Çalışan annelerin ayrılık kaygısı
Psikoloji Bölümü Doktoru Seval Uslu Yazıcı, çalışan annelerin çocukları hakkında duydukları kaygıları değerlendirdi.
Hisar Intercontinental Hospital Psikoloji Bölümü Doktoru Dr. Seval Uslu Yazıcı, çocuğuna yeterince vakit ayıramadığını düşünen ve bu konuda vicdan azabı çektiğini söyleyen annelerin, zihninde ayrılık kaygısı olduğunu söyledi. Dr. Yazıcı, “ 'Ben yokken başına bir şey gelmesinden endişeleniyorum, işe giderken de arkadaşlarımla birkaç saatliğine çıktığımda hep aynı kaygıyı yaşıyorum, ben yanında yokken düşerse, ateşlenirse, başına bir kaza gelirse dişe endişeleniyorum, hele ben işteyken o başka biriyle sokağa çıkarsa, kaybolursa diye aklım hep evde kalıyor' diyen annelerin yaşadığı kaygıların nedeni, zihinlerinde yatan ayrılık endişesi” dedi.
“'Ya beni isterse, ya ağlarsa, hemen burada olmalıyım' endişesini yansıtmayın”
Bebeğin dünyaya geldikten sonra yaşama tutunabilmesi için annenin bebeğiyle kurduğu ilişkinin çok önemli olduğuna dikkat çeken Dr. Seval Uslu Yazıcı, “İlk üç ay bebek, anneyi kendisiyle bir bütün olarak görür ve ona bağlanamaz çünkü anne kendisinin bir uzantısıdır. Üçüncü aydan sonra etrafındakilerin farkına varır ve anneyi de kendisinden farklı biri olarak algılar. Dördüncü aydan itibaren anneye bağlanmaya başlar. Bağlandığını belirten en temel gösterge annesinin gitmesi durumunda ağlamaya başlamasıdır. Ve anneden ilk ayrışma süreci başlar. Bu aylarda annenin çocuğa yapışması, başına bir şey gelecek kaygısıyla hiç bir işle ilgilenmeyerek evde sürekli çocuğun başında onu kaygı ile gözetlemesi, bu ayrışma sürecini çocuk için zorlaştırır. İlerleyen yıllarda da çocuk oyun oynarken bile çocuktan önce oyuna müdahale etmesi ya da hiç yalnız oynamasına izin vermemesi çocuğun anneden sağlıklı bir şekilde ayrılıp bireyselleşememesine neden olur. Çocuğun annesi dışındaki kişilerle bir araya gelmesi, yuvaya başlaması gibi durumlar ayrışma ve bireyselleşme süreci için çok kritiktir. Anneden belirli bir mesafe almasını sağlayacak yuvaya alışma gibi süreçler kademeli olmalıdır. Bu gibi durumlarda anneden ayrılmakta zorluk çeken çocukların aslında anneleri ile kesemedikleri bağların etkisi çok büyüktür. Özellikle kaygılı anneler çocuk yuvaya gitmeye hazır olsa da halen kapıda bekler. 'Ya beni isterse, ya ağlarsa, hemen burada olmalıyım' düşüncesi ile aslında farkında olmadan tüm kaygısını çocuğa yansıtır. Bu tarz anneler genelde daha korumacı ve aşırı kaygılı annelerdir ve ayrılma sürecini zorlaştırırlar” şeklinde konuştu.
“Benim varlığım çocuğum için daha güvenli' demeyin”
Dr. Yazıcı, kaygılı annelerin çocuklarına istemeden zarar verebileceğinin altına çizerek “Benim varlığım çocuğum için daha güvenli diye düşünen anneler, aslında çocuk için hiç bir ayrılık süresine izin vermeyerek çocuklarını ayrılıklara hassas kılıyorlar. Anne her durumda çocuk için karar verip onun adına adımlar atarak çocuğun kendi başına karar verebilme yetisinin gelişmesine engel oluyor. Ve bu çocuklar annesiz yaşamakta zorlanıyor. Bir çocuk 'Ben bir başkası olmadan da yapabilirim, bir şeyler becerebilirim ve ben de bir bireyim' düşüncesinin temelini ilk olarak annesinin kendisine tanıdığı özgürlük alanı içerisinde atabilir. Bu şekilde yetişmeyen çocuklar daha pasif ve takipçi ve lider özellikleri zayıf çocuklar olabilirler. Tek başına ödev yapamayabilirler, sorumluluk almayabilirler. Çocuğun hep bir adım gerisinde olmak, ona alan bırakmak çok daha fazla çocuğu güçlendiren bir durumdur” ifadelerini kullandı.
“'Bakıcıyla daha fazla vakit geçirdiği izin onu benden daha çok sevecek' korkusuna kapılmayın"
Annelerdeki 'bakıcı' kaygılarına da değinen Dr. Seval Uslu Yazıcı, "Çocuğun hissetmesi gereken şey: 'Beni sevenler var, ama bu kişiler her an benimle değiller. Ara sıra gelirler ve giderler. Ve tekrar gelirler.' Destek ihtiyacında olduğunda yanında birilerini bulabilmesi, kendisini yalnız hissetmemesi önemlidir. Çocuğunuzun aynı anda birden fazla kişiyi sevebileceğini, hatta bazı durumlarda annesi dışındaki kişileri de hayatına dahil edebileceğini kabul etmenizin, onun ruhsal sağlığı için önemli olduğu unutulmamalıdır. Anne-çocuk ilişkisinde iki kutup vardır. Bir tarafta çok var olan anneler, öteki tarafta hiç var olmayan anneler var. Çocuğun duygusuna karşı kayıtsız, ilgisiz olmak, annenin zihnini meşgul eden konular arasında çocuğun yer almaması, çocuğun hayatını organize edememesi diğer kutupta yaşanan sorunlardır. Ruhsal olarak var olmayan annelerin çocukları da anneye daha sıkı bağlanabiliyor. Her an annem gidecek korkusu çocukları daha çok anneye bağlıyor. Çocuklar saat tutmaz, onları kandıramazsınız. Ruhsal olarak orada değilseniz anlarlar ve geçirdiğiniz zaman asla onlara yetmez. Çalışan anne eve gelince çocuğa ile öyle bir sarılır ki ve öyle bir keyifli zaman geçirir ki çocuk anneye ve sevgisine doyar. Öteki tarafta tüm gün çocuk ile yoğunluk içinde beraber olan ve şikayet eden bir annenin çocuğu ise annenin bu ruh halini anlayacak ve çocukla birlikte olmak istememesini hissedecektir. Onunla ilgilendiğinizi göstermek için her dakikanızı birlikte geçirmenize gerek yok. Birlikte olmaktan sizinde keyif aldığınız bir saat bile yeterlidir" dedi.
“Aile büyükleri ile birlikte çocuğunuza karşı ortak bir tavır”
“Her yetişkinin çocuğa olan tutumu farklıdır. Bu farklılıklar anne ve babalar arasında bile yaşanabilir” diyen Dr. Yazcı son olarak şu ifadeleri kullandı: “Duruma büyükanne\babalar da dahil olunca çocuk aynı anda birden fazla tutuma maruz kalır. Birinin "evet" dediğine diğeri "hayır” diyebilir. Kuşkusuz bu durum çocuk açısından önemli bir kafa karışıklığı yaratır. Aşırı izin verici ve koruyucu bir tutuma sahip olan büyükanne\babaların yetiştirdiği çocuklar ev içerisinde hırçınlık ve engellenmeye aşırı tahammülsüzlük yaşayabilir ve her şey de hak iddia eden biri olurken, dışarıda güvensiz, kaygılı ve hakkını koruyamayan bir yaklaşım geliştirebilir. Bu nedenle anne-babalar büyüklerle bir araya gelip bazı konu başlıkları belirlemesi ve bu konularla ilgili ortak bir dil geliştirilmeye çalışılmalıdır. Bu konu başlıklarını belirli noktalarda odaklayıp diğer alanlarda büyükleri özgür bırakmak, doğru kabul ettikleri durumları dinlemek, onları da kırmadan sürece dahil etmeyi sağlayacaktır. Bu konular; beslenme, uyku ve öz bakım (tuvalet alışkanlığı, giyinme vb.) şeklinde belirlenip, nasıl hareket edileceği konusunda bir uzlaşma ortamı sağlamak önemlidir. Hiçbir şekilde uzlaşmanın sağlanamadığı durumlarda ise bakıcı ya da yuva alternatifleriyle ilerlemek çocuğun kişilik yapısı için daha sağlıklı olacaktır.”