Adnan Oktar başlangıçmış; sıra diğer tarikatlarda
Adnan Oktar ve örgütüne yönelik düzenlenen operasyona ilişkin açıklamalarda bulunan Gazeteci Nevzat Çiçek, diğer tarikat ve cemaatlere de operasyon düzenlenebileceğini belirtti.
Gazeteci Nevzat Çiçek, Habertürk gazetesinden Kübra Par'a Adnan Oktar ve grubuna yönelik operasyonu değerlendirdi. Çiçek, 15 Temmuz hain darbe girişiminin ardından devletin değişen güvenlik paradigmasıyla ilgili olduğunu ve bu tür yapılanmalara dönük operasyonların bununla sınırlı kalmayacağını, diğer cemaat ve tarikatlara da operasyon yapılabileceğini belirterek “Devletin istihbarat birimleri tarikatlar üzerine çalışıyor, bazıları tasfiye edilecek” ifadesini kullandı.
Nevzat Çiçek, açıklamalarının devamında şu ifadeleri kullandı:
"ADNAN OKTAR NUHİLİK AKIMININ TÜRKİYE’DEKİ TEMSİLCİSİ"
Adnan Oktar’a yönelik operasyonu ve bu operasyonun zamanlamasını nasıl değerlendiriyorsun?
15 Temmuz sonrası, devletin değişen bir paradigması vardı. Bu zaten her yerde çok net ifade ediliyordu; Ankara’ya gittiğinizde de, özel sohbetlerde de bunu çok net duyuyordunuz. Aslında söylenen şey, milli güvenliği tehdit edecek her türlü oluşumun pasifize edileceğiydi. Dolayısıyla, 15 Temmuz sonrasında bu yeni konseptin gerçekleşmeye başladığını çeşitli evrelerde görmeye başladık.
Bunun sinyalleri neydi?
FETÖ gibi bir mesele üzerinden olayın güvenlik boyutu çok net ön plana çıktı. Bu ülke 15 Temmuz’da 251 insanının şehit edilmesiyle bunu acı biçimde görmeye başladı. Benim tahminim, FETÖ meselesi sonrasında da bu işin devam edeceği yönündeydi ki zaten şu an Adnan Oktar grubuna yönelik bu meseleyi konuşuyoruz. Adnan Oktar meselesiyle ilgili bir şeyi ilk defa anlatacağım. Adnan Oktar’ın normalde Harun Yahya ismiyle yazdığı kitaplarının çoğu aslında ‘kes/kopyala/yapıştır’ın bir ürünü. Koyu Katoliklerin ABD’de anti-Darwinist olarak hazırladıkları kitaplar vardı. Bu kitaplara İncil’den ayetler konulmuştu. İncil’i çıkarıp, yerine Kur’an-ı Kerim’deki ayetler konuldu. Çünkü mantıksal olarak anti-Darwinist’ti ve dolayısıyla da böyle gitti. Ancak esas mesele, Adnan Oktar’ın Nuhilik akımının Türkiye’deki temsilcisi olmasıdır. Nuhilik, özellikle 1951 yılından itibaren İsrail’in bir devlet politikası olarak benimsediği bir durum. Bu aynı zamanda ABD’nin 1990 yılında Kongre kararıyla desteklediği bir şey.
Nedir bu Nuhilik?
Nuhilik, dünyadaki ahlaki ilkelerin Nuh Aleyhisselâm’daki kanunlar çerçevesinde toparlanması neticesinde oluşan bir akım. Bu akımın en büyük özelliklerinden bir tanesi, otorite olarak Yahudi din adamlarının tanınmasıdır. Mesela, siz akıl ile Nuhiliğe vardınız ama Yahudi din âlemini otorite olarak tanımıyorsunuz; o durumda sizi kabul etmiyorlar, hatta putperest olarak tanımlıyorlar. Dolayısıyla, Adnan Oktar’ın en büyük özelliği Nuhiliğin Türkiye’deki temsilcisi olmasıdır.
Ama bir Mehdilik iddiası da vardı Adnan Oktar’ın…
Adnan Oktar’ın birçok iddiası var. Sonuç itibariyle Mehdilik iddiası bambaşka bir şey. Bu mesele ne hikmetse, FETÖ meselesinde de karşımıza çıkan temel öğelerden bir tanesi ve aynı zamanda Irak ve Pakistan’daki bu tür yapılarda ortaya çıkan mekanizmanın bir versiyonu. Meseleye, “Bir şeye tabi olduğunuzda sadece inançsal anlamda mı tabi oluyorsunuz, yoksa her şeyiyle kabul ediyor musunu?” sorusu üzerinden bakmak gerekiyor. FETÖ inancında da Nuhilik’te de iradenin bir lidere teslim edilmesi durumu var.
Yani FETÖ örneğinde de, Adnan Oktar örneğinde de bir dini lider var. Siz dinin kendisine değil, tam olarak ona itaat ve iman etmek zorundasınız.
Evet. İtaat ediyorsunuz ve itaat etmekle birlikte onun istediği her şey meşru hale gelmiş oluyor. Bunun örneklerini Irak’ta, Pakistan’da ve kısmi olarak Yemen’de de görüyoruz. Sonuç itibariyle, milli güvenliği tehdit edip etmediği sorusu, devletin sorduğu sorulardan bir tanesi.
Adnan Oktar’ın bir milli güvenlik tehdidi haline gelmesine neden olan şey neydi?
Birincisi, Adnan Oktar, kendi televizyonunda 33. derece Masonluğu törenle aldı. İkincisi, Yahudi din adamlarıyla içli dışlı ilişkileri oldu ve burada çeşitli kongreler düzenlendi. Üçüncüsü, para trafiği meselesine hep kuşkulu bir şekilde bakıldı. Dördüncüsü, İslam’ı yorumlayış biçimi tamamıyla bu toprakların İslam anlayış biçimine çok aykırıydı. Beşincisi de bu tür yapılar, aynı zamanda farklı yapıların entegre olabileceği yapılardır.
Nedir o farklı yapılar?
Tekke ve zaviyelerin kaldırılmasıyla birlikte, bu tekke ve zaviyelerin büyük bir kısmı ‘merdiven altı’ dediğimiz yere çekilmek durumunda kaldı. Daha sonra bunlar 1984’ten itibaren kendilerini vakıf ve dernekler üzerinden ifade etmeye başladılar. Devletin görmediği, bir şekilde uzak tuttuğu veya denetlemediği yerde de şahısların öne çıkmaya başladığı görüldü. Sonuç itibariyle siz devlet olarak mesafe koymuşsunuz ama Anadolu’nun Müslümanlaşma süreciyle birlikte ortaya çıkan 1000 yıllık bir gerçeklik var ve bunu denetlemiyorsunuz. Bu sefer, kişi ve yapılar ön plana çıkıp büyümeye başlıyorlar. Büyümeye başlayınca da çeşitli istihbarat kurumlarına sızmaya başlıyor ve derken siz bunu bir şekilde göz ardı ediyorsunuz. 15 Temmuz’da FETÖ’nün yaptıklarını görünce de “Bir dakika” diyorsunuz.
Adnan Oktar grubunu suç örgütü haline getiren nedir?
Adnan Oktar’ın grubunu suç örgütü haline getiren şeyin kararını tabii ki mahkemeler verecek. Ama görünürde ne olduğunun cevabını, “Adnan Oktar grubunun savunduğu nedir?” sorusuyla vermek lazım. Adnan Oktar’ın savunduğu şeye bakarsak, Fethullah Gülen’in savunduğu ‘dinler arası diyalog’un farklı bir versiyonu olduğunu görüyoruz. Burada da Nuhilik akımı karşımıza çıkıyor. Yani bir taraftan diğer dinlerle birlikte bir entegrasyon süreci, dinler arası diyalogla birlikte içi boşaltılmış bir İslam var.
Ama FETÖ örneğinde devlete sızma, paralel yapılanma ve arkasından gelen bir darbe var.
Devletin bu operasyonu yapmasında bir casusluktan bahsediliyor. “Somut anlamda suçu kanıtlanana kadar herkes suçsuzdur” ilkesi üzerinden hareket etmek istiyorum. Çünkü geçmiş dönemde bu toptancı yaklaşımlar hepimizi zor durumda bıraktı. Ama görünen o ki meselenin adli-kriminal boyutu yok. Devlet kurumları, casusluk boyutu ve dini anlamda da toplumda oluşan yapıyı vurguluyor.
Ona tabi olanlar sence gönüllü olarak mı birliktelerdi, yoksa bir tür esir hayatı yaşadıkları ve şantajla onun yanında kaldıkları iddiaları doğru mu?
Bu konuda, o yapıdan uzaklaşanların anlatımları var. Bu anlatımlar neticesinde aslında bir komün hayatı yaşadıklarını çok net görebiliyoruz. Burada kendi rızaları olmadığı da yine aynı şekilde çok net görülebiliyor. Daha çok içerisinde cinselliğin ve maddiyatın olduğu yeni bir sınıfsal hareket tarzı var.
Erkeklerin örgüt içinde yükselmesi için Oktar’a kadın ve para sağlaması gerektiği iddiaları var. Kadınlarla ilişkiye başlanıyor, evlenme vaat ediliyor ve müstehcen görüntüleri kaydediliyor. Emniyet’in bu şekilde 25’e yakın örgüt evi tespit ettiğini yazmış Nagehan Alçı. Psikolojik ilaçlar verilerek, kızlara ‘turnike’ denen toplu tecavüzler yapıldığı gibi korkunç iddialar var. Bu iddiaların doğru olabileceğini düşünüyor musun?
Bu tür yapılarda her şeyin mümkün olma ihtimali söz konusu. Emniyet’in elinde mutlak surette bir kanıt olmasa bu şekilde düğmeye basılmazdı. Bu yeni bir yapılanma değil. Bu yapılanmaya ilk Nokta dergisinden beri dikkat çeken meslektaşlarımız var. Ama Adnan Oktar grubuyla ilgili herhangi bir şey yazdığınızda Türkiye’nin 30-40 vilayetinde birden dava açılırdı ve sizin bu davalarla baş etme şansınız yoktu.
Bu kadar çok avukatı, dava açacak bu gücü nereden buluyordu?
Parasal gücünüz varsa ve bir projeyseniz her şeyi bulursunuz.
Parayı nereden buluyordu?
Para ile ilgili çok farklı yaklaşımlar söz konusu. Zengin çocuklarından aldığıyla ilgili iddialar var. Dış yardımlarla aldığı iddiaları da var. Harun Yahya ismiyle oluşan kitapların satışının birilerine zimmetlendiği ve oradan alındığıyla ilgili iddialar var. Ama basına yansıyan iddialar doğruysa, karşımızda 100 milyonlarca dolardan bahsedilen bir yapı var. MASAK bunların hepsini çıkarır ama operasyonla birlikte, özellikle şirketlere kayyum atanması ekonomik boyutunun çok büyük olduğunu gösteriyor.
Adnan Hoca’ya dokunan yanar” düşüncesi vardı. AK Parti’ye yakın isimler dahi şikâyet etseler bile onun adını anmaktan imtina ediyordu. Bu kadar tehlikeli bir adamsa neden bugüne kadar dokunulmazdı?
Birincisi, örgütlü gücü vardı. İkinci olarak da bir kaset arşivi olduğu iddiası var. Ne kadar doğrudur bilmiyorum ama bu iddia çok konuşuluyor. Üçüncüsü, kamuoyunu etkileme gücü çok yüksekti. Televizyondaki davranışlarını hepimiz biliyoruz. Türkiye’nin en dindar gazetelerine reklam verebilen bir gruptan söz ediyoruz. Herhangi bir yazı kaleme alsanız, 30 yerde birden karşınıza dava çıkıyordu ve bu 30 yerde de avukat tutma ve davayı takip etme şansınız olmadığı için o cezalardan kurtulmaya bakıyordunuz. Kamuoyu önünde de algı operasyonu çok iyi yönetiliyordu. Ona da yenik düşme olasılığınız çok yüksekti. Bunların hepsini yan yana getirdiğinizde, örgütlü güç karşısında bireysel olarak fazla bir şey yapma şansınız olmuyordu. Dolayısıyla şimdi insanlar konuşmaya başladı ama açıkçası yine de hâlâ herkes konuşmuyor.
“Şu an bile operasyona rağmen korkanlar var” mı diyorsun?
Konuşmuyorlar, çünkü korkanlar var. Korkma nedenleri de kendi geçmişleriyle, o grupla veya “Yarın yine başımıza bela olurlar” endişeleriyle ilgili olabilir. Ama şimdi devlet meseleyi güvenlik boyutuyla ele aldığı için geçmiş operasyonlardan farklı bir operasyonla karşı karşıyayız.
Diyanet, din adamları, Türkiye’deki diğer cemaatler Adnan Oktar grubuna bugüne kadar yeterince tepki gösterebildiler mi, yoksa herkeste “Kol kırılır, yen içinde kalır” gibi bir bakış açısı mı vardı?
Bu tarz bir bakış açısı değil ama bahsettiğim o örgütlü güçten dolayı birçok insan uzak durmayı seçti. Birçok insan özel sohbetlerde tepkisini gösteriyordu, hatta espri konusuydu ama iş kamu önüne geldiğinde ne yazık ki ciddi anlamda bir tepki gösterilmiyordu. Kaldı ki Türkiye’de birçok gazetecinin, siyasetçinin, işadamının o televizyonlara çıkıp onlarla birlikte görüntü verdiğini çok net görebildik. Dolayısıyla böyle bir güç karşısında sizin bireysel anlamda başvurabileceğiniz bir yöntem yok. “Bir şey yapılamaz. Bir şey yapılamadığı gibi, ben de hedef olurum, dolayısıyla da sesimi çıkarmayayım” tarzı bir yaklaşım vardı.
İSLAMİ CAMİA ADNAN OKTAR KONUSUNDA ÇOK TEMKİNLİ DAVRANDI’
Ama burada İslami camianın da dönüp kendini eleştirmesi gerekmez mi? 2013’te Fatih Erbakan’la yaptığım bir röportajda ona Adnan Oktar’ı sorduğumda “Biz arkadaşız. Siyonizm, Masonluk ve evrim ile ilgili yazdığı kitapları rahmetli babam da beğenirdi. Özel hayat kişiye özeldir. Aslında medyada yansıtıldığı gibi biri değil, yoksa bu çalışmaları ortaya koyması mümkün olamaz. Haksızlık ediliyor” demişti. Fatih Erbakan’ın bile bunu söylediği bir camiada Adnan Oktar gerçeğinin çok geç fark edildiğini söyleyebilir miyiz?
Aslında geç fark edilmedi. İslami camia Adnan Oktar’ı görmek isteseydi başından beri görürdü. Fakat başından itibaren bu konuda çok temkinli davrandı ve yer yer uzak durmayı seçti.
"İSLAMİ CAMİA KENDİ İÇİNDEKİ YAPILARLA YÜZLEŞEMEDİ"
“İslami camia Adnan Oktar’dan korktu” diyebilir miyiz?
Adnan Oktar’ın biraz meşru görülmesinin temel sebepleri; Darwinist politikaya karşı çıkışı ve güya İsrail ve Siyonizm ile ilgili yazıp çizdikleriydi. Ama biz aynı Adnan Oktar’a İsrail tarafından hahamlarla birlikte 33. derece Masonluk verildiğini canlı yayında gördük. Adnan Oktar ile ilgili şunu söyleyeyim; televizyonu açtığınızda insanlar “Ya bu görüntüler olur mu?” gibi bir yaklaşım içerisine girerken, çok ciddi anlamda tepkilerin olduğunu görmedik. Aynı şey İskender Evrenesoğlu için de geçerli. O da mehdilik ilan ediyor, televizyonu var; ama İslami bir insan, sıradan bir insan karşı görüşte bir şey söylediğinde tepki üzerine tepki koyuyor. Toplumu zehirliyorlar ama bunlara rağmen, çok güçlü bir sesin çıkmadığını görüyoruz. Sonuçta çok net öğretilerin dışında yeni bir din ve İslam anlayışı ortaya konuyor. Bunun en büyük sebeplerinden bir tanesi; İslami camianın kendi içerisinde son dönemlere kadar özellikle FETÖ meselesi ile birlikte yüzleşmeyi çok geç yapmasından kaynaklıdır. O yüzleşme çok net yapılamadı. Neden yapılamadı? 28 Şubat’ı yaşamış, bir şekilde kamudan uzaklaşmışlar; dolayısıyla kendi içlerinden ya da camialarından bir insana en ufak bir saldırı olduğunda “Biz bunu koruyalım” mantığı ön plana çıktı. Adnan Oktar grubu ile ilgili birçok akademisyenin veya birçok farklı İslami grubun tavır koyduğunu biliyorum. Ama onların tavrı fazla bir işe yaramadı. Niye? Çünkü sesleri çok fazla çıkmadı. Sesleri çıktığı andan itibaren de “bel altı” saldırılara maruz kaldılar.
"DİYANET TARİKATLAR VE CEMAATLER MESELESİNDE TOPLUMUN GERİSİNDEN GELDİ"
Son dönemi saymazsak Diyanet İşleri Başkanlığı niye bugüne kadar bu yapılanmayla ilgili ciddi bir tavır ortaya koymadı?
15 Temmuz’u saymazsak FETÖ ile ilgili de bir şey yoktu. Açık konuşmak lazım; Diyanet, bu tarikatlar ve cemaatler meselesinde toplumun gerisinden geldi. Neden? Çünkü siyasi baskı ile bir şeyler söylemek durumunda kaldı ama daha çok onlara bulaşmamayı, onları görmemeyi, kendi alanı dışında o alanlarla birlikte yürümemeyi tercih etti ve araya bir mesafe koydu.
Diyanet de mi çekindi?
Diyanet resmi politika uyguladı. Uygulanan resmi politikaya bakıldığında Cumhuriyet’ten bugüne kadar gelmiş, tarikat ve cemaatleri yok saymışsınız. Kaldı ki, FETÖ meselesi üzerinden askeriyeyi, yargıyı söylüyoruz ama Diyanet’in ne kadarının o yapı içerisinde teslim edildiği ile ilgili herhangi bir bilgimiz yok. Zaten Fethullah Gülen’in kendisi bir Diyanet mensubu değil miydi geçmişte? Bence bugüne kadar geç kalınmışlığı bir tarafa bırakalım. Bundan sonra bu tür yapılarla ilgili gerçek anlamda “Ne yapılması gerekiyor?” sorusunun cevabını Diyanet veriyor mu? Diyanet İşleri Başkanlığı bu konuda gerçekten cesur adım atacak şekilde özendiriliyor mu? Ben bu yeni dönem içerisinde Diyanet’in İslam’ın sahih üretilmesi noktasında bir adım atması gerektiğini düşünüyorum. Biz farkında değiliz ama o adım KHK ile atıldı.
Son adım KHK ile mi atıldı?
Toplumun gözünden kaçmıştır. Diyanet’e Kur’an meallerini inceleme, toplama ve eğer kendi görüşlerini din gibi sunan varsa, bunları toplatma yetkisi verildi. Üç şey yeniden kurgulanır ve düzenlenirse bu bahsettiğimiz aksaklıkların büyük bir kısmı giderilebilir. Birincisi Kur’an kursu meselesi. Geçmiş dönemden itibaren Süleymancılarla Diyanet’in çatışmasının ana etkenlerinden bir tanesi buydu. İkincisi, kişilerin öne çıkarıldığı ve kendi görüşlerinin “din” diye topluma mal edildiği alanlarda denetleme görevinin Diyanet tarafından yapılıp yapılamayacağı meselesi. Burada da tartışılan şey “Acaba Diyanet yeni bir milli din mi oluşturmak istiyor?” sorusudur. 15 Temmuz ile birlikte Maturidiliğin ön plana çıkması aslında çok istenen bir şeydir.
Maturidilik nedir? Diyanet nasıl bir “milli din” anlayışı öngörüyor?
Akılcılığı öne çıkaran, tasavvufu reddetmeyen, ama tasavvufun “aklı kiraya veren” kısmı değil; gerçek tasavvuftur. Maturidilik akılcılığı öne çıkaran bir anlayıştır. Türklerin geleneksel din anlayışlarından bir tanesidir. Öteden beri bunun öne çıkarılması gerektiğini söyleyen çokça yapı var. Geldiğimiz yer itibariyle bu tarikat ve cemaatlerin denetlenme meselesi tartışma haline geldi. Tekke ve Zaviyeler Kanunu’nun yeniden inşa edilmesi ve bunun yerine ona benzer bir kanunla bu denetleme görevinin ve şeffaflığın sağlanmasıdır.
"DEVLETİN İSTİHBARAT BİRİMLERİ TARİKATLAR ÜZERİNE ÇALIŞIYOR, BAZILARI TASFİYE EDİLECEK"
Önümüzdeki süreçte Diyanet bütün bu tarikatlara ve cemaatlere yönelik bir çalışması olacak mı?
Şu an çalışıyorlar diye biliyorum. Özellikle sahih bilgi kaynağı noktasında Diyanet öteden beri bir çalışma içerisinde ve bunu daha görünür hale getirecek. Sadece Diyanet meselesi değil; benim aldığım duyuma göre, devletin istihbarat birimleri bu noktada çok ciddi çalışıyorlar. “Söz konusu tarikat yerli ve milli mi?” diye bakıyorlar.
“Yerli ve milli tarikat” nedir?
Gerçekten bir silsilesi varsa, toplum tarafından biliniyorsa, İslami öğretisi varsa ve bu ülkeye hizmetinde bir sıkıntı yoksa, burada bir sorun yok. Ama tarikat, cemaat, vakıf ve dernek adı altında dini kullanarak dışarının maşalığını yapıyorsa, milli güvenliğe tehdit oluşturuyorsa, dinin sahih kaynaklarını yerle bir ederek kendi anlayışını empoze etmeye çalışıyorsa, ümmete de ülkeye de herhangi bir faydası yoksa bunlar tasfiye edilecektir.
İsim verebilir misin? Adnan Oktar ve FETÖ dışında devletin operasyon düzenleyeceği bildiğin örnekler var mı?
Bu noktada iki şey söyleniyor. Islah edilebilir olanları varsa ıslah edelim. Çünkü sonuç itibariyle bunların mensupları var. Bir şeyi kapatmakla, yeraltına itmekle onu bitiremiyorsunuz. Ama ajanlık faaliyeti içine girmiş olan, milli güvenliği tehdit eden, dini bozma noktasında toplumun kılcal damarlarına kadar gitmiş olup bunu ve ticareti kullananlar varsa, bunlardan bir karar verme süreci istenecek. Nedir? Büyük bir ihtimalle ya tasfiyeleri ya küçülmeleri ya da asli unsurlarına dönmeleri istenecek.
İstihbarat Teşkilatı’nın üzerinde çalıştığı kaç tane böyle yapılanma vardır?
Türkiye’deki bütün tarikat ve cemaatler masadadır.
Peki, bunların içinden kaçı tehlikeli görünüyordur?
Onu bilmiyorum ama sonuç itibariyle çok büyüdüğü zaman kontrol edilemez olduğunu hepimiz biliyoruz. “Hizmet noktası gerçekten gönüle hizmet mi yoksa devleti ele geçirme üzerine mi ya da yabancı bir faaliyetin buradaki bir şubesi gibi mi?” sorusunu sorduğunuzda aslında cevap biraz kendinden çıkıyor. Devletin sivil toplum kurumlarıyla, tarikat ve cemaatlerle ilişkisini son derece demokratik bir ortam içerisinde hazırlaması lazım. Devlet, devletliğini; tarikat, tarikatliğini; cemaat cemaatliğini bilecek.
FETÖ’den boşalan yerlere, Menzilcilerin ve farklı cemaatlerin doldurduğuna dair iddialar malum... Önümüzdeki süreçte devlet tarafından bunlara yönelik bir adım bekliyor musun?
Devletin sahibi devlet olacak. Hiçbir tarikat, cemaat, siyasi akım ve ideoloji artık devletin sahibi olmayacak. Eğer, tarikat - cemaat yapısı devletin içerisine sızmayı hedef alıyorsa, belli bakanlıkları ve yerleri kendi adamlarıyla doldurmayı esas alıyorsa, yeni devlet paradigmasının buna izin vereceğini düşünmüyorum.
Yeni operasyonlar da bekliyor musun?
Ben bu operasyonların devam edeceğini düşünüyorum çünkü bunlar toplumu etkileyen, toplumda gerginlik çıkarabilen, din adına hareket edip, farklı şeyleri öne çıkarabilen yapılar. Bu ülke, Çorum’u, Sivas’ı, FETÖ’yü gördü. Sistem bunlara “Dur” iradesini daha hızlı gösterecektir.
Son olarak şunu da sorayım, Adnan Oktar’a dönük bu son operasyonu ve diğer tarikatlara dönük incelemelerin yapılmasını askeri kaynaklar istemiş olabilir mi? Öteden beri irtica ile mücadele konusunda Genel Kurmay’ın hassasiyeti malum...
Devlet paradigması şu an siyaset, asker, bürokrasi, istihbarat, emniyet, diyanet hepsini kapsadığı yeni bir paradigma. Bu yeni paradigma içinde ben bunun ortak bir akıl olduğunu düşünüyorum. Ve bu ortak akıl neticesinde devletin milli güvenliğini tehdit edecek olan bütün yapıların pasifize edilmesi için çok ciddi bir irade olduğunu düşünüyorum. Kısacası bu 15 Temmuz’dan sonra devletin yeni yürüme yolu...