Cem Gürdeniz yazdı: Tarihin yaratıcılığında yeni dünya düzeni ve Ukrayna krizi
Cem Gürdeniz, tüm dünyanın gözünün çevrildiği, Türkiye'nin burnunun dibindeki Rusya - Ukrayna arasındaki krizi kaleme aldı.
Ukrayna üzerinde Rusya ile ABD arasındaki bilek güreşi devam ederken dikkatleri çeken ve tarihin yaratıcılığına en güzel örnekleri teşkil eden gelişmeler yaşanıyor.
SIRA DIŞI BİR KRİZ: UKRAYNA KRİZİ
Yaşananların pek çoğunun askeri strateji, sosyoloji ve siyasi bilimler ile izahı zor. Çok kutuplu yeni dünya düzeni siyasi tarihin geçmiş teori ve pratiklerinin dışında oluşuyor. Siyasi tarihte ilk kez büyük bir gücün (ABD) diğer bir büyük gücü (Rusya) zayıf bir ülkeyi (Ukrayna) işgal etmesi için teşvik ettiğini ve bu yönde savaşa yönelik büyük bir algı operasyonu ve propaganda yaptığını görüyoruz. ABD Başkanı Joe Biden’ın krize dair yaptığı bir değerlendirmede “Ukrayna’ya küçük bir Rus istilası olabileceği ve NATO’nun bölünebileceğini” söylemesi siyasi tarihte örneği az görülecek bir gelişme oldu. Diğer yandan Ukrayna Cumhurbaşkanının, ABD Dışişlerinin Kiev’deki diplomat ailelerinin ülkeyi terk etmesi talimatına sert bir açıklama ile karşı çıkıp “bu tip söylemlerin Ukrayna halkının moralini bozduğunu” belirtmesi ya da 28 Ocak 2022 tarihinde yaptığı basın toplantısında “savaşı nereden çıkarıyorsunuz, bu tip söylemler panik yaratıyor, finans sektöründen son ayda 2,5 milyar dolar ülke dışına çıktı” diye dert yanması en az ilk örnek kadar ilgi çekici gelişmeler. ABD ve İngiltere şürekâsı adeta Rusya’ya Ukrayna’ya müdahale etmesi için yalvarıyor. Ukrayna da savaş çıkmasın diye çırpınıyor. ABD iktidarının yayın organı CNN ve İngiliz BBC sabah akşam, Rusya’nın Ukrayna’yı istila edeceğini ve Ukrayna askerlerinin ve halkının Afganistan’daki mücahitler gibi savaşacağını iddia ediyor. Daha ilginci eski NATO Yüksek Askeri Komutanlarından (SACEUR) General Wesley Clark, 27 Ocak 2022 sabahı canlı yayında Rusları tehdit ederek, “istilanın sonuçlarına katlanacakları, parya devlet konumuna düşecekleri, binlerce Rus’un öleceği ve Putin’in bunun hesabını Miloseviç gibi vereceğini” söylüyor. (Sanki Vietnam, Laos, Kamboçya, Nikaragua, Grenada, Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’ye saldıranlar Mars’tan gelmiş gibi.)
BİR KOMİK OPERA İZLİYORUZ
ABD tüm bu kışkırtmaya ve Ukrayna’ya destek sözü vermesine rağmen Avrupa’ya dalga geçer gibi 8500 kişilik NATO takviye gücü gönderiyor. NATO Genel Sekreteri de savaş korosundaki rolünü iyi oynuyor. Ukrayna NATO ülkesi olmadığı halde NATO’nun dayanışması, ittifak üyelerinin ortak tehdit algısının yaygınlaştırılması, Afganistan başarısızlığının maskelenmesi gibi nedenlerle krizi NATO’nun var oluş nedenini güçlendirmeye yönelik fırsata çevirmeye çalışıyor. Amerikan Savunma Bakanı “Doğu Avrupa’da odaklandıkları konunun Ukrayna’daki savaştan ziyade NATO ortaklarına güvence vermek olduğunu” söylüyor. Ancak Avrupa Birliği gibi, NATO’da da Rusya ile ilişkiler ve krize yönelik tutum konusunda eylem birliği yok. NATO ve AB üyesi Hırvatistan Cumhurbaşkanının krize müdahale konusunda NATO söylemlerine tamamen aykırı bir çıkış yapması; Almanya’nın Ukrayna’ya silah taşıyan müttefik nakliye uçaklarına hava sahasını kullandırtmaması ve Ukrayna’ya askeri yardım konusunda 5000 miğfer (şaka gibi) gönderecek olması; Fransız Cumhurbaşkanının kriz sırasında Avrupa savunma kimliğini öne çıkaran bir konuşma yapması ve daha nice örnek, Avrupa’nın 1945’te yeni dünya düzeni kurulurken ABD ile oluşturduğu Transatlantik bağın 77 yıl sonra geldiği trajikomik gerilemeyi gözler önüne serdi. ABD ve NATO, Ukrayna ile Rusya arasında bir savaş istiyorlar. Rusya biz yokuz diyor. Ukrayna devlet başkanı “savaş olabilir ama hiçbir şey kesin değil, savaş söylemleri ekonomimizi yaralıyor, medya aman dikkat etsin” diye siyasi tarihte örneği görülmemiş yorumlar yapıyor. Dünya, 1879 yılında Şili, Bolivya ve Peru arasında kuş pisliği savaşını veya maç kavgası sonucu 1969 yılında El Salvador ve Honduras arasında futbol savaşını gördü ancak böylesini görmedi. Ismarlama Savaş. Komedinin en büyüğü ise İngiltere’de yaşanıyor. Mütareke döneminin mandacı gazetecisi Ali Kemal’in soyundan gelen Başbakan Boris Johnson’un, Edinburgh Dükü Philip’in cenaze töreninden bir gece önce ülkede uygulanan çok sıkı Covid kapanma tedbirlerine rağmen konutunda verdiği parti başına ciddi sorun açtı. Polis kanunlara karşı gelmekten soruşturma başlattı. Kamuoyunda kendisine ve partisine ciddi destek azalması söz konusu. Güven oylaması isteniyor. Ne ilginçtir ki bir virüsün iktidarı devirme sürecinin yaşandığı ortamda, Başbakan Johnson Avam kamarasında yaptığı konuşmada Ukrayna krizine sarıldı. Rusya’nın Ukrayna’yı istila etmesini ABD kadar teşvik eden İngiltere Başbakanı siyasi kurtuluşunu Ukrayna krizinde arayan bir konuşma yaptı.
ÇÖKEN AMERİKAN İTİBARI
ABD’nin iç savaşının yaşayan ve birliğini kuran Başkanı Abraham Lincoln zamanında şöyle demişti: “Geleceği tahmin etmenin en iyi yolu onu yaratmaktır.” Zamanın ve tarihin yaratıcılığına karşı söylenmiş bir sözdü bu. Neticede Lincoln köleliğe karşı çıkarak iç savaşı göze almış ve sonunda kazanmıştı. Ancak başarının bedelini suikast sonucu hayatı ile ödemişti. Birliğini sağlayan ABD daha sonra her imparatorluk gibi doğrudan veya dolaylı tutum stratejileri ile geleceği kendi jeopolitik ve ekonomik hedeflerine göre şekillendirmeye devam etti. 21. Yüzyılın ilk on yılına kadar buna gücü yetti. Şimdi de aynı yöntemi deniyor. Ancak başaramıyor. Avrasya’da başlattığı tüm kumpas ve kışkırtmalar elinde kalıyor. 2008’de Gürcistan Osetya; 2014’te Ukrayna Kiev/Maidan kışkırtmalarının Rusya lehinde sonuçlanması; 2016’da Türkiye’deki 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin bastırılması; Ermenistan’da 2018 sonrası Paşinyan’ın iktidara gelmesi ve Rusya karşıtı tutuma girmesi sonucu Kasım 2020’de Dağlık Karabağ’ı Azerbaycan’ın geri alması; Ocak 2022’de Kazakistan kışkırtmasının CSTO (KGAÖ) tarafından kontrol altına alınması gibi örnekler ABD hegemonyasının artık Avrasya’da oyun kurup sonuçlandırmayacağını ispat etti. Halbuki 2008 yılına kadar ABD’nin turuncu devrim modeli pek çok ülkede başarıya ulaşabilmişti. Şimdi Ukrayna’da çöken bir hegemonun, başta İngiltere olmak üzere vekil ve vassalları ile beyhude çırpınışlarını izliyoruz.
BU DURUMA NASIL GELDİLER?
ABD, 1945 yılında İkinci Dünya Savaşından galip çıktığında hem ekonomik hem askeri politik alanda tarihin gördüğü en güçlü devlet konumundaydı. Milli gelirinin %28’i sanayi üretimine dayalıydı. (Bugün %11) Ama hepsinden önemlisi Avrupa’yı Hitler ve Mussolini ’den, Asya’yı da -kullandıkları iki nükleer bomba ile insanlık suçu işledikleri halde -Hirohito ve faşist Japon askeri rejiminden kurtaran kahraman rolündeydiler. Bu rol için bedel ödediler. Onbinlerce Amerikalı yabancı topraklarda öldü. Yüzlerce gemileri ve uçakları ya battı ya düşürüldü. Bu nedenle Amerikan devletine karşı küresel çapta sempati ve destek mevcut idi. Kimse geçmişlerini, siyahlara ve Kızılderili yerel halka karşı işledikleri suçları ya da 1823’te ilan ettikleri Monroe Doktrini sonrası Karayipler ve Orta Amerika’da yaptıklarını sorgulamıyordu. Moral üstünlük Beyaz, Protestan, Anglosakson kimlikli Amerikan algısındaydı. Türkiye dahil, tüm dünya küçük Amerika olmayı hedefliyordu. Amerikan rüyasının karşısında Komünist SSCB vardı.
JEOPOLİTİK İDEOLOJİNİN ÜZERİNDEDİR
ABD, İkinci Dünya Savaşında aykırı ideolojiye sahip olmasına rağmen SSCB ile müttefik idi. Ancak savaş bitince jeopolitik, Avrupa’daki iki kazananı karşı karşıya getirdi. Soğuk savaş kaçınılmazdı. Sovyetler Birliği 1922 yılında 15 federal devleti Marksist ideolojik yapı altında birleştirerek İkinci Dünya Savaşı başlamadan çok önce dünya siyasetinde yerini almıştı. Ancak sahip olduğu güç henüz dünya gücü seviyesinde değildi. İkinci Dünya Savaşında 20 milyon insan kaybedip, savaş sanayini geliştirip, Avrupa’yı Hitler’den kurtaran ve Berlin’e giren asli unsur olunca, ama en önemlisi 1949 yılında nükleer bombaya sahip olunca ABD ve İngiltere ikilisi Sovyetleri çevrelenmesi gereken büyük bir tehdit olarak gördü. Churchill’in ilk kez ABD’de kullandığı demir perde terimi ile soğuk savaş 1949 yılında başladı ve aynı yıl NATO kuruldu. ABD, ikinci dünya savaşında yarattığı dev askeri endüstriyel yapının kendisine süper güç statüsü kazandırdığının bilincinde ve isteğinde (Manifest Destiny) kapitalist liberal ve püriten devletin devamı için savaşlar ve silahlanmaya ihtiyacının farkındaydı. Geleceği, bölerek yönetmeye (Divide et Empare) dayalıydı. Sovyetler George Kennan’ın ünlü çevreleme stratejisi ile Kanada’dan Çin’e kadar kenar kuşak üzerinden çevrelendi. Rusya bir kıta ve kara devleti olarak, batıdan ve güneyden doğrudan okyanuslara erişmemeliydi.
KAMPLAŞMA VE ÇEVRELEME
Böylece Amerikan yüzyılı hem ideolojik kamplaşma ve hem de jeopolitik çevreleme üzerinden Sovyetleri çöküşe zorladı. NATO, ikili anlaşmalar, askeri müdahaleler, darbeler, kışkırtılan iç savaşlar sayesinde Berlin Duvarının 1989 sonunda yıkılması ile üçüncü dünya savaşı çıkmadan zafere erişti. Önce Varşova Paktı parçalandı. Sonra Sovyetler Birliğinin 15 cumhuriyeti dağıldı. 1991 yılında CIS (BDT) 12 devlet ile kurulsa da bu örgüt bütüncül bir dış ve güvenlik politikasından uzaktı.
YAKIN ÇEVRE DOKTRİNİ
Dağılma o kadar hızlı oldu ki, Rusya ancak 4 yıl sonra 1993 yılında Kozyrev doktrini olarak da anılan Yakın Çevre (Near Abroad) doktrinini ilan ederek doğuya doğru çekilme sonucu oluşan savunma ve güvenlik boşluğunun Rusya rakibi ittifaklar ve devletler tarafından doldurulmasına karşı tedbir aldı. Bu doktrin, ABD’nin 1823 yılında iddia ettiği Monroe Doktrininin değişik bir versiyonuydu. Eski SSCB topraklarının Rus jeopolitik etki alanında kalmasını, NATO ve AB üyesi olmalarının önlenmesini istiyordu. Ancak geç kalmışlardı.
RUSYA İÇİN JEOPOLİTİK YIKIM BAŞLIYOR
12 Mart 1999’da önce üç eski Varşova Paktı devleti (Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya); daha sonra 29 Mart 2004 tarihinde Romanya, Bulgaristan, Slovakya, Litvanya, Estonya ve Letonya NATO’ya üye oldu. Baltık Cumhuriyetleri tamamen ayrılmıştı. 4 Nisan 2008 tarihindeki NATO Bükreş Zirvesinde Ukrayna’nın NATO’ya üyelik süreci resmi statüye dönüştü. Aynı zirvede Gürcistan’a aynı statü tanınmadı ancak Aspirant (Üyeliği Hedefleyen) devlet statüsü tanındı. NATO, Gorbachev ve Reagan arasında başlayan yumuşama dönemi ve Berlin Duvarının çökmesi sonrası varılan anlaşmalara aykırı bir şekilde doğuya genişlemişti. Bu durum 1999 yılında İstanbul’da yapılan AGİT Zirvesinin sonuç raporunun 8. Maddesine de aykırıydı: “Her katılımcı Devlet eşit güvenlik hakkına sahiptir. Her katılımcı Devletin, ittifak anlaşmaları da dahil olmak üzere güvenlik düzenlemelerini, geliştikçe seçme veya değiştirme özgürlüğüne sahip olma hakkını yeniden teyit ediyoruz. Ayrıca her Devletin tarafsızlık hakkı vardır. Katılan her Devlet, bu bağlamda diğerlerinin haklarına saygı gösterecektir. Diğer Devletlerin güvenliği pahasına güvenliklerini güçlendirmeyecekler. AGİT içinde hiçbir Devlet, Devlet grubu veya örgüt, AGİT bölgesinde barış ve istikrarı korumak için üstün bir sorumluluğa sahip olamaz veya AGİT bölgesinin herhangi bir bölümünü kendi etki alanı olarak kabul edemez.”
DENİZE ERİŞİM HAYATİDİR
Denize erişim sağlayan beş cumhuriyet (Estonya, Letonya, Litvanya, Ukrayna ve Gürcistan) Rusya için gerek ekonomik gerekse savunma alanlarında hayati değerdeydi. Zira denize kıyıları vardı. Rusya’nın Baltık Cumhuriyetlerini kaybetmesi jeopolitik darbeydi. Bunu önleyememişti. Amerikan Kenar Kuşak Çevreleme Doktrininin fikir babası George Kennan bile Mayıs 1999’da verdiği bir demeçte bu kararın Amerikan tarihinin en ciddi hatalarından birisi olduğunu Rusya’yı ortaklıktan düşmanlığa iteceğini söylemişti. Haklıydı. (https://www.brookings.edu/articles/the-u-s-decision-to-enlarge-nato-how-when-why-and-what-next/) Rusya, Baltık Denizini kaybettiği gibi gelecekte denizden gelecek büyük yığınaklanmanın karada yaratacağı stratejik risk ve tehditlerin farkındaydı. Ayrıca Baltık kıyısında Rusya’ya ait Kaliningrad Oblast da ana vatan ile doğrudan bağlantıyı kaybetmişti. Kuzeyde St. Petersburg ise kış aylarında buzla kaplıydı. Diğer yandan Karadeniz’de Romanya ve Bulgaristan’dan sonra Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyesi olması ise Rusya için intihar ile eş değerdi. Baltık’ta denizden kuşatılan Rusya, Karadeniz’de tam olarak kuşatılmış olacak ve yakın çevredeki tüm kıyıdaş eski cumhuriyetleri NATO’ya teslim edecekti. ABD ve Atlantik hegemonyasının Rusya’nın dış ticaretinin %60’ının geçtiği Karadeniz için nihai jeopolitik vizyon buydu. Bu vizyon değişmiş değildir.
BALTIK’TAN SONRA KARADENİZ ASLİ HEDEFTİR
Bu jeopolitik gerçekliği görmeden, bugünkü Ukrayna krizini ve ABD’nin savaş çığırtkanlığını anlamak mümkün değildir. Aynı Türkiye gibi, Rusya da denizci Atlantik Blok tarafından karaya itilmeye ve kıtaya sıkıştırılmaya çalışılıyor. Türkiye NATO üyesi olduğu halde ABD hegemonyası Türkiye’yi güneydoğuda PKK/YPG ve PYD üzerinden; Güneyde ve batıda Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan üzerinden -yani denize çıkış alanlarımız- üzerinden kuşatmaya çalışıyor. Seville Haritasının dayatılması, Mavi Vatana karşı düşmanca tutum sergilenmesi bu büyük stratejinin sonucudur.
TÜRK ATLANTİKÇİLERE TAVSİYELER
Türkiye’de mandacı ve vassal olmayı ayrıcalık kabul edenler, Ukrayna Rusya krizini güçlü Rusya ve ezilen zayıf Ukrayna olarak okumaya devam etsinler. Ukrayna krizi büyür ve savaşa dönüşürse bundan en çok zarar görecek olan ülke Türkiye olacaktır. Montrö Sözleşmesinin Rusya aleyhinde uygulanması ve yorumlanmasından, NATO gemilerinin Karadeniz’e çıkışlarında tolerans gösterilmesine kadar akla gelen her şekilde baskılara maruz kalacaktır. İkinci Dünya Savaşına tarafsız kalma şansımız vardı. Bugün NATO üyesi devlet olarak böyle bir şansımız yok. Kuşatılan Rusya, kuşatılan Türkiye’dir. Şimdi anlıyor musunuz Montrö Sözleşmesinin ne kadar önemli olduğunu? 104 Amiralin Montrö konusunda yaptıkları basın açıklamasından darbe iması çıkaranlar bugün yaşananları sanırım anlıyorlardır. Yeni dünya Düzeninin çoktan kurulduğunu umarım anlıyorlardır.
(Kitap Tavsiyesi: Gölge ordu, Caner Taşpınar ve Ersin Eroğlu, Kırmızıkedi Yayınevi. “Bilmediğimiz ne kadar çok şey varmış.”)