarını sağlamıştır" iddiasında bulunan Başbuğ, gazeteci Toros'un ise katıldığı bir televizyon programında "Su uyur düşman uyumaz" atasözünü "Su uyur asker uyumaz" şeklinde ifade edip, TSK'yı düşmana benzettiğini ve küçük düşürmeye çalıştığını bildirerek, şöyle devam etti:
"Adı geçen kişiler, Akın İpek ve diğer örgüt elemanları gibi muhtemelen yurt dışına kaçacaklardır. Söz konusu kişilerin kaçışlarını engellemek ve yargı önünde hesap vermelerini sağlamak için acilen 'yurt dışı çıkış yasağı konması' bu kirli planı engelleyecektir. Bu yasağın uygulanması, büyük yaralar alan Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu mağdur kişilerin acılarını bir nebzede olsa hafifletecek, halkın adalete ve devlete olan güvenini artıracaktır."
Ömrünün son evresine kadar devlet ve milleti adına FETÖ/PDY ile mücadele edeceğini aktaran Başbuğ, "Şunu rahatlıkla söyleyeyim, bu örgüt basit bir örgüt değil. Bu örgüt dünyada gelmiş geçmiş en sinsi ve en aşağılık örgüttür ve maalesef ülkede sızmadığı delik kalmamıştır. Hangi taşı kaldırırsanız kaldırın altından bu örgüt çıkacaktır, asla şaşırmayın. Bu merkezin planı tutup hükümet devrilseydi Fetullah Gülen şarlatanı şu an Ankara'da kendisine hazırlanan malikanede Lawrence gibi halife kılığına girmiş el etek öptürüyor olacaktı."
Başbuğ, açıklamasının ardından hazırlanan suç duyurusu dilekçesini savcılığa sundu.
- "Gizli Bilgi ve Belge Bulundurma" davası
Coşkun Başbuğ'un "iki numaralı" sanık olduğu "Gizli Bilgi ve Belge Bulundurma" soruşturması, İzmir Emniyet Müdürlüğüne 10 Ağustos 2010'da gönderilen ihbar maili üzerine savcılık talimatıyla Organize Suçlarla Mücadele Şubesince başlatılmış ve yaklaşık 3 yıl süren araştırma sonrası, dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığı yapan Donanma Komutanı Oramiral Veysel Kösele'nin de aralarında bulunduğu 49'u muvazzaf asker 93 şüphelinin tutuklanma kararı verilmişti.
Soruşturmayı yürüten Terörle Mücadele Kanunu (TMK) 10. maddesiyle görevli Cumhuriyet Savcısı Zafer Kılınç iddianameyi 22 Ocak 2013'te tamamlayarak, "askeri gizli bilgi ve belgeleri ele geçirme, bulundurma" suçlamasıyla 49'u muvazzaf asker, 79'u tutuklu 357 sanık hakkında dava açmıştı.
TMK 10. maddesi uyarınca kurulan ve kamuoyunda "özel yetkili mahkemeler" olarak bilinen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılmasına ilişkin düzenlemeyi de içeren "Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un onaylanmasının ardından HSYK, İzmir 12. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen "gizli bilgi ve belge bulundurma” davasının 5 Nisan 2014'ten itibaren İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmesine karar verilmiş, temmuz ve kasım aylarında bu mahkemedeki duruşmalarda verilen tahliye kararlarıyla tutuklu sanık kalmamıştı.
Mahkemenin talebi üzerine bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan raporda, davaya konu dijital materyallerin "hash" olarak tanımlanan dijital parmak izlerinin eksik veya tutarsız olduğu, verilerin delil niteliği taşımadığı, aralarında tutarsızlıklar bulunduğu, bazı ekleme ve çıkarmalar yapıldığı sonucuna ulaşıldığı aktarılırken, İzmir Adli Tıp Kurumunun raporunda ise emekli Albay Coşkun Başbuğ'un evinde ele geçirilen, davaya delil oluşturan hard diskler üzerindeki DNA örneğinin Başbuğ'a ait olmadığı, bunun, sanık Meryem Bağcı'nın Ankara'daki evinde bulunduğu öne sürülen hard diskteki DNA örneğiyle eşleşen erkeğe ait olduğu tespit edildiği bildirilmişti.
3 yıllık yargılama sonunda mütalaasını okuyan Cumhuriyet Savcısı Ali Ertan, dijital verilerin delil niteliği bulunmadığı ve iddianamede ileri sürüldüğü gibi ortada örgütün varlığına dair kanıt olmadığını ifade ederek, tüm sanıkların "örgüt" suçundan beraatini, hukuka aykırı işlemlerle ilgili sorumlular hakkında da suç duyurusunda bulunulmasını talep etmişti.
5. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Orhan Kızıltaş, 26 Şubat 2016'daki duruşmada, tüm sanıklar hakkında "yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması" sebebiyle esastan beraatına karar verildiğini açıklamış, soruşturma aşamasında görev yapan kamu çalışanları hakkında fezleke hazırlanarak Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına da karar verildiğini kaydetmişti.