Döviz kuruna müdahalede büyük tehlike!
Prof. Dr. Fatih Özatay, "Rezervleri eriten kura müdahale politikası terk edilmeli. Ekonomisinde kırılganlıklar varsa döviz kurunu sabite yakın bir düzeyde tutmayı bugüne kadar hiçbir ülke başaramadı, başaramaz" dedi.
Türkiye ekonomisinin krizden çıkması için altı maddelik reçete sunan TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi öğretim üyesi ve eski Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Fatih Özatay, TCMB'nin faiz artırması, kura müdahale politikasının terk edilmesi ve bankalarda artacak geri dönmeyen kredi probleminin çözümü için şimdiden kolların sıvanması gerektiğini söyledi.
Kur şoku bir süre daha devam ederse, enflasyonun şu andaki düzeyinin bayağı üzerine çıkmasının kesin olduğuna dikkat çeken Özatay, istihdam kaybının artacağını, bu koşullar altında ekonominin tahminlerden daha fazla daralacağını ifade etti.
Merkez Bankası'nın kararlarıyla ilgili ise Özatay, “Bir söz veriyorsanız (enflasyon hedefi) o sözü tutmak için elinizden geleni yapmalısınız. Tutamayacaksanız da o sözü vermemek gerekir. Gerekli adımları atamıyorsanız etkinliğinizi elbette kaybedersiniz” yorumunu yaptı.
Son yıllarda çok hata yapıldığını, yatırımlarda inşaata ağırlık verilmesini eleştiren ve “Her coşkunun arkasından patlama gelir” diyen Prof. Dr. Fatih Özatay Cumhuriyet'ten Şehriban Kıraç'a konuştu.
Özatay'ın açıklamaları şöyle:
- Yükselen döviz kuru, yüksek enflasyon, düşük faiz, düşük büyüme ve yüksek işsizlik... Türkiye ekonomisi bu noktaya nasıl geldi?
2001 krizinden sonra hem maliye politikasını disiplin altına aldık hem de bankacılık sektörünü güçlendirdik. 2018 başlarken kamu borcunun GSYH’ye oranı çok düşüktü. Bankacılık sektörünün durumunu yansıtan göstergelerin her biri de olumlu düzeylerdeydi. Ancak temel bir sorunumuzu bir türlü çözemedik. Şu: Yurtiçi tasarruflarımız yetersiz düzeyde.
Gelişmekte olan ülke grubunun son on yıllık ortalama tasarruf-GSYH oranı yüzde 33. Oysa bizimki % 24. Aynı grubun son on yıllık ortalama yatırım-GSYH oranı yüzde 32, bizimki yüzde 29. Yani, içinden çıkarak üst lige terfi etmek istediğimiz grubun ortalamasının altındaki yatırım düzeyini tutturabilmek için bile tasarruflarımız yetmiyor. Daha az yatırım ileride daha az üretim, daha az büyüme, daha az istihdam demek; istemiyoruz. Bu durumda, ortalamanın altındaki bir yatırım düzeyini tutturabilmek için bile yurtdışından borçlanmak durumundayız. Bu, zamanla dış borç stokumuzu artırıyor.
Bu tür ülkelerin önemli bir kırılganlığı var. Şu: Dışarıdan borçlanmanın miktarını ve maliyetini kontrol etmek bir ölçüde bizim elimizde. Dış borca bağımlılık dışında ekonomik temelleriniz sağlamsa, dış politikada önemli dertleriniz yoksa ve iç siyaset de karışık değilse ülkenizin riski düşüyor. Bu koşullar altında, küresel finans sisteminde bir sorun yoksa dış kaynak temin edebiliyorsunuz. Ancak, siz her şeyi doğru yapmış bile olsanız, küresel piyasalarda oluşan gerginlikler bizim gibi ülkelere fon girişini durdurabiliyor hatta fon çıkışı yaşanabiliyor ve borçlanma maliyetleri yükseliyor.
Öte yandan küresel bir sorun olmayabilir ama uluslararası fonları sağlayan merkez ülkelerle aranız iyi olmayabilir. Ağustos 2018’i hatırlayın. Trump’ın tweetleri aniden kuru sıçrattı. Riskimiz ve faizimiz de sıçradı. Krize girdik; ekonomimiz küçüldü ve büyük bir istihdam kaybı yaşadık.
Öte yandan, bu derin sonu öyle bir çırpıda çözmek mümkün değil. Atılacak adımlar elbette var ama sonuç almak için zamana gerekiyor. Bu süreçte kırılganlıkları artıracak önemli hatalar yapmamak gerekiyor. Oysa son yıllarda çok hata yaptık.
HER COŞKUNUN ARDINDAN PATLAMA GELİR
- Ne tür politika hataları yapıldı?
Sıralayayım. Birincisi, tasarruf açığı olan bir ülkede faizleri enflasyonun altında tuttuk; dövize, altına gidin dedik. İkincisi, kredi artışını pompaladık -ki yüksek kredi artışı finansal krizler literatürünü bilenlerin hiç hoşlanmadıkları bir gelişmedir.
Kredi artışını elbette istiyoruz ama çok yüksek kredi artışı hem ileride bankaların bilançolarını bozabilir hem de ülkenin dışarıdan borçlanma ihtiyacını artırır. Elli yıl önce geliştirilen “birinci kuşak kriz modelleri” bize diyor ki, bu ikisini yapıyorsan kuru sabit tutmaya çalışmayacaksın. Oysa 2019’un başından itibaren yüklüce müdahale ettik ki kur fazla oynamasın.
Sonuçta TCMB’nin döviz rezervi eridi. Bu üçüncü hataydı. Dördüncüsü, ucuz olması nedeniyle Hazine bol bol döviz cinsinden borçlanmaya başladı. An’daki ucuzluk miyopik bir bakış; kur sıçrarsa döviz borcu olanın işi zorlaşır. Yine literatüre gideyim: Üçüncü kuşak kriz modelleri, bilançolarda döviz cinsinden borçlar ile alacaklar arasındaki farkın açılmasının istenilir bir şey olmadığını söylüyor. Bu modeller 1997 Asya krizini açıklamak için geliştirildiler.
Sorunuzu yanıtlamaya başlarken altını çizdiğim temel sorun zaten bu. Tasarrufunuz az olduğu için dışarıdan borçlanmak zorunda kalıyorsunuz. Şirketlerin bilançoları kırılganlaşıyor. Bir de buna Hazine’yi eklemenin bir anlamı olmasa gerek. Beşincisi, inşaat sektöründe tam bir patlama yaşanmasına izin verdik. Sektöre yapılan yatırımlar, sanayi yatırımları aleyhine arttı.
Sektörün GSYH içindeki ve toplam istihdam içindeki payları yükseldi. Elbette altyapı ve konut inşaatları önemli. Ama vurguladığım şey aşırılık. Sonuçta döviz kazandırmayan bir sektör büyük bir coşku içine girdiğinde, dışarıdan aldığınız fonların bir kısmı makine ve teçhizat yatırımına gidip geleceğin üretim kapasitesini artırmıyor, artırmadığı gibi sanayiciler de inşaatçı oluyorlar.
Her coşkunun arkasından patlama gelir. Ne yazık ki öyle oldu ve 2018-2019’da bu sektör çöktü ve temelde bu nedenle pandemiye çok büyük bir istihdam kaybı ile girdik. Altıncısı, Temmuz 2009’da 32 sayılı kararda bir değişiklik yaptık. Yerleşiklerin döviz cinsinden borçlanmalarının ve dövize endeksli sözleşme imzalamalarının önündeki yasal engelleri kaldırdık. Küresel krizde ekonomimiz daralırken makul bir değişiklik olarak görülebilir. Ancak sorun şu ki bu değişiklikleri ortalık düzeldiğinde geri almadık.
Ancak Ocak 2018’de doğru yönde bazı düzenlemeler yaptık; oldukça geciktik. Banka dışı şirketler kesiminin döviz borcu ile döviz alacağı arasındaki fark 2007’de GSYH’nin yüzde 7’siydi. 2017 sonunda ise bu oran yüzde 25.5’e yükseldi. Bu önemli bir kırılganlıktı.
TUTAMAYACAĞINIZ SÖZÜ VERMEYİN
- Uzun zaman TCMB'de görev yaptınız, son dönemlerde Merkez'in gerek kuru kontrol altına almak, enflasyon ve faiz alanında attığı adımları nasıl değerlendiriyorsunuz, para politikası etkinliğini neden kaybetti?
Bir söz veriyorsanız (enflasyon hedefi) o sözü tutmak için elinizden geleni yapmalısınız. Tutamayacaksanız da o sözü vermemek gerekir. Gerekli adımları atamıyorsanız etkinliğinizi elbette kaybedersiniz.
- Merkez Bankası'nın rezervlerinde ciddi düşüşler söz konusu, bir kısmı swaplarla karşılanıyor, bu ne tür riskler getiriyor?
Ekonominizde önemli kırılganlıklar yoksa ve ileriye ilişkin güven veren düzgün ekonomi politikaları uyguluyorsanız, döviz rezervinin düzeyi pek önemli olmaz. Elbette kredi notu ve borç veren kurumlar dış borç ödeme kapasitenizi değerlendirirken rezerv düzeyine bakıyorlar. Ama sonuçta sözünü ettiğim koşullarda pek göze batmaz. Ekonominiz kırılgansa, bu durumda rezervlerinizin düzeyini göze batırmayacak politikalar izlemelisiniz. Bunların başında da son yıllarda yapılanları yapmamak geliyor.
KURA MÜDAHALE ETMEKTEN VAZGEÇİN
- Türkiye ekonomisi için bu krizden çıkış reçetesi var mı, acilen atılması gereken adımlar hangileri?
Reçetem şöyle:
1) TCMB faizi artırmalı; hedefi ile uyumlu kılmalı. Karmaşık mekanizmalar yerine tek bir faizden piyasayı fonlamalı. 2) Kamu bankalarından hızlı kredi artışına gidilmesi uygulamasından vazgeçmeli. Özel bankaları da kredi artışına gitmeye zorlamamalı. Piyasa dengelerini bozan ve finans sisteminin sağlığı açısından iyi olmayan “aktif rasyosu” denilen uygulamaya son vermeli.
3) Rezervleri eriten kura müdahale politikası terk edilmeli. Ekonomisinde kırılganlıklar varsa, faizi enflasyonun altında tutarken, bol bol kredi açılmasını özendirirken/zorlarken, döviz kurunu sabite yakın bir düzeyde tutmayı bugüne kadar hiçbir ülke başaramadı, başaramaz.
4) Rezervi yükseltecek ve azımsanmayacak bir dönem için döviz temin edilmesini sağlayacak uluslararası anlaşmalar için görüşmelere başlandığı duyurulmalı.
5) TCMB ve BDDK bağımsız olmalı. Kamu bankalarının sermayeleri güçlendirilmeli. Tüm bankalarda artacak geri dönmeyen kredi probleminin çözümü için şimdiden kolları sıvamalı. Döviz geliri olmayanların döviz cinsinden borçlanmaları zorlaştırılmalı.
6) Birkaç acil reform: Öncelikle adil bir hukuk sistemi ve bağımsız bir yargı. Liyakata dayalı atama sistemi. Arazi rantı vergilendirilmeli. İhale kanunu değiştirilmeli. Daha nitelikli öğretmen ve öğretim üyesi yetiştirecek adımlar atılmalı.
DAHA CİDDİ SORUN OLABİLİR
- Özellikle haziran ayında hayatın normale dönmesiyle faizlerin düşük tutulmasıyla ciddi kredi pompalandı, kredilerin geri dönüşünde bir sorun bekliyor musunuz?
Kur şoku sürerse beklemek gerekir. Kur şoku atlatılır da pandemi sürerse yine beklenir. İkisi birlikte devam ederse daha ciddi bir sorun olabilir. Ama unutmayalım; birincisi, kredi artışı ağırlıklı olarak kamu bankalarından. Onların sahibi de Hazine. Dolayısıyla Hazine onlara tahvil desteği vererek sermayelerini artırabilir. Elbette, bu Hazine’nin borcunu yükseltir. İkincisi, sunduğum reçeteye benzer bir ekonomik program ile bu sorun çözülebilir.
- Türkiye'nin gelecek 1 yılda ödemesi gereken 170 milyar doların üzerinde dış borcu var, turizmin durduğu, ihracatın azaldığı bu dönemde, Türkiye bu kaynağı nerede bulacak, neler öneriyorsunuz?
Birkaç yıl önce bulunması gereken kaynak 220 milyar dolardı ve bulabiliyorduk. Kaldı ki bu miktarın önemli bir kısmı ihracatçıların, ithalatçıların ve bankaların yurtdışındaki muhatapları ile yapacakları anlaşmalar çerçevesinde rahatlıkla bulunur. Kalanı için ise yanıt sunduğum reçetede.
KUR TAHMİNİ FALCILIKTIR
- Ekonomi yönetimi hala ekonomi için V tipi çıkış öngörüyor, siz nasıl bir çıkış öngörüyorsunuz, yılsonu işsizlik, büyüme, enflasyon ve kur tahmininiz var mı?
Kur tahmini her yerde her zaman falcılıktır. Trump’un tweet atacağını ve dolayısıyla kurun sıçrayacağını öngörmek mümkün müydü? Pandemiyi bir tarafa bırakayım. Yaşamakta olduğumuz kur şoku bir süre daha devem ederse, enflasyonun şu andaki düzeyinin bayağı üzerine çıkacağı kesin. İstihdam kaybının artacağı da. Elbette, bu koşullar altında ekonomimiz tahminlerden fazla daralır. Oysa önerdiğim reçetenin bir benzeri uygulanırsa Türkiye ekonomisi çok çabuk toparlanır. Pandemi ise işi karıştırıyor; çok fazla belirsizlik getiriyor.