Önce salgın, şimdi de kriz alarmı: ''Çok sayıda iflas olacak''
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Prof. Dr. Yalçın Karatepe, yurttaşın TL’ye güvenmediğine işaret ederek "Türkiye’nin ikinci çeyrek büyüme rakamı açıklandığında çok yüksek bir küçülme yaşandığını göreceğiz. Bunun sonucu olarak yüksek sayıda iflasların olması şaşırtıcı olmayacaktır” dedi.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Prof. Dr. Yalçın Karatepe “Ortalama bir vatandaş sabah kalktığında ilk olarak resmi gazeteye ‘acaba bugün ne karar almış’ diye bakıyorsa, o ülkenin öngörülebilirliği kalmamış demektir. Türkiye’nin ikinci çeyrek büyüme rakamı açıklandığında çok yüksek bir küçülme yaşandığını göreceğiz. Bunun sonucu olarak yüksek sayıda iflasların olması şaşırtıcı olmayacaktır” dedi.
Karatepe “Şimdi vergi uygulayarak döviz ve altın almanın maliyetini piyasa fiyatından yüzde 1 daha pahalı hale getirmek caydırıcı olur mu? Olmaz. Bunun yol açacağı en büyük risk vergiden kaçınmak isteyenlerin işlemlerini kuyumcu vb. yerler üzerinden yaparak paralarını kayıt dışına çıkarmak olacaktır” dedi.
Türkiye yeni bir ekonomik model açıklamadan önce demokrasi, ifade özgürlüğü, denetleme, eğitim sistemi gibi alanlarda mesafe kat etmesi gerektiğine işaret eden Karatepe, mevcut yönetim modeliyle ülkede sağlam bir ekonomi politikası üretmenin mümkün olmadığına dikkat çekti.
Cumhuriyet’ten Şehriban Kıraç, Türkiye’nin dövize ihtiyacı olduğunu ancak, para bulmasının kolay olmayacağına işaret eden Prof. Dr. Yalçın Karatepe ile koronavirüsün ekonomiye etkilerini ve Türkiye’nin son dönemlerdeki swap girişimlerini konuştu.
‘UMUT GÖRÜNMÜYOR’
– Son dönemde İngiltere, Japonya, Katar ya da diğer ülkelerse swap görüşmeleri gündemde, Türkiye swap dışında dolar bulamaz mı?
Türkiye ekonomisinin önemli gündem maddelerinden birisi de döviz ihtiyacıdır. Önümüzdeki bir yıl içerisinde ödememiz gereken toplam dış borç miktarı yaklaşık 170 milyar dolardır. Bu nedenle dövize erişim imkânı bulmamız gerekiyor. Dövizi ya kazanırsınız, ya sermaye girişi ile bulursunuz ya da birilerinden borç alırsınız. Döviz kazanmak için ihracat ve turizm gibi yerlerden gelir elde etmemiz gerekir. İhracatın bu sene pek parlak olacağını söylemek mümkün değil. Türkiye turizmden yılda ortalama 40 milyar dolar civarında bir döviz girişi sağlıyordu. Ancak yine salgın nedeniyle bu sene turizm gelirlerinde çok önemli bir azalma olacak. Dolayısıyla döviz kazandıran faaliyetlerimiz pek umut var görünmüyor. Öte yandan, en son açıklanan dış ticaret verisi de gösteriyor ki ithalatın artış hızı yükseliyor. Bunun sonucunu da dış ticaret açığında görüyoruz. Bunların üzerinde bir de ülkeden yabancı sermaye çıkışı devam ediyor. Borsa, tahvil ve banka mevduatlarından yabancıların çıkışı devam ediyor.
Bir taraftan döviz girişi azalırken diğer taraftan hızlanan döviz çıkışı Türkiye’nin acilen bir yerlerden döviz bulmasını gerektiriyor. Maalesef gelişmekte olan ülkelere olan yatırımcı ilgisinin bu dönemde düşmüş olması Türkiye gibi ekonomik göstergeleri zaten bozuk olan bir ülkeyi daha fazla olumsuz etkiliyor. Para bulmamız kolay olmuyor.
‘SWAP KURTULUŞ OLMAYACAK’
– Swap görüşmelerinden olumlu sonuç çıktığında Türkiye’nin döviz sorunu çözülmüş olacak mı?
Ülkede döviz ihtiyacını karşılamak üzere swap anlaşmalarının yapılmasının bir çözüm olacağı algısı oluşturuldu. Bu yanlış bir algıdır. Çünkü Merkez Bankaları arasında yapılan swaplar bir finansman modeli değil, kısa vadeli nakit akışı yönetimi aracıdır. Mesela, ABD Merkez Bankası (Fed) diğer merkez bankalarıyla toplam 450 milyar doların üzerinde tutarda swap yapmış. Ancak bunların yüzde 60’ından fazlası bir haftadan daha kısa vadeleri olan anlaşmalar. Fed nakit akışı sorunundan kurlara bir baskı olmaması için diğer merkez bankalarıyla işbirliği yapıyor. Diğer merkez bankası dediklerimde ağırlıklı olarak gelişmiş ülkelerin merkez bankaları, Avrupa, Japonya, İngiltere, Kore gibi.
Türkiye ABD, Japonya, İngiltere gibi ülkelerin merkez bankalarıyla bir anlaşma yapamadı. Yapması da pek mümkün görünmüyor. Geçen günlerde sadece Katar ile bir anlaşma yapıldı ve daha önce 5 milyar dolar olan swap tutarı 10 milyar dolar daha artırılarak 15 milyar dolara çıkarıldı. Her ne kadar biz anlaşma tutarını dolar olarak ifade ediyor olsak da aslında Katar’dan gelen para Katar Riyali, yani dolar değil. Katar ile olan dış ticaret hacmimizi dikkate aldığımızda, buradan gelen riyallerin Türkiye’nin döviz ihtiyacını karşılamak için önemli bir kaynak sağladığını söyleyemeyiz. Ancak Merkez Bankası rezerv hesaplamalarında Katar’dan gelen riyaller de dolar olarak açıklanacağı için rezervlerin yükseldiğini söylediler.
Swap Türkiye’nin döviz ihtiyacını kalıcı olarak karşılayacak bir araç değildir. Bu nedenle kurlar üzerindeki baskı devam etmektedir.
‘GERÇEKLERİNİN FARKINDA DEĞİLLER’
– Türkiye’nin ekonomide ana sorunu dolar kuru gibi yansıtılıyor, sizce Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik sorun yumağının temelinde neler var?
Dolar kurunun seviyesi bir sonuçtur. Neyin sonucu? Yıllarca uygulanan yanlış politikaların bir sonucudur. Türkiye ekonomisine ve dolayısıyla Türk Lirasına olan güven kalmadı. Verimli olmayan alanlara yapılan yatırımlar, yüksek iç ve dış borç, artan işsizlik, yüksek seyreden enflasyon, dalgalı seyreden büyüme gibi göstergelerin yanında ekonomi yönetiminin ülke ekonomisinin gerçeklerinin farkında olmaması ve bu gerçekleri kabullenmek yerine sürekli başkalarını kendi yanlışlarından sorumlu tutmaları temel sorunumuz olmaya devam ediyor. Mevcut yönetim anlayışı sadece ekonomik göstergelerin bozulmasına yol açmıyor, aynı zamanda demokratik bir ülkede olması gereken hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü, denge ve denetleme mekanizmaları gibi şeyleri de ortadan kaldırdığı için Türkiye’nin yatırım yapılabilir bir ülke olmaktan çıkmasına yol açıyor. Ortalama bir vatandaş sabah kalktığında ilk olarak resmi gazeteye “acaba bugün ne karar almış” diye bakıyorsa, o ülkenin öngörülebilirliği kalmamış demektir. Ekonomik kararlar alabilmek için ülkenin öngörülebilir olması gerekir. Ama maalesef bu durum Türkiye için söz konusu değildir.
PARANIZ TL’DE İSE KAYBEDİYORSUNUZ
– Döviz ve altın işlemlerinde vergi oranlarının artırılması ne anlama geliyor?
İktidar dövizdeki yükselmeyi önce yabancıların manipülatif işlemlerine bağladı ve önce üç yabancı bankaya işlem yasağı getirdi. Ardından yabancılar TL işlemlerini durdurunca geri adım atıp o yasakları kaldırdılar. Şimdi dönüp kurların yükselmesini vergi uygulayarak sınırlandırmaya çalışıyorlar.
Döviz alımlarında uygulana veri 5 kat artırılarak binde iki den yüzde 1’e yükseltildi. Bir de daha önce olmayan altın alımlarını kambiyo mevzuatı kapsamına dahil ederek ona da yüzde 1 vergi uygulamaya başladılar. Bu kararın amacı vatandaşın altın ve dövize olan ilgisini azaltmaya çalışmak ve TL cinsi varlıklara yöneltmektir. Ancak sonuç vermesi mümkün değil. Çünkü şu anda TL mevduatlara ödenen faiz oranını enflasyon ile birlikte değerlendirdiğimizde aslında TL faizlerin reel anlamda negatif olduğunu görüyoruz. Diğer bir ifade ile paranızı TL’de tuttuğunuzda değeri azalıyor. Dolayısıyla vatandaş da haklı olarak döviz altın gibi araçları yatırım alternatifi olarak görüp parasını oraya yatırıyor. Bakın ülkedeki döviz tevdiat hesapları 200 milyar dolar seviyesine çıkmış. Banklardaki toplam mevduatın yarısından fazlası döviz ve altından oluşmaktadır. Çünkü vatandaş TL’ye güvenmiyor. Şimdi vergi uygulayarak döviz ve altın almanın maliyetini piyasa fiyatından yüzde 1 daha pahalı hale getirmek caydırıcı olur mu? Olmaz. Bunun yol açacağı en büyük risk vergiden kaçınmak isteyenlerin işlemlerini kuyumcu vb yerler üzerinden yaparak paralarını kayıt dışına çıkarmak olacaktır.
‘ÇOK SAYIDA İFLAS OLACAK’
– Koronavirüs salgının ekonomik boyutu ne kadar derin olacak, nasıl bir bedel ödeyeceğiz?
Türkiye ekonomisi koronavirüs salgın dönemine çok bozuk olan ekonomik göstergelerle girdi. Yüksek işsizlik, enflasyon, sermaye çıkışı, kötü seyreden ekonomik büyüme, artmış olan riskler vs. Salgın ile birlikte zaten bozuk olan göstergeler çok daha fazla bozulmaya başladı. Türkiye’nin ikinci çeyrek büyüme rakamı açıklandığında çok yüksek bir küçülme yaşandığını göreceğiz. Ülkede çok sayıda işyerinin çok zorda olduğunu biliyoruz. Bunun sonucu olarak yüksek sayıda iflasların olması şaşırtıcı olmayacaktır. Çünkü işletmelerin, özellikle küçük işletmelerin çalışma sermayeleri yok. İşler de durunca bu işletmeler oldukça zora düştü. Pek çoğu bu dönemi atlatamayacaktır.
‘ŞU AN İŞSİZLİK ORANI YÜZDE 30’
– Krizde en büyük bedeli çalışanlar ödeyecek, yıl sonu ekonomik büyüme ve işsizlik rakamları ne olur?
İşsizlik Türkiye’nin en temel ekonomik sorunudur. Vatandaşların önemli bir kısmı iş gücüne dâhil bile edilmiyor. Buna rağmen açıklanan oran yine de yüzde 13.8 ve yüksek. Bir de buna işsizlik verilerine dâhil etmedikleri “iş aramayan ancak iş olursa çalışmaya hazır” olarak tanımladıklarını eklediğimizde kriz öncesi dönemde geniş tanımlı işsizliğin yüzde 20’nin üzerinde olduğunu görürüz. Şimdi bunun üstüne bir de kapatılan işyerleri, düşen üretim vb nedeniyle işini kaybedenleri de eklediğimizde şu an ülkede işsizlik oranının yüzde 30’lar civarında olduğunu tahmin ediyorum. Ancak bu döneme ilişkin veriler açıklandığında TÜİK’in verilerinde bu oranları görmeyeceğiz.
Benim işsizlikten anladığım üretim sürecinde yer almayandır, yoksa kâğıt üzerinde bir yerde kayıtlı görünüyor olması değildir. Böyle baktığımızda da işsizliğin cumhuriyet tarihinde gördüğümüz en yüksek seviyelere ulaştığını söyleyebiliriz. 2020 yılında Türkiye ekonomisinin yüzde 5 civarında küçüleceği pek çok kurum tarafından tahmin ediliyor. Bu kaçınılmaz bir durum. Ama sorun istihdam tarafında çok daha büyük olacaktır.
Milyonlarca insan belediyelerden ve diğer kurumlardan aldıkları destekler ile hayatta kalmaya çalıyor. Ve çoğunun hiçbir umudu yok.
‘DESTEKLER YETERSİZ’
– Türkiye’nin salgına karşı bu zaman kadar aldığı tedbirler yeterli mi, sizce kurtuluş reçetesi nedir?
Salgın döneminde yaşanan ekonomik sorunlara çözüm olarak açıkladıkları paketlerin yetersiz olduğunu düşünüyorum. Önce 100 milyar olarak açıkladıkları desteği şimdi 250 miyar olarak duyuruyorlar. Doğrudan gelir desteği olarak 5 milyon aileye bir defaya mahsusu verdikleri 1000 liranın dışında (toplam 5 milyar lira eder) başka bir destek yoktur. Geri kalanı vergi ve SGK ödemelerinin ötelenmesi, bankalardan kredi kullanılması vs. Bu aslında borcun ötelenmesi anlamına geliyor. Peki, ileride bu artan borçları ve ötelenen vergilerin nasıl ödenecek? Ayrıca bir de kısa çalışma ödeneği ve “ücretsiz izne çıkarılanlara” yapılan ödemeleri de “destek” olarak açıklıyorlar. Oysa bu amaçla ödenen paralar İşsizlik Fonu kaynaklarından kullanılıyor.
– YEP hedefleri artık geçerliliğini yitirdi, sizce Türkiye nasıl bir ekonomi modeli tasarlamalı?
Türkiye yeni bir ekonomik model açıklamadan önce demokrasi, ifade özgürlüğü, denetleme, eğitim sistemi gibi alanlarda mesafe kat etmelidir. Mevcut yönetim modeliyle ülkede sağlam bir ekonomi politikası üretmek mümkün değildir.
‘TOPARLANMA ZAMAN ALACAK’
– Bu dönemi 1929’daki Büyük Buhrana benzetenler var, siz ne diyeceksiniz?
Daha önce yaşananan krizler ekonomik politikaların bir sonucu iken bu kriz bir salgın nedeniyle yaşanıyor. Önce üretim süreçlerini etkileyerek arz yönlü sorunlar yaşandı. Ardında virüsün pandemiye dönüşmesi ile birlikte alınan tedbirler talep tarafında da bir şok yaşanmasına yola açtı, temel ihtiyaç maddeleri dışındaki diğer mal ve hizmetlere olan talep neredeyse durdu. Şimdi krizin üçüncü evresine giriyoruz. Bu da mevcut borçların bu koşullarda nasıl çevrileceği sorunu. Dünyanın toplam borç stoku 250 trilyon doların üzerinde. Bu da dünya gayri safi hasılasının yüzde 320’sine denk geliyor. Diğer bir ifade ile bir yıllık ekonomik değerin üç katından fazla borç var. Şimdi bir taraftan dünya ekonomisi küçülürken diğer taraftan bu borçların nasıl ödeneceği sorusu gündeme geliyor. Özellikle gelişmekte olan ülkeler açısından borç sorunu çok daha ciddi boyutlara ulaştı. Toplam borcun yaklaşık yüzde 30’u gelişmekte olan ülkelere ait ve bu ülkeler sermayeye erişme imkânı bulamıyor. Çünkü para sahipleri mevcut koşullarda riskli olan ülkelere kaynak aktarmak istemiyorlar. Bakın Arjantin borçlarını ödeyemeyeceğini duyurdu. İflas ilan etmek üzere.
Salgın kontrol altına alınsa bile ekonomik aktivitenin toparlanması zaman alacaktır. Üretim alanlarında sosyal mesafenin korunmaya devam etmesi, hem kapasiteyi hem de yeni yatırımları olumsuz etkilemeye devam edecektir. Bu nedenle dünya ekonomisinin salgın öncesi döneme gelmesi dahi birkaç yıl alacaktır. Böyle bakınca ekonomik krizin yıllara yayılacağı, gelirde bir artış olmayacağı ve yüksek işsizliğin devam edeceğini tahmin etmek zor olmayacaktır.