Abdurrahman Dilipak'tan ilginç yorum: ''Gidişat iyi değil''
Yeni Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, dindar olmayan neslin geldiğini belirterek "gidişat iyi değil" dedi.
Hükümete yakınlığıyla bilinen yazar Abdurrahman Dilipak, bugünkü yazısında, "Halimize bakar mısınız, bırakın namazı, orucu, imanı, risaleti, nübüvveti, sünneti tartışıyoruz. " yorumunda bulundu.
İşte Dilipak'ın ifadeleri:
Eskiden karnelerde bir de böyle bir not vardı: Hal ve gidiş. Hali hazır durum ve gidişat nasıl sorusunun cevabı olarak bir not verilirdi. İnsanlar birbirlerine “ahval nasıl” diye sorarlardı. Yani “Gidişat nasıl” derlerdi.
Gidişat iyi değil. Ama bir not daha: Allah (cc), bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde hayır murat etmiş olabilir. Biz bilmeyiz Allah bilir.
Yani hemen umutsuzluğa kapılmamak gerek.
Ahval, “hal’ler” demek. Yani işlerimiz, sağlığımız nasıl diye sorardı insanlar. Sormak, paylaşmak demekti.. Çünkü bilirlerdi ki, “kederler paylaşıldıkça azalır, mutluluklar paylaşıldıkça çoğalırdı”. Ama artık paylaşmak değil, yıkıcı rekabet, hatta çalmak moda.
Çözüm adresi belli: “Biz kendimizi değiştirmeden Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek.” Ama biz kendimizi değil, hep kibirlenerek, buyurgan bir eda ile başkalarını değiştirmeye çalışıyoruz. Bu gayeye yönelik olarak başkalarına karşı İlahlık ve Rablik taslıyoruz.
Neyse ki, hiçbir şey ebedi değildir. Doğan büyür, büyüyen ölür. Allah bizleri mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecektir. Zaten değil mi ki, Allah servet ve iktidarı halklar ve ülkeler arasında evirip, çevirecektir. Ve değil mi ki, karanlığın en koyu anı aydınlığa en yakın olduğu zamandır. Dağlar, ovalar, gece ve gündüz, hep birbirini izlemez mi, insan da bu toprağın çocuğudur.
Bizler ahir zaman peygamberinin ümmetiyiz. Her adımda, o haber verilen gerçeğe doğru ilerliyoruz. Kaçtığını sandığı şeye doğru koşar insan aslında.
Tarihin akış yönünü değiştirdiklerini sananlar, aslında, üstlendikleri iyi ya da kötü rollerle sadece Allah’ın iradesinin tecellisinin vesilesi olurlar. Bize düşen görev ise O’nun rızasına ram olmaktır aslında. Yoksa Şeytan ve onun işbirlikçisi olan herkes onun iradesinin tecellisinin vesilesidir.
Gidişatla ilgili olarak mevsim kışsa, yağmur, dolu, kar beklersiniz. Fırtına olur. Yaz’sa güneşten kaçacak yer ararsınız. Ekonomik ve siyasi mevsim sanki kışa girer gibiyiz. Dünyanın gün, hafta ve ayları gibi başka evreleri de var. 7 yıl, 1000 yıl gibi evreleri. Sanırım hepsi üst üste geldi. Kozmik anlamda da bir türbülansa giriyoruz. Sabırlı ve dikkatli olmalıyız. “İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden ekinler, hayvanlar ve insanlar olarak bizler fesada uğrayabiliriz. Allah müfsidleri birbirinin başına musallat edebilir. Bizim ise kendilerini “ıslah ediciler” olarak tanıtan müfsitlerden uzak durmamız gerekir. Sonra ateş bize de dokunur.
Sonuçta tek bir hakikat var, yaratılış gayemiz olan imtihan! Birileri yaratılış gayesinin farkında değil sanki. Birileri ahireti unutmuş dünya metaının cazibesine kapılmış gidiyor.
Bir yüzyıla 2+1 dünya savaşı sıkıştıranlar, şimdi bir yeni dünya savaşı daha sıkıştırmaya çalışıyorlar.
Trump’a baksanıza. Birileri yeryüzünde yeni bir savaş çıkarmak için “Tanrıyı kıyamete zorlama”yı din edinmiş. ABD modern, çağdaş, liberal, örnek alınan bir ülkeydi değil mi?
Öteki zengin ülkelere bakın. AB ne durumda. Rusya, Çin ve diğerleri .. Kimi intihar ediyor, kimi savaş hazırlığında. BM ne yapıyor? Hani barışı koruyacak, refah ve mutluluğu sağlayacaktı.
IMF, Dünya Bankası, GK, WHO, FAO, UNHCR, UNESCO, UNICEF, IMF, Dünya Bankası.. Güvenlik Konseyi dünya barışını mı koruyor yoksa, 5’li çete, emperyalist devletlerin otoritesini mi? Dünya Sağlık örgütü, Dünya Gıda örgütü sağlığı mı koruyor yoksa zehir saçanları mı koruyor!!. Çocuk haklarının korunması için uluslararası örgüt var ama dünyada çocukların hali ortada. IMF ve Dünya Bankası var ama birçok ülke global sermayenin faiz kıskacında.
Diğer uluslararası örgütler ne durumda. İİK, Arab, Afrika Birliği ne yapıyor. Devletlerin çoğu işbirlikçi, sırtlarını dayadıkları emperyal devletlerin kuklası. Hangi demokrasi hangi cumhuriyet..
NATO desen kendisi himmete muhtaç bir dede, nerde ki gayrıya himmete ede..
Öte yandan; o kadar cemaat var, vakfımız var peki ne yapıyoruz? Allah’ın dini yeri-göğü, hayatı ve ölümü açıklar. Bizim yaşadığımız dil, karı-koca, gelin-kaynana arasındaki kavgayı bile çözmüyor. Onun için Allah’ın bizden istediği yeniden iman etmek. Dinimizi Allah, resul, kitapla tashih etmek zorundayız..
Dünyanın, bölgenin ve memleketin gidişatı çok iyi değil. Yani, herkes kötü biz iyi değiliz. Hatta bizimkiler de, onların kavram ve kurumları ile onlar gibi düşünüyor ve onlar gibi yaşamaya özeniyor. Bu da en büyük zaaflarımızdan biri. Sonuçta tefrikaya düşüyoruz. “Tefrika girmeden bir millete düşman giremez, toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez”.. Ama o hale geldik ki, bizim düşmana ihtiyacımız kalmadı. Biz o işi kendi aramızda hallediyoruz. Din, mezhep, tarikat, siyaset, etnik aidiyet, ideoloji, felsefi ve vijdani kanaat farklılıkları, çıkar ilişkileri bizi paramparça etti. Hatta aynı dinden olanları bırakın, aynı mezhebi de bırakın, aynı tarikat mensupları bile birçok konuda farklı grublara ayrılıp çatışıyorlar. Hani aynı dine inananlar “ihvan”dı?! Aralarında işler istişare ve şûra ile olacaktı. İhtilaf ettiğimizde hakeme gidecektik.
Halimize bakar mısınız, bırakın namazı, orucu, imanı, risaleti, nübüvveti, sünneti tartışıyoruz. Birileri Deist oldu. Hocaların çocukları Agnostik oldular. Amentüyü bile bilmeyen, tartışan bir nesil geliyor. Ne Kur’an’ı, ne manasını okumamış bir nesil bu. İlmihal bilgisinden bile yoksun. Tek Parti dönemine geri döndük sanki. Ne akaid, ne, siyer, ne hadis, ne fıkıh, ne kelam, ne İslam tarihi, ne peygamberler tarihi, ne usul, ne adab biliyorlar. İmam-Hatiplerde, ilahiyatlarda namaz kılanların sayısı ne bir sorun bakalım. Muamelatımız nasıl, para, kadın, makam, güç başımızı döndürdü sanki..
Gidişat iyi değil. Umutsuz olmayalım ama böyle gidersek işimiz zor. Hz. Lut’u, Hz. Nuh’u, Hz. Yakub’u, Hz. Eyyüb’ü ve diğerlerini hatırlayalım. Bir de Hz. Yunus’u.
Tarihle, güç ve servetle övünmeyi ve dövünmeyi, sayılarla övünmeyi bir kenara bırakalım da önümüze bakalım. Bahaneler uydurmaktan vazgeçelim. Kuyudaki Yusuf’u hatırlayalım.
Ne kadar az düşünüyoruz ve ne kadar sabırsızız.
Umutsuz olmayalım ama, ham hayaller, içi boş umutlarla da kendimizi kandırmayalım. Herkes için ancak yaptığının karşılığı vardır. Havf ile reca, korku ile umud arasında bir yerde duralım.. Ve bilelim ki, kurtarıcı yok! Biz kurtuluşa erenlerden olmak istiyorsa Allah’a, kitaba ve Resulüne dönelim yüzümüzü ve insanları oraya çağıralım, liderlerimize, örgütlerimize, şeyhlerimize değil. Din ve devlet büyüklerimiz İlah ve Rabbimiz değildir. Göklerin hazinesinin anahtarı da onların elinde değil. Onlar gaybı da bilmezler. Onlar içimizden biridirler. Ve her topluluk layık olduğu gibi idare olunur. Tekrar söylüyorum: “Biz kendimizi değiştirmeden, Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmez”.
İman edenler, yaptığı işi en iyi şekilde yapanlar, sabredenler ve sabrı tavsiye edenler müstesna, herkes hüsrandadır. Selâm ve dua ile.